Bir hayal birazdan gerçek olacak. Birazdan ineceğimiz, yukarıdan bakıldığında epeyce kıraç görünen ada Malta.
Üç ada ki birinde yaşam yok. En azından gün batıp turistler gidince durum böyle. Biz Türkler için epey önemli bir yerleşim. Defalarca yaptığımız kuşatmalar, İngilizlerce taşınan ve sürgün olarak tutulan İttihatçılar… Öyle ki bu esaret sırasında ölen Türkler için bir şehitlik dahi var. Şaşırtıcı olan ise bu şehitlik kapalı.
Bana gelirsek… Erich von Daniken kitapları, bizim başarısız kuşatma ve bizim tanımadığımız halbuki BM ‘de resmi bir statüsü bulunan SMOM ‘u ile ilgimi çekiyordu. Bu küçücük ada Fenikeliler, Yunanlılar ve Romalılar derken Araplar tarafından da yönetilmiş uzunca bir süre. Öyle ki Malta dilindeki merhaba sözcüğünün karşılığı “marhba” diye bir kelime. Daha pek çok Arapça türevi sözcük adamların dillerine işlemiş. Sonrasında Trablus’tan kovalanan Hospital Şövalyeleri burayı kendilerine yurt edinmiş. Napolyon ‘a kadar burada kalmışlar. Napolyon’u İngilizler sepetlemiş ve 1964 ‘e dek adayı ellerinde tutmuşlar. Arada Almanlar bombaya boğmuş bu küçücük adayı. Bunca millet gelip geçmiş ama en önemli günleri hangisi derseniz söyleyeyim hemen. 8 Eylül. 1565 yılındaki Türk Kuşatması’nın kaldırıldığı gün.
İndik. Kısa sürede de pasaport işlemlerini hallettik. Adam başı 1,5 euroya Valletta girişindeki otobüs duraklarına ulaşabiliyorsunuz. Bu küçücük adada bile havalimanından merkeze ulaşım bir saate yakın sürüyor.
Ana otobüs durağı Valetta surlarının hemen dışında kalan bir yer. Görünümü ile Avrupa’dan çok bir Afrika ülkesinin pazar yerini andırıyor. Bunda elbette ki yerli halkın esmerliği kadar Afrikalı ve Arap göçmenlerin azımsanamayacak kalabalığının da etkisi var elbette.
Oteli bulduk. Otelimiz büyük limanı tepeden gören, normalde rastlantı eseri çok büyük bir indirim yaptığı bir ana denk gelmesem yanına bile yaklaşamayacağımız bir yerdi. Eşyaları bırakıp hemen keşfe çıkıverdik. Valetta‘yı şöyle bir anlatıvereyim.
Aslında burası oldukça yeni bir yerleşim. Bizimkilerin kuşatma yaptığı zaman burada küçük bir köyün olduğu söyleniyor. Bu burnun ucunda da St. Elmo Kalesi var. 1500 ‘lerden önce burada küçük bir kule varmış.
Aslında Rodos’tan sökülen Hospitaller önce Trablus’a yerleşmişler. Turgut Reis onları buradan da sürünce Malta’ya topuklamışlar. Malta o zaman çokta önemli olmayan bir yerleşim iken şövalyelerin gelişiyle kalkınmış. Zayıf kaleler sağlamlaştırılıp büyütülmüş yada yenileri inşa edilmiş. Adanın etrafına yaklaşık bir km aralıkla gözetleme kuleleri inşa edilip düşman saldırısı sırasında gelen ilk haber ile yarım saatte güçlü bir birliğin desteğe gelebileceği karakollar oluşturulmuş.
Ama tüm bu savunma unsurları sadece Malta adasına yapılıp Gozo ‘ya yapılmamış. 1551 ‘de Turgut Reis Gozo ‘yu yağmalayınca adanın nüfusu 200 kişiye dek düşmüş. Savunma binalarının inşası, Gozo Adası’nın yeniden nüfusunun arttırılması için şövalyelerin yerli halkı zorlamaları nedeniyle yerli halkın – diğer yerleşimlerde de olduğu gibi- şövalyelere hınçlanması ile sonuçlanmış.
Ana giriş kapısından kaleye dek upuzun bir cadde oluşturulmuş. Günümüzde de şehrin ana caddesi burası. Bu caddeye paralel giden sağlı sollu birkaç cadde ise bu ana caddenin yükünü almaya çalışmış sanki. Ana caddeyi kesen ara sokaklar ise insanı rahatsız eden merdivenlere sahip. Bunun nedeni de herhangi bir şekilde Türk çıkartması surları aşarsa nakliyenin zorlaşması ve askerlerin içlere ilerlemesinin yavaşlaması içinmiş.
Neyse, ana kapıdan girdiğinizde karşınıza çıkan Özgürlük Meydanını devam ettiğinizde Cumhuriyet Caddesi’ne ulaşırsınız. McDonald’s, Burger King bu cadde üzerindedir ve gene bu cadde üzerinde her bir hediyelikçi türlü fiyattan bir şeyler satar. Şövalye figürleri elbette ki ön sıradadır. Öyle ki sadece Malta için üretilen “Grand master” legosu bile vardır.
İlk uğranabilecek yerler arkeoloji müzesidir. “Vay be ” dedirtecek bir şeyler olmasa da bu ilginç adanın en az kendi kadar ilginç olan tarihinden kalan nesneleri görebilirsiniz. En azından sergileme konusunda başarılı olduklarını belirtmeliyim.
Yola devam ettiğinizde bu kez şehrin katedrali olan St. John ‘a ulaşırsınız. Gerçekten içi gayet zengin görünümlü bir yapıdır. Özellikle içinde Caravaggio’nun “Aziz Yahya (St John)’nın kafasının kesilmesi tablosu” ilgi çekicidir. Ayrıca burası üst düzey şövalyelerin –La Valletta da dahil- mezar kilisesidir.
Bu binanın hemen yanında ise şehri gezdiren turist arabaları kalkıyor yarım saatte bir.
Devam ettiğinizde ise küçük bir meydana daha ulaşıyorsunuz. Bu meydan da geceleri su gösterileri yapılmakta. Karşısında ise Grand master sarayı bulunmakta. Girişi pahalıca da olsa Malta Şövalyeleri denilen güruhun tarihçesine hakim olabiliyorsunuz.
Yol üzerinde Malta Meclisi’ni de gördük. Malta’yı yöneten tipler gayet sırada tipler. Kimsenin adamları umursadığı yok. Sadece çıkış saatinde haliyle toplu olarak çıktıkları için binanın fotoğrafını çeken turistleri illet ediyorlar.
Neyse, yukarıda belirttiğim meydanı aşıp yola devam ettiğinizde artık yokuş aşağı iniyorsunuz ve meşhur St Elmo Kalesi’ne varıyorsunuz. Burasının şöyle bir önemi var. Türk Ordusu’nun ele geçirdiği tek kale burası. Uzun bir kuşatmanın ardından üstelik başta Turgut Reis gibi büyük bir kumandan ve binlerce askerin kaybıyla sağlanabilmiş bu geçici başarı. Fakat kuşatma kaldırıldığında bırakılmış öylece. Biz gittiğimizde gene restorasyon var diye giremedik içine. Epeyce bozuldum, anlaşılan Türk milletinin buraya kolayca girebilmesi mümkün değil.
Koyun ortasında üzerinde kalesi ile Manoel Adası bulunurken diğer ucunda ise bizim için önemli bir yer var. Burası Turgut Reis ‘in şehit düştüğü Dragut Point. Uzaklardan duamı gönderiyorum tüm şehitlerimize. Buraya küçük bir kale yerleştirmişler bizden sonraları. Hala kalıntıları durmakta. Tüm bunların arka planı ise bizi aratmayacak bir betonlaşma.
Ufak tefek bir yer dedik ama yürürken yorulmuşuz. Yemek için Burger King ‘e zıplıyoruz. Buranın yerel firması “Kinky” yi deniyoruz. Sanırım turunç gibi bir şeyin suyu. Beş para etmez bir içecek.