Satyricon ‘da “işler ters gitmeye görsün ” diye başlayan bir bölüm vardır. İşler hele bir ters gitmeye başlasın durdurmak epeyce güçleşir.
Bizim içinde durum pek farklı olmadı. Saat 9 gibi çıkarız, kendi başımıza gezeriz derken, nasıl olsa turda bizi götürüyor; gidiş dönüş ulaşımı için boşa masraf yapmayalım dedik. Demez olaydık J
Kısaca ama çok kısaca Floransa’dan bahsedelim. Etrafı epeyce termal ile dolu olduğu için Romalılar lejyonerlerin dinlenebilmesi için burada epeyce kaplıca kurmuşlar. Şehir Fiorentia adıyla Ceasar tarafından kuruldu. Böylece lejyonerler Roma’dan hem uzak tutulmuş hem de gerektiğinde çabucak toparlanacak kadar da yakında bekletilmiş. Tipik Romalı aklı.
Roma’nın batı kıyısı dağılınca tüm Toscana da zamanla şehir devletleri kurulmuş. Floransalılar bankacılık ve dokumacılık ile uğraşan bir cumhuriyetken Medici ailesi başa gelmiş ve akılcıl hamleler ve entrikalarla ilkin diğer Toscana şehirlerini gerek savaşlar gerekse zorlamalarla kendilerine bağlamışlar. Mediciler döneminde şehir rönesansın başkenti olmuş. Maddi güç (ki ilginç örneklerine yer vereceğiz ilerleyen satırlarda) pek çok sanatçının buraya gelmesine yada getirtilmesine vesile olmuş. Bunların başında Medici ailesinin yanında yaşayan ve onların istediği tüm eserleri yapan Michaelangelo gelmekte.
Şehrin simgesi zambak çiçeği. İtalyanlar Firenze demekte. İtalyan birliği kurulduğunda ilk başkent burası olmuş. İtalyancanın en iyi konuşulduğu yerin burası olduğu söylenmekte. Ayrıca Floransalılar parayla o kadar içli dışlı olmuş ki bugün pek çok ülkenin para birimi olan Florin şehrin adından türemiş.
Otobandan Toscana ‘nın dağlarını, tepelerini aşarak bir müddet yol aldık. Yol kenarlarında büyük saksılar içinde ağaçlar sıralanmış. Öğrendik ki İtalyada orman yangınlarından sonra devlet bu adamlardan yetişkin ağaçları alıp yanık bölgelere ekermiş. Böylece orman alanının geri kazanımı daha başarılı ve hızlı olmakta. Neyse Floransa ‘ya geldik ama şehrin girişini bulamadığımız için şoförümüz sayesinde epeyce zaman kaybettik. Trenle gitmiş olsaydık şehir içinde yaklaşık 12 km. lik bir yürüyüşle kendi göbek bağımızı kendimiz kesmiş olacaktık. Olmadı.
Önce Arno nehrinden bahsedeyim. Bir gün önce Pisada gayet sakince akan nehir Floransa da biraz acımasızca akabilen bir nehir. Nehrin geniş bir yatağı var. Vlatava ‘daki gibi taşkınlarda nehrin hızını dizginleyebilmek için kimi yerlerine setler inşa edilmiş. Son büyük taşkın 1966‘da olmuş. Suyun yükselişinin anısına bir plaket Santa Croce meydanının köşesine çakılmış. Taşkın olacağı yetkililer tarafından öğrenilince durum sadece Ponte Vecchio ‘daki kuyumcu dükkanlarına bildirilmiş. Ölen sayısı için net bilgi yok ama tarihi eserlerin aldığı zararın hesaplanması pek mümkün değil gibi.
Neyse nehre dönelim. Güney kıyısında, nehir boyunca dizili duran ve bakıma ihtiyacı olduğu her halinden belli binalar ve nehir yatağının kenarında birikmiş toprak alanlarda balık tutan yada tutarmışcasına takılan kişiler güzel manzaranın parçaları.
Ayrıca bulunduğumuz noktadan nehrin iki kıyısındaki Roma dönemi iki burç görülebilmekte. Hoş bir detayda şu. Nehir kıyısındaki aydınlatma direklerinde lambaları taşıyan direkleri bir kaplumbağa sırtlamakta.
Şehre doğru yürüyoruz. Solumuzda Arno, askeri hapishaneyi geçtikten sonra önce kütüphanenin güzel binasının önünden geçip Santa Croce meydanının önündeki meydana ulaşıyoruz. Santa Croce kutsal haç anlamına gelmekte. Beyaz, İtalyan mermeri dediğim malzemeden neo gotik tarzda bir ön cephesi var. Üç giriş kapısı bulunmakta ve alışıldığı gibi ortadaki kapının gerek işlemeleri gerekse üstündeki mermerleri diğerlerinden daha da güzel ve zarif. Çan kulesi 1512 ‘de yıldırım çarpması sonucu yıkılınca 1842 ‘de bu görülen kule inşa edilmiş. Güzel görünümü, dünyanın en büyük Fransisken kilisesi olması gibi özelliklerinin yanısıra Floransalı Galileo, Machiavelli, Michaelangelo gibi pek çok ünlüye de son uykularında eşlik etmekte. Kilisenin içine giremedik. Önünde epeyce bir sıra olduğu için sonra gireriz dedik, giremedik. Böylelikle Stendhal sendromuna yakalanmaktan da kurtulduk. Gerçekten de böyle bir hastalık var. Stendhal efendi Floransa’ya gelip de duomoydu, campanileydi deyip gezip bir de buraya gelince başı dönmüş kendinden geçmiş. 1979 ‘da literatüre girmiş.
Buradan Signora Meydanı’na ulaşmak için yola düşüyoruz. Dar sokaklardan birinden geçerken şehrin adliye sarayını görüyoruz. Gerçekten harika, saray gibi bir bina bu.
Signora Meydanı şehrin kalbi. Tahminimce Floransa insandan çok heykel barındıran bir şehir. Meydan bir çok heykel ve anıta ev sahipliği yaptığı gibi Savonarola gibi önemli kişilerin idamlarına da ev sahipliği yapmış.
Önce arkadan Fontana di Nettuno ‘yu görüyoruz. Ammannati tarafından 1575 yılında Toskana devletçiklerinin deniz zaferlerini nitelemek amacıyla yapılmış. Dört atın çektiği istiridyeden bir arabanın içinde Neptün görülür. Yanında 1. Cosimo ‘nun at üzerindeki heykeli bulunur. Cosimo için Medicileri tefecilikten otoriter bir güce kavuşturan adam denilebilir. Paraya hükmeden herkes gibi biraz deli, biraz menfaatçi ama tamamen fırsatçı bir kişiydi. Kimseye güvenmediği için Palazzo Vecchio ‘ya kadar karşıdaki Palazzo Pitti ‘den gizli bir yolu Vasari ye yaptırdı. Paranoyaklığı nedeniyle karısıda dahil pek çok kişiyi ortadan kaldırdı. Bir kuşak öncesinde gelen Lorenzo ‘da pek farklı değildi. Fatih ‘in İtalya seferini haber alır almaz hemen ön tarafında Fatih ‘in arkasında kendi yüzünün yer aldığı altın paraları bastırmıştı.
Ayrıca sarayın dış duvarlarındaki çıkmalarda Toskana’da yer alan ve Floransa’ya tabi olan şehir devletlerinin armalarını görebilirsiniz.
Fakat meydanın en güzel köşesi Loggia dei Lanzi ‘nin altındaki heykellerle dolu kısım. 1382 yılında Orcagna tarafından tasarlanmış. Burada Cosimo ‘nun silahlı muhafızları yer alırmış. Buradaki en ünlü heykellerin başında Giambologna ‘nın yaptığı Sabinli kadınların kaçırılışı heykeli. Bu en sağda yer almakta. En solda ise Cellini tarafından yapılmış Perseus heykeli var. Bu Cosimo ‘nun düşmanlarının başına gelenlerin nitelendirilmesini güden bir eser. Arka sırada ise Roma imparatorlarına ait olduğu sanılan heykeller var. Alana giriş için iki Floransa aslanının arasından geçmeniz gerekli.
Ayrıca arayın girişine yakın Davud heykelinin replikası görülebilir.
Uffizi ‘ye yöneliyoruz. Uffizi ofisler demek. Cosimo ‘nun çalışmalarını yapabilmesi için kullandığı bu mekanın da tasarımı Vasari ‘ye ait. Buontalenti ve Parigi de çeşitli eklemeler yapmış. İçerisinde pek çok meşhur eser sergilenir. Boticelli ‘nin Venüs ‘ün Doğuşu da bunlardan biridir.
Ponte Vecchio yani namı diğer eski köprü. Kendi gibi dünyadaki üzerinde dükkanlar olan dört köprüden en meşhuru. Bizde bunun ufak bir versiyonu olan Irgandı Köprüsü var. Köprü ilkin 972 ‘de ahşaptan yapılır ama 1117 ‘de seller götürür. Ardından taş destekli yapılan köprüde 1333 ‘de yangına kurban gider. 1345 ‘te bu son hali inşa edilir ve 1565 ‘te Vasari koridoru ekler. Yapıldığında kasaplar, dericiler ve aşk tacirlerinin yer aldığı dükkanlar 1.Ferdinando zamanında boşaltılıp kuyumcular vb yerleştirilmiş. Santa Trinita köprüsüne bakan taraftaki boşlukta Cellini diye birinin büstü var. Bunun ilginçliği ise üzerindeki kilitler. Bir kilit asıyorsunuz ve bir daha geldiğinizde bulup açıyorsunuz.
Buradan duomoya gitmek için gene sokaklara dalıyoruz. Piazza della Republica meydanından geçiyoruz. Burada zafer takı gibi kemerli devasa bir yapı iki benzer binayı birbirine bağlıyor. Başkaca bir numarası yok.
Artık duomo ile yüz yüzeyiz. Önce tam önünde yer alan Vaftizhaneyi anlatalım. Dante gibi önemli kişilerinde vaftiz edildiği yapının tarihçesi 4. yy ’a dek uzanmakta.Yapının kapıları meşhur. 1401 ‘de şehrin vebadan kurtuluşunu kutlamak için bir yarışma açılır. Yarışmaya büyük sanatçılar katılır ve yarışı Ghiberti kazanır. Kuzey kapılarını 21 yılda tamamlar. Bunun üzerine günümüzde Cennet Kapıları da denilen doğu kapılarını yapmaya başlar ve bunu otuz senede tamamlar. Kapı on rölyef panoyu içermekte. Panoların hepsi incildeki temaları betimlemekte. Kaynaklarda bronz olarak geçen ama benim altın sandığım kapıların orijinalleri duomonun müzesinde sergilenmekte.
Duomodan behsedelim. Asıl ismi Santa Maria del Fiore yani çiçeklerin aziz meryemi. Ön yüz sayısız heykeli barındırmakta. Ana giriş kapısının da bir başyapıt olduğunu söylemenin pek gereği yok. Yapının inşaatı 1296 ‘da Cambio tarafından başlanmış ve yaklaşık 150 yıl kadar sürmüş. Dev kubbeyi Brunelleschi 1463 ‘te tamamlamış. Doksan metre yüksekliğinde, 37,000 ton ağırlığında ve 4 milyon kiremitten oluşan bu kubbe için kimi kaynaklar kubbenin 16 yy.da çöktüğünü, 19. yy da ise aslına sadık kalınarak tekrar yapıldığını yazmakta. Ama arada geçen zaman zarfında kubbenin durumu hakkında bir bilgi yok. Kubbenin içindeki Son Yargı frekleri Vasari tarafından başlandıysa da bitirmesi çırağı Zuccari ‘ye kalmış.
Buradan Dante ‘nin evine ve sıklıkla gittiği küçük kiliseyi görmek için ara sokaklara tekrar giriyoruz. Labirenti andıran bu ara sokaklarda 7-8 kişilik küçük otobüsler işlemekte.
Tekrar duomo meydanındayız. Yemek yemek için bir yerler arıyoruz. Fiorentina adıyla anılan kanlı biftek ve tagliata adında bir et yemeği var. Tagliatayı denedik. Yok böyle bir şey. Hıncal Uluç ‘un sayfalarca yazı yazacağı, Evliya Çelebi ‘nin uğruna menkıbeler düzebileceği mükemmel bir lezzet ama biraz pahalıca. Ama değer mi . Kesinlikle. İyice pişmiş iki kalın biftek parçası roka gibi yeşilliklerin eşliğinde takdim ediliyor. Fakat et kalın olmasına rağmen o denli iyi pişmiş ki ağızda hemen dağılıyor. Kesinlikle denenmeli.
Floransa ilginçlikler, gizemler ile dolu. İstanbul ve Roma gibi umulmadık yerlerde umulmadık sürprizlere gebe. Bunlardan birisi de San Lorenzo kilisesi.
Kilisenin facade bölümü tam bir hayal kırıklığı. Öyle ki kiliseye bakınca eskiliği yüzünden okunmakta. Giriş paralı ve belirli saatlerde mümkün. Biz bu belirli saatlerin kapsamının dışında kaldığımızdan giremedik, o ön yüzün yarattığı hayal kırıklığı nedeniyle de sonra döneriz bile demedik. Ama aslında bu kilise oldukça önemli bir yapı. Başta 1.Cosimo olmak üzere Medici familyasının mezarları bu yapıda saklı. İçerisinde Brunelleschi, Michaelangelo gibi ustaların yaptığı ,elinin değdiği pek çok yapıt bulunmakta ve duomonun çan kulesinden bakıldığında epeyce büyük bir yer kapladığı görülüyor. Buna karşın ön cephede özellikle demir parmaklıkların ardında kalan ahşap kapı güzel ama çokta zarif bir görünümü yok.
Buradan geçerken yine vaftizhaneye uğradık. İçine girmedik. Sadece kapısından içeri girdik, turnikenin önünden deklanşöre basarak fotoğraf çektik. İçerisi dışarıdan bakıldığından daha da büyük görünüyor. Tüm ikinci kat duvarları ve özellikle tavan sarı ağırlıklı zeminin üzerine yapılmış dini resimler ile kaplı. Tavan kubbe değil. Keskin hatlı üçgenler bir tepe noktada birleşmekte. Sütun başlıkları altın havası vermesi için sarıya boyanmış. Ana duvarlar ise mermer. Pisano‘nun adı burada da anılıyor.
İç kısım dediğim gibi epeyce sade. Renkli camlar içerisinde bir iki tane hoşuma giden örnek oldu. Onun dışında ilginç mekanlardan biri ana girişin sağından aşağıya inen merdivenler. Buradan inerek kilisenin ilk yapıldığı dönemden günümüze ulaşan kalıntılar görülebilmekte. Kilise ilkin 4. yy da Germenlere karşı kazanılan savaşın şükranı amacıyla inşa edilmiş. Bu kısımda paralı. Çok sayıda lahit kapağı vb var. Duvarlarda bizim Kalenderhane Camii’nin altındaki bölmedeki tarzda freskolar da görülebilmekte.
Kilisenin en meşhur yeri kubbesi. Buna çıkabilmek için ise hiç ilerlemeyen bir sırada beklemeniz gerekmekte. Floransa bekleyişler kenti. Bir müddet bekledim, insanlara ne zamandan ber beklediklerini ve ne kadar ilerlediklerini sordum. On beş metrenin bir saati aşkın zamanda geçildiğini öğrenince de sonra geliriz diyerek Floransa’nın ara sokaklarını gezelim diye ekibi ikna etmeye koyuldum.
Dev kubbeyi mümkün olduğunca gözden kaçırmamaya özen göstererek önce annunziata meydanına ulaştık. Burada bizleri 1. Ferdinand heykeli karşıladı. Heykel Sn. Stephan örgütü şövalyelerinin Trablusgarb kıyılarına yaptığı bir seferde bizim korsanlardan ele geçirdiği bronz toplardan yapılmış. Önündeki levhada ayrıca heykeltraşının bu heykeli 80 ‘li yaşlarını geçtikten sonra yaptığı da yazmakta. Meydanda, heykelin gerisinde kenarlara yakın iki küçük havuz ve revaklı duvarları olan binalar görülebilir.
Biz meydanda bakınırken ilerilerde iyi giyimli erkekler ve bir o kadarda bakımlı kadınların oluşturduğu kalabalığa kapıldı gözlerimiz. Kalabalıktan uzak durup öteki kapıdan içeri giriş yaptık. Şansımıza Annunziata kilisesinin ölüler manastırı denilen kısmına girdik. İstanbul’daki San Pietro ve Paolo kilisesi gibi bir yer. Yalnız ortasında bir kuyu olan avlunun duvarları olsun, yürüdüğünüz yollar olsun hepsinde mezar kapakları vb var. Pandantiflerin arasındaki yarıküreler ise gene dini motiflerin işlendiği resimlerle kaplanmış. Burada bize musallat olan bir sarhoşu ekarte ederek kilise bölümüne girdik. Burası da karanlık, kasvetli bir yapı. Yüksek duvarlarında pencere araları gene resimlerle bezenmiş. Tam fotoğraf çekerken kilise görevlisi içeri geldi ve hayvan kovalarcasına bizi dışarı çıkartmaya çalıştı. Uzatmadık, çıktık. Özcan görevliye içeride dolanan sarhoşu gösterince de adam umursamaz bir tavırla omuz silkti ve görmezden geldi.
Bir şeyler dönüyor diye Afşin Abi ile beraber kalabalığın arasına giriştik. İnsanlar bize bakıyor ama bir şey demiyorlar. Ben çok bakanları başımla selamlıyorum ve onlarda beni selamlıyorlar. Anlamadım. Önce bir kapıdan içeri daldık. Sonra bir kapı daha. Demir parmaklıklar ile karşı karşıyayım. Geri dönüp küçük kısma girip demin bizimle beraber dışarı çıkarılan kız ile sessizce konuşuyoruz. Kız Alman ve protestan rahibesi. O da odada olanlara bir anlam veremiyor. Sanki bir cenaze olacakmış yada konuşma yapılacakmış gibi bir ortam. Afşin Abi’nin aşırı ısrarcı tavırları, bitmek tükenmez soruları derken buradan da bu kez daha nazikçe çıkarılıyoruz. Tam çıkarken duvardaki ilanı tıkladım.
Sacro militare ordine costantiniano di san giorgio isimli bir şövalyelik örgütünün Toscana yöresindeki yeni şövalyelerinin örgüte alınma merasimi imiş tüm bu tantana. Adamlar geleneklerini sürdürmekte.
Buradan çıkıp sağa doğru döndük. Küçük bir meydan ve bir kilise. San Marco kilisesi ve meydanındayız. Kilisenin girişinin üzerinde güzel mermer rölyefler var. Yapılaşma İtalya’da standart. Her kilisenin önünde ortasında bir heykel yada havuz olan küçük bir meydan bulunuyor. Bu kilisenin özelliği bir zamanlar Savonarola ‘nın buradaki manastırda kalması. Bu papaz Floransalıları Medicilere karşı bir ayaklanmaya hazırlar ve böylece Medicileri şehirden çıkartır. Medicilerin yaptığı çoğu eseri ve kitabı ahlaksızlık, edepsizlik, dinsizlik gibi nedenlerden ötürü yaktırır. Mantalitesine göre insan elinden çıkmış her şey günah kaynaklıdır. Yararlı fikirleri de vardır. Floransa’nın 500 kişilik bir meclis ile yönetilmesini sağlar. Fakat Mediciler aptal değildir ve her günahın ve hatanın bir bedeli olduğunu bilirler. Roma bağlantılı bir entrika ile Savonarola ‘nın dine karşı gelip peygamberliğini ilan ettiği şeklinde bir dava ile hasımlarını indirip yaktırırlar. Mediciler böylelikle dine de el atarlar ve aile üç te papa çıkarır.
Tekrar duomo meydanındayız. Demin sırada bıraktığım yüzlerden tanıdık kimse yok ama sıra aynı sıra. Kubbeye çıkma imkanı yok. Giatto ‘nun kulesi denilen çan kulesine çıkalım dedik. Eşim aşağıda kaldı. Ben daldım hemen. Ne de olsa serde çıkılmış bilmem kaç minare var.
Geniş, rahat çıkılan merdivenlerden tırmanarak ilk terasa vardım. Tam köşede küçük bir delikten daha da yukarılara çıkılan merdivenlere ulaşılıyor. Çıkmadan yukarı Floransa ‘ya bir baktım. Signora Meydanındaki Palazzo Vecchio ‘nun enteresan ama hoş kulesi görülüyor.
Yükseldikçe görüş açısı genişliyor ve görülen yapı sayısı da haliyle artıyor. Havranın yeşil kubbesi ve pek çok kule görülmekte. Ortaçağ İtalyası’nda bir kule hastalığı var. Kuleler hem ailenin ekonomik ve askeri gücünü gösteriyor hem de rakip ailelerin saldırılarına karşın onları korumaya yarıyor. Kulelerin son kısımlarına dek delikler mümkün olduğunca dar. En üst bölme hem savaş alanı hem de mutfak. Çünkü mutfakta yangın çıkarsa aşağıya ulaşma imkanı bu şekilde sağlanabiliyor. San Gimignano, Bologna, Cenova ve hatta bir İtalyan kolonisi olan bizim Galata ‘da vakti zamanında var olan çok sayıdaki kulesi ile anılıyor.
En tepedeyim. Yukarılara çıkılıp da teraslar açıldıkça merdivenler darlaşıyor. Son terasta nefesim kesildi ve gözüm karardı. Epey yorulmuştum. Hele sırtlarında çantalarıyla o daracık koridorlardan geçen bazı kafasız tayfayı saygıyla anıyorum. Çıkışın en güzel yanı, her ne kadar nefes nefese kalsak da herkes aynı durumda olduğu için basit ama neşeli sohbetler yapılabiliyor. Son kısımda camekanlı bir bölüm var. Buradan son balkona çıkılıyor.
Buradan neleri mi görüyorsunuz. Söyleyeyim kısacası tüm Floransa’yı… En yakında devasa kubbe ve tepesinde bir topun üzerindeki tahminimce altından yapılmış bir haç. Kubbenin de bir balkonu var ve epeyce kalabalık. Bizden altı metre daha yukarıdalar. Öte tarafa dönerseniz Santa Croce kilisesi. Sağa doğru gidersek Signora meydanı ve etrafındaki yapılar görülüyor. Uffizi gayet belirgin. Nehrin öte yanındaki Pitti sarayı ve havanın kapalı olmasından kaynaklanan görüş bozukluğu nedeniyle pek seçemesem de Boboli bahçeleri. Karşı yakada iyice solda zar zor seçilen Davud heykelinin bir kopyası ile Michaelangelo tepesi. Tam tepede sanatçının yaptığı meşhur kilise. Bizim tarafta eski püskü görünümüyle tahminen Novella kilisesi ve arkasında tren garı.
İniş. Ne yapacağımız pek belirgin değil. Çünkü yukarıdayken yağmur atıştırmaya başlamıştı. Signora meydanına gideceğiz ve oradan Ponte Vecchio ‘ya çıkacağız. Meydanın tam köşesinde Loggia del Bigallo mevcut. Buraya terk edilmiş çocuklar bırakılıyordu. Duomodan ilerlerken küçük bir kilise olduğu söylenen gene Medici ailesinin yaptırdığı Orsanmichele kilisesinin önünden geçiyoruz. Basit bir bina ama duvarlarını süsleyen zarif heykeller seyredilesi. Heykeller Donatello ‘dan. Ayrıca önemli bir tüyo. Buradan Floransa müzelerine giriş için bilet alabiliyorsunuz. Haberimiz olsa buradan biletimizi alır Uffizi‘ye de, Academia ‘ya da girerdik. Kısmet.
Yine Signora meydanındayız. Kalabalıkta en ufak bir eksilme yok. Sağa sola bakıp sayısız fotoğraf çekiyoruz. Uffiziye doğru yönelirken belediye binasının (palazzo vecchio) içine girdik. Ortada bir fıskiye. Sütunlar harikulade. 2/5 ‘i yere dikey çizgilere sahip. Geri kalan kısmı tam olarak kemerlerin birbirine birleştiği yere dek rölyefler içermekte ve burası daha giriş. Duvarlar resimler ve bezemelerle kaplı. Bu kısım Vasari tarafından dizayn edilmiş. Bizde pek bilinmeyen ama İtalya’da özellikle Toskana taraflarında epeyce iz bırakmış bir sanatçı bu. Burada giriş için vaktin azalmış olması, İtalyanların ağır çekim giriş yapanları araması nedeniyle biz eşimle beraber Uffizi yolundan diğerleriyle buluşma noktamızı belirleyerek köprüye yöneldik.
Köprüye varınca merdivenlerden çıktık. Çift taraflı dükkanlar gerçekten de ağırlıklı olarak kuyumcu dükkanları. Orta gözün üzerinde dükkanlar yok. Buradan nehri seyredebilirsiniz. Burada da nehir üzerinde pek çok kürekçi görülebilir. Manzara güzel. Uffizi tarafında üzerinizden geçip de Pitti Sarayından belediye binasına dek giden gizli yol daha belirgin görülmekte. Burada İtalyanlar Gerhard Wolf için bir plaket asmışlar. Bu Gerhard Wolf Floransa’daki Nazi birliklerinin başındaki albay. Görevi müttefik ilerleyişini durdurmak için Arno nehri üzerindeki tüm köprüleri uçurmaktı. Hepsini havaya uçurdu ama bu köprüye kıyamadı. (Halbuki Yunanlılar Bursa’dan kaçarken benzeri Irgandı Köprüsü ‘nü yıkmışlardı).
İleride Santa Trinita kilisesi var. Köprünün üzerinde mermer bir kabartma (yada rölyef) var. Bu Floransalıların Sienalıları yenmesinin anısına yapılmış.
Bundan sonra her zamanki gibi koşar adımlarla sabah tura başladığımız yere doğru otobüslere dönmek amacıyla yol aldık. Karanlıkta pek
bir şey seçmeksizin Floransa’nın zenginlerinin oturduğu semtlerden geçip nehrin öte tarafındaki Michaelangelo tepesine ulaştık.
Burada daha öncede yazdığım gibi Davud heykelinin kopyası sergilenmekte. Şehrin dışında bir yükseltide olduğu için geniş açıda şehri görebilmekte. Nehir, eski köprü, duomo, belediye binası, santa croce akla ne gelirse görülebilmekte. Gece de görüntü oldukça güzel. Şanssızlığımız havanın yağışlı olması ve pillerimin bitmesi oldu. Burada bir büfe var. Oldukça pahalı, uzak durun.
Sonuçta Floransa da mutlaka gelinip gezilmesi gereken bir şehir.
– Gelmeden önce festival yada eğlenceli bir dönemi yakalayıp ona göre gezinizi ayarlayın. Mesela Haziran ayının üçüncü haftasında Piazza san croce‘de rugby maçı yapılacak. Yaklaşık beş yüz yıllık bir gelenek.
– Gezi için sabah 8 gibi yola koyulun. Orsan michele’den bilet temin edemezseniz en azından Academia, Uffizi ve (veya) Pitti sarayından bilet temin eder ortak bir noktada buluşup gezinize başlarsınız.
– Mutlaka çan kulesine yada kubbeye çıkın.
– Önemli noktalar arasında mesafe çok değil bununla beraber önemli yerlere giriş sıraları uzun.
– Akşam tripodunuzu kurun ve Michaelangelo tepesinden çekim yapın.