Gün 2
Sabahın erken saatinde kalkıyoruz. Pencereden büyük limana bakınıyorum. Balıkçı tekneleri açıklardan geri gelmekte.
Otelin en altındaki salonda kahvaltıyı aradan çıkarıyoruz. Gayet iyi, şaşırtıcı derecede iyi. Ben bizimkiler eşyaları alırken resepsiyondaki adamla laflıyorum biraz. Rivayete göre Maltalılar Türklerden hoşlanmıyor yada bir şekilde dalga geçiyormuş. Bunu soruyorum. “Beş yüz sene olmuş” diyor ve ekliyor “kafamıza bomba yağdıran Almanlar varken Türkleri düşünmemiz için bir sebep yok”.
Otobüs duraklarına gidiyoruz cümbür cemaat. Bizi Marsaxlokk denilen kasabaya götüren 85 numaralı otobüse atlıyoruz. (81 numarada gidiyor) Yarım saati aşıyor yolculuk. Yol boyunca türlü türlü ara sokaktan geçiliyor. Gezinin asıl vakit kaybettiren unsuru bu.
Marsaxlokk bir balıkçı kasabası. Pazar günleri çok büyük bir pazarı varmış; gerçi, biz oraya vardığımızda da epeyce büyük bir pazar vardı. Türlü türlü ıvır zıvırdan tutun ne ararsanız yetmiş iki milletten insan size satıyor bunları.
Burada balıkçı pazarının yanı sıra meşhur olan diğer bir unsurda “luzzu” denilen tekneler. Bu tekneler, parlak, sarı, mavi, yeşil ve kırmızı renklerle boyanmış önlerinde “Horus’un Gözü” nü andıran şekle sahip. Bir de bunların önleri ve arkaları daha da düz olan bir versiyonu var ki ona da “kajjik” deniyor.
Marsaxlokk büyükçe bir koyun içinde yer alan küçük bir koy olarak betimlenebilir. Az kişinin bildiği, 1614 yılında yapılan son çıkartma buraya yapılır. Osmanlı askeri kasabayı 7000 kişi ile basar, ortalığı yakıp yıkar ve Sn. Lucian Kalesi’ni kuşatırlar. Ancak şövalyeler kalabalık bir kuvvetle bizimkileri püskürtür.
Aslında burası 1565 kuşatmasında da kullanılacakken Lala Mustafa Paşa Piyale Paşa’nın bu isteğine karşı gelir; ona göre burada yapılacak üsten kalelere doğru nakliye güvensiz ve zorlu olacaktır. O nedenle Elmo Kalesi’ni tercih eder. Orduya sonradan katılan Turgut Reis de bunu tasvip etmese de ordunun ağır topları çoktan karaya çıkartıldığı için durumu kabullenmek zorunda kalır.
Biz öncelikli olarak pazarı turladık bir güzel. Sağlam da yorulduk haliyle. Kıyıda ilerledik, her şeyin bittiği yerde sonsuzmuş gibi bir kumsal uzanmakta. Ama denize giren bir Allah’ın kulu yok nedense. Ara sokaklara girip büyücek bir kiliseyi de yoklayıp dönüşe geçtik.
Dönüşte yolumuzun üzerinde “üç kentler“ denilen yerleşime uğrayacağız. Yerel ismi “Cottonera”. Birbirine bitişik, Cospicua (Bormla), Vittoriosa (Birgu) ve Senglea (L’Isla) denilen üç kale ve uzantısı olarak kabul edilebilecek kasaba zamanla birleşerek tek bir yerleşime dönüşmüş. Özellikle Birgu üzerinde yer alan Sn. Angelo Kalesi Türk Ordusu’nu eriten yer olarak anılabilir. Bu kaleye de giremedik ama bu atalarımızın can verdiği yerlerde onların ruhlarına dua etmemize engel olamadı elbette.
Yerleşim olarak buraların pek bir numarası yok. Büyükçe bir yer var. Engizatör ‘ün Sarayı olarak geçiyor. Onun dışında güzel restoranlar ve epeyce zengin insanların teknelerini bıraktıkları limanını gezerek – gıpta ederek- yürüyerek otele döndük.