Yunanistan çıkışımız da inanılmaz derece de basit bir şekilde gerçekleşiyor. Aynı kolaylıkla Makedonya’ya giriyoruz. İlk durak kumarhaneleri ile meşhur Gevgelina.
Buradan sağımızda dağlar, solumuzda genellikle lahana ekili ovaların yer aldığı bir yolu kapalı bir havada kat ediyoruz. Bu dağlar imparatorluğun son günlerinde asilerin çıktığı, komitacıların toplandığı, başta Enver Paşa olmak üzere İttihatçı subayların onları kovalayıp vuruştuğu dağlar. Rengarenk yapraklarla bezeli ağaçlar kışa karşı son direnişlerindeler. Yol üzerinde harika bir manzara görüyorum. Vardar Nehri güzel manzaralar sunuyor. Bu sırada şok edici bir bilgiye sahip oluyorum. Bileti alırken direkt Ohrid denilen otobüs Üsküp üzerinden Ohrid ‘e gidecekmiş. Bu da üç saatlik bir zaman kaybı demek.
Yol üzerinde, Üsküp ‘e yaklaşık yetmiş km uzaklıktaki Skupi Antik Kentinin de yanından geçiyoruz. Büyükçe bir yere benziyor ama yoldan görünenler (ya da benim görebildiklerim) sadece surlar.
Nihayet on dört saatte Üsküp ‘e varıyoruz. Normalde bu mesafe on saat kadar sürmekte. Araçtan iniyoruz ve aktarma yapılacağını öğreniyoruz. Yine bir karmaşa anı. Yine bir organizasyonsuzluk sonucunda zar zor oturacak bir yer bulduğumuz otobüsteki Tetova, Gostivar yolcuları indirilip başka bir araca bindiriliyorlar.
Yola devam ediyoruz. Arkamızda oturan iki doktora bildiklerimi anlatıp Balkanlar için geçerli vecizemi söylüyorum. “Burada çoğu kişi Türkçe konuşur, Türkçe anlar ama bunların çoğu Türk değildir. Ona göre konuşun.”
Hava açıyor biz yolda ilerlerken. Tetova yolunda Tayyip Erdoğan ve eşinin olduğu bir tabelayı görüp yanından geçiyoruz hızla. Sanırım geçtiğimiz günlerde buraya gelmeleri ile ilgili bir panoydu bu.
Güzel manzaralarına rağmen bitmek tükenmek bilmiyor yolculuk bir türlü. Otobüs bizi Ohrid ‘in girişinde terminalin epeyce uzağında bir yerlerde bırakıyor bizleri. Şehre doğru yürürken bir taksiye denk gelip atlıyoruz hemen. (70 MD) Neyse ki geçen seneki gezimizden artan epeyce bir Makedon Dinarı var yanımızda.
Araba bizi postanenin yanında bırakıyor. Zaten daha da öteye geçebilmeleri mümkün değil. Direkt olarak kalacağımız hostele yöneliyoruz. D’angolo hostel gerek hesaplı oluşu gerekse daha önceden kalan Türklerin hakkında yaptıkları olumlu yorumlarla ilgimizi çekmişti. Altında bir de restoranları var.
Eşyalarımızı bırakıp bir şeyler atıştırdıktan sonra sokaklara atıyoruz kendimizi. Hava şansımıza iyi. Gölün suyu epeyce çekilmiş. Sahil geçen yaz ile kıyaslandığında çok cansız ama gene de kalabalık var. Hediyelik eşya satanlar, gezinen insanlar ama yazın yaşanan canlılık bugünlerde yok. Kıyıdaki ağaçların yaprakları sararmış, kızarmış, rengarenk olmuş. Gölde, geçen yaz göremediğim kuğular yüzmekte.
İçerilere dalıyoruz sahilin sonundan. Duvarlardaki yazılardan, evlerin pejmürdeliğinden Türk mahallesi olduğunu anlayabildiğimiz sokaklardan geçiyoruz. Evlerden birinden gelen bağrışmalardan bir babanın çocuklarını sağlam bir şekilde haşladığını anlıyoruz. Tam Türk mahallesinin sınırına inşa edilmiş kilisenin oradan Türk markalarının istila etmiş olduğu çarşıya dönüyoruz. Pazarı turluyor ama bir şey almadan tekrar kıyıya yöneliyoruz.
Gün batıyor. Ölgün bir ortam. Dünyanın tüm sıkıntılarından uzakta gibiyiz. Küçük bir tekne Kaneo taraflarına usul usul ilerliyor. Turuncuların ve morların hakim olduğu gökyüzü tamamen göle yansıtmış kendini. Teknenin dalgaları dinginliği bozuyor ama sonra, sonsuz dinginlik tüm Ohrid’i ele geçiriyor.