Kalktık erkenden. Sabah sabah kahvaltı seremonisi ardından yola çıkış. Daha önceden aldığımız biletlerimiz ile Üsküp otobüsüne atlıyoruz. Otobüs kalabalık. Normal dışı olarak Gostivar’a giriyor. Devlet dairelerinde burada Türkçe de var. Evet mevcut yönetimi eleştiriyorum ama yaptıkları işe yarar şeyleri yadsıyamam da. Bu coğrafya da halen Türklerin yaşadığını seve seve Makedon da, Arnavut da kabullenmiş durumda.
Üsküp ‘e varıyoruz. Terminalden merkeze dek yürüyoruz. İnşaatlar sonuna gelmiş neredeyse. Nevin Hnm ‘a da anlattığım gibi yeni bir ulus yaratılmaya çalışılıyor.
Makedonlar ırk olarak Bulgarların bir parçası olarak gösteriliyorlar. Bu nedenle de Makedonlar kendilerini Büyük İskender ‘in izinden giden bir ulus olarak göstermenin derdinde. Gençlere gurur duyacakları bir tarih gerekmekte ki bunu Yunanlıların da sahiplendiği İskender bol bol vermekte. Fakat realitede ülkenin çok temel sorunları var. Kapalı bir ülkeler ve etraflarında bulunan devletler ile araları pek iyi değil. Ülkenin ismine ve bayrağına dek kafayı takan bir Yunanistan, azınlığı kurcalayan Arnavutluk ve hiç bitmeyen ve bitecekmiş gibi de görünmeyen ekonomik problemler. Ülkenin içindeki “Büyük Arnavutluk” hayali ile yanıp tutuşan kitle de sorunların başka bir yüzü. Kalenin kapalı olmasının nedeni de kaleye Arnavut bayrağı asılması.
Bu ulus yaratma süreci Vardar Nehri kıyısına onlarca dev boyutta yapı yapılması ile kendini göstermekte. Meclis binası, köprüler, arkeoloji müzesi… Hepsi antik Yunan yapılarının ucuz ama devasa kopyaları. Sırıtıyor. Öyle ki Makedonya Meydanı’nın ortasındaki devasa Büyük İskender heykeli ve ayaklarındaki askerleri bile göze hoş gelemiyor tüm tarihi gerçekliğine karşın. Tüm bu süslü betonun arasında Taşköprü halen kendini gösterebiliyor ama onun başına da köprüyü ilk yaptıran Justinianus ‘un da oturur bir heykeli yerleştirilmiş. Taşköprü’nün açıklamasının olduğu levhada Türklerin adı bile geçmemekte. İçlere dek ilerliyoruz. Geçen sefer dikkatimi çekmeyen Rahibe Teresa ‘nın evi göze sokulacak kadar belirgin bir hale getirilmiş. İyi bir şeyler yapanlar neye nasıl inanırlarsa inansın güzel bir şekilde hatırlanıyorlar. Sokağın sonuna dek onlarca saçma sapan heykeli geride bırakıp gidip dönüyoruz.
Türk tarafına geçip çarşıya dalıyoruz hemen. Bayanlar alışveriş erkekler fotoğraf derdinde sokaklara dalıyoruz. Bir yavanlık var ortamda. Kendimi yorgun hissediyorum. Bitpazarına dek gidiyoruz. Ohrid bitpazarı yeterli gelmiş olacak ki bizimkiler pek ilgilenmiyorlar bile.
İstanbuldan bir tanıdığımızın Makedonya gezisinde başından gelen tatsız bir olay için avukat aramam gerekiyor. Bizim gruptan ayrılıp dolanıyorum caddeleri ve sokakları. Gerçi çarşıdaki Türklere sormuştum önerebilecekleri bir avukatı. “Biz işlerimizi avukatla çözmeyiz” demişlerdi ağız birliği etmişçesine. Bulamadım bende. Bizimkilere katıldım ve terminale dönmeye başladık.
Araç hınca hınç dolu. Böyle bir şey beklemiyordum. Koridorun ötesindeki, yanımdaki koltuklarda yaşlıca bir çift var. Benle gayet sempatik bir şekilde hiçbir ortak dil olmaksızın kontak kurmaya çalışıyorlar. Anlamıyorum ama grubumu, annemi koruyan hareketlerim sempatilerini kazanmamı sağladı. Yanlarında getirdikleri abur cubur ile beni beslemeye başladılar. Gene bir ailenin daha çocuğu konumuna mı geldim nedir J