Şayet tur Atina ve Mora ‘yaninmeyecekse ya da Yunan Adaları’nı kapsamayacaksa kuzey Yunanistan’da gezeceksiniz demektir.
Bu anlatımda mümkün olduğunca politikaya girmeyeceğim, ama yadsınamaz konuları da anlatmadan da yapamayacağım. Elimden geldiğince tarafsız yaklaşacağım.
Öncelikle turunuzun merkez noktalarını belirlemeniz gerekmekte. Sadece Batı Trakya ‘yı gezerim diyorsanız Gümülcine, daha ötelere uzanacağım derseniz Selanik merkezli bir tur akılcıl olur. Öncelikle Yunan konsolosluğunda meşhur Yorgo ‘dan vize kopartmak farz. Yorgo ‘nun inanılmaz bir hafızası vardır, inatlaşılmaması gerekir. Hoş eskiden çok kızsam da Reha Muhtar ‘a tek girişli shengen vizesi vermesi mantıklı bir adam olduğunun kanıtıdır.
Yunanistan’a gidiş için pek çok yol mevcut. Selanik’e dek tren var. Oldukça da hesaplı. Akşam 20:00 de Sirkeci ‘den kalkan tren ertesi sabah 07:30 gibi Selanik ‘e varmakta. Fiyat da 35-45 avro yaklaşık. Ayrıca pek çok otobüs firmasının da tarifeli seferleri var. Metro Selanik ‘e dek giderken varan, Ulusoy ve Kamil Koç Atina ‘ya dek gitmekte. Seferler bazen ose tarafından da gerçekleştirilmekte. Gümülcine’ye dek gidiş 27 ytl. Genelde saat 10:00 da otogardan kalkmakta. 4 ila 6 arasında Gümülcine’ye varmakta. Bunun yanı sıra Batı Trakyalıların da Tepeüstü‘nden ve Bursa ‘dan kalkan otobüsleri var. Bunların kalkış saatleri ise 8 gibi. Kimi zamanda taksiler ile ulaşım sağlanabiliyor. Kişi başı 50-60 avroya Mercedes, BMW taksilerle sınır geçiyorsunuz. Bunların yolcuları otobüs tutan yaşlılar yada acele işi olanlar. Tek dezavantajları İstanbul’a gelişte Anadolu Yakası’na geçmiyor olmaları.
Yol güzergahı boyunca şehirleri anlatmaya çalışacağım.
Otogardan çıkınca Tekirdağ’daki ilk yemek molasına dek otoban üzerinden durmaksızın gidilmekte. Eğer otobüs Tekirdağ merkezde yemek molası verirse ki bu 30-45 dk. sürer , doğru yukarılara çıkılmalıdır. Rüstem Paşa Camii ve vakfiyesini oluşturan yapılar, valilik ve tipik Tekirdağ evleri görülebilir. Merkezde pek çok esmer vatandaş lakost yada parfüm satmak için debelenecektir sabırlı olun. Dövseniz gitmezler.
Eğer Keşan’dan yolcu alınmazsa direkt İpsala sınır kapısına gidilir. Gerek Yunanlar gerekse Türkler Keşan’ı hesaplı bulduklarından sıklıkla gelmekteler. İpsala sınır kapısı yeni, modern görünümlü. Tuvaletler temiz. Ama free shop içki ve sigara ağırlıklı. Yunanistan’da sigara pahalı olduğundan bizim free shoptan alıp götürüyorlar. Kişi başı üç karton sınırı olduğundan yanınıza gelip sigara aldırtmaya çalışan kişiler olabilir, size kalmış bir şey.
Sınır görevi gören Meriç’i aştıktan sonra Yunanistan’dasınız. Yunanistan’daki sınır kapısının adı Kiri. Daha kuzeyde Bulgar sınırı yakınlarında pek kullanılmayan bir kapı daha var. Kiri Kapısı’nda standart olarak pasaport kontrolünde tüm bagajlar indirilip bir sete konur. Fermuarları açtırılır, kontrol bundan ibarettir. Bazan görevliler saçma sapan sorular sorabilir, üstelemeye gerek yoktur. Sadece tek handikap kontrolün yaptığı yerin aşırı rüzgar alması ve her mevsim sizi hasta edebilecek yapıda olmasıdır.
Buradaki free shop oldukça güzeldir. Elektronik araç açısından oldukça zayıfta olsa kimi fotoğraf makinalarında inanılmaz fiyatlar olabilmektedir. Ayakkabı ve tekstil için yeni ve geniş bölümler eklendi. Oldukça güzel ürünler olabilmekte. Yunanistan’a girişte değilse de çıkışta mutlaka uğranılıyor. Kafeteryada çeşitli börek ve ayrani var. Ayrani basbayağı ayran ama adamlar meyveli türlerini de üretmiş. Börekler genelde taze, doğruya doğru.
Dedeağaç
Yol üzerinde ilk uğrayacağınız şehir eğer inecek yol varsa Dedeağaç olur. Yunanlılar Alexandropolis derler. Basbayağı İskenderiye demeyin bu 19. yy daki Yunan kralı Alexander ‘a atfen verilmiş. Şehirleşme için tren yolu kumpanyası tarafından kurulduğu söylentisi yaygın. Şehir merkezinde olmasa da köylerde Türkler var.
Bir sonraki durak Şapçı yada Yunanca adıyla Sapes. Kasaba mıdır şehir midir çözebilmiş değilim. Ekstra her hangi bir şeyini göremediğim alelade bir yer. Kendi aracımla gelsem güneşli bir sabah Dedeağaç’ta kahvaltı mutlaka yaparım da Şapçı’da ayağımı gazdan bile çekmem. Türk nüfusun yoğun yaşadığı bölgelerden biriyse de karma köyler yolda giderken dikkat çekmekte. Yol kenarlarında gözünüze küçük haçlı kutucuklar çarpacaktır. Bunlar o noktada trafik kazasında ölenler için yapılmış nesneler. İçlerinde mum vb yakılabilmekte. Bir nevi anı tazeleyici, ibret vesikası. Yunanistan’da gençlerin genelinde hızlı bir yaşam arzusu hakim. Çok sayıda genç kazalarda ya ölüyor yada sakat kalıyor. Zaten göreceksiniz ufacık çocuklar bile skutırların üzerinde. Köy yollarının karanlık ve virajlı olması davetiye çıkarıyor ölüme.
Gümülcine
Bir sonraki durak bölgenin başkenti Gümülcine. Yunanlılar Komotini demekteyse de yaşlı Rumlar bile köylerin Türkçe adlarını halen kullanmakta. Gümülcine isminin kökenini de tıpkı komotininin kökeni gibi bulabilmiş değilim. Türk nüfus ağırlıklı bir yerleşim burası. Türkler yaka ve ova olarak iki parça adlandırmakta. Ova köyleri pamuk, yaka ise tütün, kiraz vb ile geçim sağlamakta. Köylerdeki Türkler feraceli vb de olsa bu geleneksel bir kıyafet. Yobazlıkla bir ilgisi yok. (Bazı zihniyet buralara da el atmaya başlamış)
Bölgenin fethi 1400 ‘lere varmadan tamamlandığı için yöredeki camilerin hepsi kuruluş dönemi Osmanlı mimarisini taşımakta. İstanbul’daki gibi Ayasofya ‘ya karşı yapılan Ayasofyacıklardan burada yok.
Önce Gümülcine içinden bahsederek başlayacağım. Şehrin katedrali diyebileceğim Bizans stili 1976 yapımı güzelce bir kilise var. Önündeki alanda Trakya ‘nın Türklerden alınmasına önemli katkıları olan metropolitin bir heykeli var. 6 Ocakta yortu olduğu için kilise bayraklar vb ile süslenmişti. Kilisenin yakınlarında Alman onursal konsolosluğu diye bir yer bulunmakta. Nedir diye sormayın biliyor değilim, ilk kez gördüm. Vardır Almanın uzun vadeli bir planı. Ya Yunan’ı parçalayacaklar yada Türkler nasılsa burayı alır Türkiye ‘yi parçalayalım diye yapmış olabilirler. Biraz ötede küçük güzel bir park yer almakta. Parkın önünde halkın kılıç dediği ama ne olduğunu, neden dikildiğini kimsenin bilmediği bir kılıç heykeli var. Kılıcın tipi gladyoyu andırmakta. Genelde şehir ile ilgili yer anlatımlarında burası tarif edilerek yapılıyor. Benim tercihim katedral mantığı. Kılıca göre tarif edersek yine de sol omzunuza göre , parkın yanında yunan haçı stilinde yapılmış beyaz bir kilise var. Yine sol omzunuz doğrultusunda ilerlerseniz tanımış markaların satışının yapıldığı mağazalar sıralanmakta. Avro bazında bizim fiyatlara eşit yada az bir fark var. Ama birim gelire orantılarsanız ortalama Yunanlı ortalama Türk’e göre daha ucuza adidas giyebilmekte.
Bu yolda giderken hemen sağda bir Ermeni kilisesi var. Osmanlı döneminde inşa edilmiş bu yapı azda olsa ermeni mimarisinin etkilerini yansıtmakta. Ardından ara sokaklara girdiğinizde gene güzel bir Bizans tarzı kilise ile karşılaşıyorsunuz. Yapıdan ayrı bir çan kulesi daha var. Oldukça yüksek olan kulenin manzarasının da oldukça iyi olduğuna inandığım için tırmanmayı düşündüm ama yetkili birini bulamadığım için cesaret edemedim. Burada yorum yapmadan duramayacağım. 1250 ila 1850 yılları arasında bu mimari ile yapılmış bir kilise İstanbulda bile yok. Hatta patrikhanenin içerisindeki Aya Yorgi kilisesi bile bu tarzda değil. Fakat yunan milliyetçiliğinin yükselişi, diplomatik başarılarla topraklarının genişlemesi sürecinde Türk hakimiyetindeki alanlarda bile bu tarz mimari söz konusu olmuş. Bundan alınacak dersler var. Uyanık olmazsan başına gelene katlanmak zorunda kalıyorsun.
Ara sokaklardan platiaya gidene dek bir sokakta eski Türk evlerini görebilme şansınız oluyor. Zaten bu evlerden biri folklör ve etnografya müzesi gibi bir yer halihazırda. Ayrıca aynı yol üzerinde Heybeliadadaki eski rum evlerini andıran yapılarda çıkmıyor değil. Ara sokaklar sizi her mahallenin küçük meydanlarına çıkartmakta. Platia şehrin meydanı ve anladığım kadarıyla gece hayatına başlamak için buluşulan nokta. Aslında kılıcında tam karşısında kalıyor.
Platiadan yukarı doğru yürürseniz Pontus kilisesi ve manastırının yanında eski surlardan kalanları görebiliyorsunuz. Surlar burada da oldukça kalın. İç taraf otopark olarak kullanılmakta. Eğer düz devam ederseniz güzel kagir, Osmanlı döneminden kalmış olması muhtemel bir yapı sizi karşılayacak. Özellikle bu civarda güzel binalar oldukça çok.
Öte yandan çarşı tipik bir Anadolu kasabasının çarşısı gibi. Hiç yabancılık çekmiyorsunuz. Tahminen merkezdeki caminin vakfiyesi. Zaten saat kulesi, günümüzde var olmayan hamam caminin vakfiyesindeymiş. Yönetim, saat kulesini sular idaresine bağlamış .Cami çok çok güzel değilse de manevi açıdan duygular uyandırmakta. Elbette ki bakıma çok ihtiyacı var.
Gümülcine büyüyen bir şehir. Özellikle üniversitenin de açılmasıyla inşaat sektörü şahlanmış. Emlak fiyatlarının çok yüksek olduğundan yakınılmakta. Ayrıca gecelerin daha da hızlanmasına aracılık etmiş.
Kasaba içerisindeki Türkler küçük esnaf durumunda. Zaten Selaniğe değin ciddi bir sanayiden söz etme imkanımız yok. Kasabadaki Türkler içinde Yunanca konuşabilme olayı köydekilere oranla kat be kat fazla. Yaka köylerinde nüfus tütün ve kirazdan, ova köyleri ise pamukçuluktan ağırlıklı olarak gelir kazanmakta. Her ne kadar yıl be yıl gelirin düşmesinden , primlerin azalmasından yakınsalar da ciddi bir değişikliğe yönelik bir hareket yapılmamakta. Bunda yaşlıların yeniliklere karşı önyargıları ve kaygılarının yanı sıra genç kuşakların geleceğe yönelik herhangi bir planının olmamasının da payı büyük. Özellikle tütün inanılmaz derece angaryası olan bir iş.
Köylerde evler duvarlarla çevrili avlularda yer alan bir iki katlı hanelerden müteşekkil. Pek çok avlu birbirine bitişik ve küçük kapılarla bağlantı kurulan bir yapıda. İkiden fazla kat yok, zaten bir kaç yıl öncesine değin kat çıkmak, çatı aktarmak, köpek kulübesi, tandır vb yapmak izin gerektirmekte ve zorlu bürokratik prosedürlere sahipti. (Babamın böyle bir ortamda sakin kalabileceğini hiç sanmıyorum, düşünün adam adadaki gibi bahçesine havuz yapacak ve hükümette o Japon balıklarının, nilüferlerin üzerine beton dökecek). Öte yandan rum köyleri ise sokak dizaynı açısından daha düzenli. Kimi evler amerikan filmlerindeki gibi önlerinde sundurmaları, çim alanlarıyla göz okşamakta.
Gezim açısından Gümülcine merkezi taş çatlasın 3-4 saat sürebilir. Daha önceden de defalarca belirttiğim gibi gecelerin çok hızlı olduğu. Camiler, saat kulesi, bir kaç Türk evi dışında bir şey kalmamış gibi görünse de 19.yy Osmanlı yapıları hala ayakta. Örneğin, askeriyedeki iki büyük bina Osmanlıdan. Pek bilindiğini sanmıyorum. Yöredeki ilk cami olan, Evrenos Gaziye ait cami adına yakışır şekilde zamanla savaşıyor. 2003’te Selçuklulara ait bir mezar taşı tahrip edildi. Bu tarih adına çok acı. Ama daha da acı olan Türkiyeden tek bir tarihçi bile ilgi göstermedi. Kim bilir tarih nasıl tezahür etti.
Yörede Maronya diye bir yer var. Sanırım yarım gün alabilecek bir alan Yakada, Rodop dağlarının yamacında Susurköy civarlarında Bizans döneminden kalan birde köprü mevcut. İskeçeye doğru eski bir Bizans yerleşiminden bahsediliyor. Tabii tüm bu yerler ancak hususi arabayla ulaşılacak yerler. Ben bisiklet ile gideceğim.
Ayrıca Balkanlar yazında kışında insanı çağırmakta. Tepelerin ardı Bulgaristan. Her gittiğimde tepelerine çıkmak istediğim; kışın kurt çıkar, yazın jandarma vb çıkar diye engellendiğim zirveler. Elbette çıkacağım Tatar inadını ne durdurmuş ki.
Geçtiğimiz yazlardan birinde tepedeki köylerden birine gitmiştik. Hakkında muhtelif rivayetleri olan bir mağara var. Mağaranın bir ucunun sınırın öteki yakasına , Bulgaristana ulaştığı ve kaçakçıların kullandığı denilirken, içine giren ve oldukça ilerleyen birisinin çıktığında dilinin tutulup saçlarının beyazladığı anlatılmakta. İçinden buz gibi bir su akan mağaranın içine girdim. Aşırı bir rutubet ve küf kokusu var. Ekipman ile biraz ilerleyebilirim sanıyorum.
Mağaranın olduğu yerin gidişi de dönüşü de Camel Trophy adeta. Yakınlarında birkaç haneden oluşan izbe bir köy bulunmakta. Mağara yakınlarında da birkaç metruk ev yer almakta.
Gümülcineye yakın birde Fenari denen bir kasaba var. Kasabada güzel bir kumsal var. Oldukça uzun bir sahil, çevresi de ortamı da hoş. Uzun bir süre boyu geçmeksizin devam etmekte. Yüzme öğrenilecek bir yer. Etrafında bir iki de gölet var. Yazın uğranılası bir yer.
İskeçe
Sonraki durak Yunanlıların Xanthi dediği İskeçe şehri. Rivayetler aslında iki yerleşimin olduğu günümüzdeki İskeçe şehrinin eski yerleşim olup zamanla eskice kelimesinin söylenişinin bozulmasına dayandırılmakta. Gümülcine ‘den buraya giderken otobandan gitmek yerine yaka köylerinin arasından gitmenizi öneririm. Belki yolunuzu biraz uzatırsınız ama gerek doğayı gerekse tarihi ve sosyal yapıyı izlemenizi sağlayacaktır.
Burada da merkezdeki meydanda Osmanlıdan kalan bir saat kulesi var. Saat kulesinin yakınlarında da büyükçe bir kilise inşa edilmiş. Otobüs garından çıkınca 15-20 dk. yürüdükten sonra eski şehir kısmına ulaşabilirsiniz. Şirin bir yer, Osmanlının sayfiye kentlerinden. Civarda saray eşrafına hizmet eden halayıkların kurmuş olduğu söylenen bir zenci köyünün varlığından bahsedilmekte.
Şehir oldukça rüzgarlı ve soğuk. Kışın insanı donduran bir şehir.
Kavala
Dedeağaç-Gümülcine-İskeçe üçlüsünden sonra yolunuza Kavala çıkar. Kavala belediyesinin güzel bir internet sitesi var ama bize karşı oldukça önyargılı ve agresif. 1361-1913 arasını Türk işgali olarak tanımlamaktalar. Bunca yıl içerisinde tek bir isyanın çıkmamasını neye bağladıklarını çözebilmiş değilim. Baskın olan Türk nüfusunun şu an nerede olduğu yada Türk yapılarının akıbetinden de bahseden yok.
Yol üzerinde, bir zamanlar Türk kesiminden aşağıya kanlar akan bir Kıbrıs haritası yer alan bir levha vardı. Tayyip Erdoğan geçecek diye kaldırmışlar.
Kavala ‘yı kıyısında palmiyeler olan bir Marmaris olarak gözünüzde canlandırabilirsiniz. Kıyıda oldukça sarp bir tepenin üzerinde yer alan Kavala kalesi bulunmakta. Kaleye giden daracık yolun üzerinde Kavalalı Mehmet Ali paşa sarayı ve cumbalı Türk evleri yer almakta. Kaleye girişin cüzi bir ücrete tabi olduğunu hatırlatayım. Kale, şehre oldukça hakim olduğundan harika bir manzarası var. İnsan saatlerce orada kalıp fotoğraf çekebilir. Kale ortasında şu an saçma sapan sergiler yapılan tahminime göre eskiden cephanelik olan bir yer var. Bu gezide en mantıklı hareket araba vb yi park edip (park yunanistanda en büyük sorun, özellikle selanikte bunu daha net göreceksiniz) yürüyerek kaleye çıkmak. Yoksa arabayla kaleye çıkmak tam bir işkence. Hem etrafı göremiyorsunuz hem de karşıdan gelen bir arabanın şoförüyle münakaşa edebiliyorsunuz. (Yunanlılar oldukça gürültücü böyle durumlarda, ama iş fiziki mücadeleye varmıyor.)
Kavala tarihine bakarsak şehri Konstantin kurmuş. İlk iş olarak surları ördürmüş. Kale için Venedik yapısı denilse de daha önceden Bizans yada Roma yapısı bir kale olması muhtemel. (Bu benim şahsi fikrim, egede her sahilde kale yapan zihniyet Kavala gibi bir limanda neden yapmamış olsun ki) Neyse bizimkiler şehri alınca surları yıktırmış ama kaleyi berkitmeyi ihmal etmemiş. Kalede az asker bırakıldığını gören Venedikliler şehri ele geçirmiş. Osmanlının yanıtı bu kez sert olmuş.15,000 süvari ve çok sayıda piyadeyle şehri yirmi günlük bir kuşatmadan sonra tekrar ele geçirmiş. Sürenin bu kadar uzun olmasının nedeni göreceksiniz kalenin konumu. Ben olsaydım yeniçeriler ile saldırırdım. Kaleye atlılarla saldırmak çılgınlık ,büyük bir cesaret gerektirmekte. Ama şehrin konumu dışında o dönemde bir zenginliğinin olmaması yeniçerilerin savaşmamasına neden olmuş olabilir. (Yeniçeriler, savaşları ve savaşlardaki psikolojik etkileri dışındaki tesirleri başka tartışmaların konuları). Şehir Kanuni zamanında oldukça büyümüş ve son sur kalıntıları da bu dönemde yıktırılmış. Selanik‘in büyük bir ticaret merkezi olması nedeniyle zenginlik ve refah buraya da yansımış. Tabii ki Trakyadaki tüm Bizans şehirleri gibi 4.haçlı seferlerinde yakılmış, yıkılmış ve halkı çoluk çocuk katledilmiş.
Şehirde güzel plajlar var. Varış saatimiz itibariyle pek gezemedim ve sahillerini inceleyemedim. Uzaktan gördüğüm kadarıyla oldukça güzel kumsallar varsa da denizinin oldukça yosunlu ve derin olduğu söylenmekte.
Kurabiyeleriyle meşhur şehrin hemen karşısında feribotla yarım saatte ulaşılabilen Taşoz adası var.
Selanik
Kavaladan sonraki durak Selanik. Aslında gidişe göre yolun solunda iki büyükçe sayılabilicek şehir geçiyorsunuz. Sanırım bunlardan biri Christopolis. Kavala belediyesinin sitesinde buradan da bahsetmekte. Zaten Selanik ‘e değin yolda çeşitli Bizans harabelerinin varlığını gösterir tabelalar var. Dediğim gibi bu mevkide artık hususi araçla seyahat mümkün gibi.
Selanik tek günde gezilebilicek bir şehir değil kesinlikle. Tahminen sıkı bir gece yaşantısı olmalı. İdari olarak Makedonya bölgesinin başkenti. Öte yandan Makedonya Cumhuriyeti paralarında bile Selanikteki beyaz kuleyi göstermekte, şehrin Yunan işgalinde olduğunda ısrar etmekte. Her ne kadar Yunanistan tüm komşularıyla sorunlu olsa da bu Arnavut ve Makedonların da kaşındığı yadsınamaz.
Selanik İskender ‘in generallerinden birinin kızının adına atfen verilmiş bir isim. Köklü bir tarihi var. Sahilde büyük iskender ‘in at üzerinde durduğu bir heykel, bir iki sokak ötesinde de babası Filip ‘in başka bir heykeli görülebilir. Şehrin orta yerinde 3.yy dan kalmakta olan Roma imparatoru Gallerius ‘a ait bir sarayın kalıntıları var. Saray ücretsiz olarak gezilmekte. Saray kompleksi oldukça büyük bir alanı kapsamakta. Şehir Bizans tarihinde de önemli bir yere sahip. 1204 işgalinden sonra bu şehirde de bir rum prensliği kuruldu. Bu prenslik konstantin dragezes tarafından yıkıldı. Günümüzde de Bizans kültürü ve tarihi üzerine yapılan araştırmalarda şehir söz sahibi. Zaten kuleye yakın yerde bir Bizans müzesi var.
Şehir İzmir ‘in küçük bir modeli. Zaten eskiden izmirin kızkardeşi olarak da adlandırılmaktaydı. Gözünüzde bir kordon ve ona paralel üç cadde hayal edin. Temelde Selanik bu. En dıştaki caddenin sonunda Türk elçiliği ve bahçesinde Atatürk ‘ün evi var. Zaten selanikte kalan tek Türk evi de bu olmalı. Resimlerden göreceğiniz gibi hoş, şirin bir yapı. İçi Dolmabahçe ve Topkapı sarayından getirilen eşyalarla dekore edilmiş. Ama tavan vb orijinal. Kartonpiyerler vb atamızın zevkli bir ailenin çocuğu olduğunu gösteriyor. Anı defterine Tayyip gelip yırtıyor diye bir şey yazmadım. İnsan durup düşünüyor o şartları. Görünen o ki zengin bir aile imiş. Bununla beraber altı kardeşten sadece ikisi hayatta kalabilmiş. Bu şartların zorluluğunun işareti. Her şeye rağmen bir dünya gücü olan Osmanlının en büyük üçüncü şehrinde zengin bir aile bile %33 oranında çocuğunu yaşatabilmiş. Şükredilecek bir durum.
Evden sahile doğru yürürken karşınıza Selanik ‘in surlarından kalanlar çıkacak. Pek bir şey kalmamış. Ama tek sırada olsa oldukça kalın duvarlar. İnanılmaz bir şey. Şehir akıncılara kolaylıkla teslim olmuş. Solunuzda yine Osmanlıdan kalan 19.yy yapılarından biri daha durmakta. Zaten Yunanistandaki pek çok devlet dairesi vb dönemin binaları. Selanikte de bunlardan çok var. (Geçenlerde Osmanlı dönemi Selanik gravür ve kartpostallarının olduğu yadigar-ı Selanik isimli bir araştırma yayınlandı)
Diğer iki cadde ve bunları dik kesen caddeler üzerinde pek çok güzel dükkan ve mağaza yer almakta. 5-6 katlı binaların üzerinde bir iki kat terasda mevcut. Zaten Yunanlılar terassız en azından balkonsuz bir ev hayal edememekte. Evler tek tek ele alındığında oldukça güzel olsalarda bir aradayken göz yormaktalar. İlk caddenin üzerinde Aya Sofya ki buda oldukça meşhur bir kilisedir. Rivayetlere göre aya Sofya başlangıçta kiliseyken bile sarnıcında paganist ayinler yapılmaktaymış, Rotunda, zafer takı, 890 lı yıllarda inşa edilmiş ama içine giremediğim bir kilise var .Yine zafer takı yakınlarında yeni yapılmış bir kilise daha var. Orjinal Bizans kilisesi ile yeni dönem benzerlerini ayırt edebilmek için çan kulesinin olup olmadığına bakın. Orijinallerde çan kulesi yoktur. (Kalenderhane, Gül Cami vb) Çan kulesi simetriyi bozar, yapıldıkları tarihte önemli olan kubbe genişliği ve yükseklikleri olduğundan simetri ön plana çıkarılmış. (Aya sofya ‘nın kubbesi simetrik değil diyecek kişilere yanıt, Aya Sofya romadır,aya irini, küçük Ayasofya romadır; pantokrator, kalenderhane bizanstır.) Rotunda ilginç bir yapı. Aslında Gallerius ‘un sarayının bir parçası olan bir paganist tapınağı iken 4.yy da kiliseye,16 yy da camiye çevrilmiş. İlginç, alışılagelmemiş bir minaresi var.
Sahil dediğim gibi kordona benzemekte. Kıyıda İskender heykelinin yakınlarında şehrin simgesi olan Beyaz Kule var. Kule aslında şehir surlarının güneybatı burcu. Osmanlı zamanında nezarethane olarak kullanıldıysa da Yunanlılar burada işkence yapıldığından bahsetmekte. 2007 ortalarına dek restorasyon çalışmaları sebebiyle kapalı. Sahilde çok güzel kafeler var. Selanik ‘in üstlerinde panorama denilen bir yer daha var. Ama en çok anlatılan yer Halkidikya tarafları.
Selanik yakınlarında Drama, Seres gibi Osmanlı tarihinde sıkça adı anılan şehirler bulunmakta. Buralara fırsat bulursanız uğrarsınız.
Yunanistan güzel bir ülke. Selanikten ötelerin daha da güzel olduğu söyleniyor. Kısmet başka bahara.
Azınlık olmak zor zenaat. Ama Türkiyeden ötelerde Türk azınlık olmak çok zor. Değişik bir kasvet, değişik bir burukluk sizi sarmakta. Görünmez eller sizi görünmez zincirlerle sarmakta. Mezar taşları tahrip edilip camiler, minareler yıkılsa da hala anılarda, belleklerde saklı çok şey var. Evet, onlarda silinmekte, yeni kuşaklar Filistinin, arabistanın bir zamanlar bizim olduğunu unutmuş gibi.
Yunanlıları seversiniz ya da nefret edersiniz, sizin yorumunuz. Ama Yunanlılardan örnek alınacaklar, ders alınacaklar da var. Sadece sakin kafayla tarihi okuyup tarafsızca yorumlamanız gerekli.