Katanya
Başlangıçta Sicilya, planlarımın arasında ama başlarında değildi. Arkadaşlardan birisi baba filminden ötürü başımın etini yemeye başlarken THY de 99 eurodan gidiş dönüş Katanya uçuşu da eklemez mi? Hemen bir plan yaptım ve biletleri aldım. Başka arkadaşlarda bize katılınca grup büyüdü ve iki arabadan oluşan bir konvoya döndü. Ulaşım ile ilgili kısımlar ise değişiverdi birden haliyle.
Şarkılarından tek bir kelime bile anlamadığım Carmen Consoli‘nin memleketi Katanya’nın kapısında, havalimanındayız. Daha en başından ilginç bir memlekete vardığımız belli oluyor. Kiralık araç bürosu problem çıkarıyor hemen. Ehliyetler AB standardında değilmiş. “Bu durumda ne olur ki?” diye sorulduğunda verilen cevaplar bile tutarlı değil. Polis durdurursa problem olurmuş anladığım kadarıyla. “Burası İtalya polise rüşvet veririm” diyorum. Görevli kadın “Hayır, burası Sicilya ama polise rüşvet verebilirsin” diyor. Karşılıklı ağır dozda küfürleşiyoruz. Bizim arkadaşlar aradaki farkı ödüyorlar biz kapıştığımızla kalıyoruz kadınla.
Yollara düşüyoruz, epeyce zaman kaybettik. Kurak topraklar ve insanlığın başarısı büyük binaları aşarak eski kent kısmına giriyoruz. Arkadaşların oteli şehrin öteki kısmında. Eşyaları bırakıp katedralin önünde buluşacağız.
Sokağı kolaylıkla buluyorum. Ama otelin giriş kapısı ortada yok. Sokağın başına dönüp orada çalışan demircilere soruyorum. Tek kelime İngilizce yok adamlarda ama otel isminden bir şeyler anlatıyorlar. Nasıl boş boş baktıysam adamlardan biri beni çekip otelin girişine götürüyor. Çelik kapı duvarla neredeyse bir olduğundan ben anlamamışım.
Katanya bir zamanlar deniz kıyısında olmasına rağmen günümüzde içerilerde kalmış bir yerleşim. Etna Yanardağı patladıkça lavlar şehri denizden uzaklaştırmış. 1669 patlaması hem tüm şehri kaplamış hem de 12000 kişiyi öldürüvermiş bir seferde. Ardından 1693 ‘te bir deprem 20000 kişiyi almış. Onun dışında standart Akdeniz tarihi burada da geçerli. Yunanlılar kurmuş, Romalılar gelmiş, Bizanslılar almış, Araplar yönetmiş, Hristiyanlar gelmiş, Müslüman korsanlar uğramış arada şeklinde.
Buluşacağımız yer olan Duomo yani Katedral Meydanı’na giderken bana yardım eden demircilerle selamlaşıyoruz. İlk olarak balık çarşısını geçiyoruz.
Defalarca buraya geldik. Gelinmeli de… Sabahın köründe yeni yeni kurulurken ki koşuşturmaca seyredilmeli. Raflar dizildikten sonra satışa başlandığı zaman maharetli ellerin boy boy, çeşit çeşit balığı ayıklayıp parçalayışı izlenmeli. Öğleden sonra artıkların kokusu ile beraber fiyatların düşüşü ve pazarın tenhalaşmasını da… Akdeniz ‘in ne kadar bereketli olduğunu görüyorsunuz. Bu denli çeşitli balık, deniz kabuklusu… Bizde de aynı deniz var. Ama balıkların çoğunu tanımıyorum. Yumuşakçaların ise haddi hesabı yok.
Pazarcı her yerde aynı. Bağıra çağıra mallarını satmakla meşguller. Tezgahlara bakarken size bir ikram gelebiliyor ansızın. Tabii ki bu istridye değil de genel de bir şeyler sıkılmış bir sümüklü böcek oluyor. Tabii ben bundan kaçınıyorum ama başka birileri daveti kendilerine yapılmış kabul ederek tadıyorlar bu ikramı hemencecik.
Bu pazar salt balık daha doğrusu deniz ürünlerinin pazarlandığı bir mekan değil. Ara sokaklara kadar giriyor. Tarlalardan toplanmış meyveler, sebzeler de var burada. Özellikle buranın limonu bir acayip. Greyfurt boyunda bir limon ama üç dört santimi kabuk. Gerçi Sicilyalı buna da bir çözüm bulmuş. Sarı dış kabuk olabildiğince ince bir şekilde pamuk beyazı iç kısımdan ayrılıp çöpe gidiyor ve kalan beyaz iç kısım şekere banılarak yeniliyor.
Şehir küçük ama gezilecek o kadar çok yer var ki zaman akıp geçiyor burada. Her yer neredeyse birbirine bitişik. Farkına varmadan katedrale ulaşmışız bile. Bizim arkadaşlar henüz gelmemiş bile. Katedrale zıplıyoruz hemen. İçi pek canlı değil. Dışarıda bizimkileri görüyoruz.
Katedral meydanı şehrin kalbi. Şehrin simgesi olan fil heykeli de zaten burada. Bizim Acıbadem girişindeki fil gibi büyük bir şey değil. Haydi, onun yavrusu diyelim. Sırtına bir de dikilitaş yerleştirmişler. Romalılar döneminden beri şehrin simgesi fil. Rivayete göre bu fil Etna’nın patlamalarına karşı bir güce sahip. Hatta bana tarihi anlatan satıcı bir amcanın dediğine göre 1740 ‘tan bu heykel buraya konmuş ve bir daha şehre lavlar ulaşamamış.
Her yaştan insan burada. – Genelde yaşlılar – Burada yer alan turist trenine binerek şehri gezmeniz de mümkün.
Katedral şehrin azizesi Agata adına yapılmış. Roma Orduları ilerlerken Agata kendini feda etmiş. Romalılar kadının göğüslerini canlı canlı kopartmış ve kor ateşlerin üzerinde kadını pişirmişler. Ama kadın inancından vazgeçmemiş. Katedral tipik İtalyan mimarisine sahipse de Toskana’daki gibi ihtişamlı değil. İçindeki pek çok kolon Roma Tiyatrosu’ndan aşırılmış.
Buradan uzanan cadde ise Etna Caddesi. Rivayete göre bizim Bağdat Caddesi nasıl ta Bağdat’a kadar gidiyorsa bu cadde de Etna Yanardağı’na kadar gidiyormuş.
Cadde üzerinde Roma kalıntıları da var. Elbette ki bunlar da adanın kendi renginde.
Etna Caddesi şehrin kalbi olan Duomo Meydanı’na yaşamı taşıyan bir arter vazifesi görmekte. Cadde, sağlı sollu kafeler, mağazalar, akla gelen ne varsa onunla dolu. Güvenlikten yana ise bir sorun yok. Bize Sicilya böyle anlatılmamıştı ki hiç.
Diğer büyük meydan ise bir zamanlar deniz kıyısında yer alan kale meydanı. Kalenin adı Ursino Kalesi. Ursus Latince “ayı” demek olduğuna göre bununda benzeri bir anlamı olmalı. Kale heybetli bir yapı ama gerek 1669 patlaması gerekse 1693 depreminden aldığı hasarlar nedeniyle önemini yitirmiş. O tarihten sonra içeride sağlam bir karakol ve şehrin en aristokrat ailesi olan Biskarilerin evi haline gelmiş. Günümüzde ise müze.
Buraya açılan yollar ise turistik değil halkın mekanları. Misal buraya açılan uzunca bir sokak sadece cenaze levazımatçılarına ait. Yol boyunca pek iç açıcı bir manzara var anlayacağınız.