Türkiye dışında bir yerde bu kadar iyi bir kahvaltıya denk geleceğimi hiç ummazdım doğrusu. Yöresel bir yoğurt, kahve, çay türlü türlü peynir ile güne başladık. Otel Kaduku ilginç ismi ve kahvaltısı ile benden epeyce yüksek puan aldı.
Çıktık dışarı. Stabil bir otobüs durağı olmadığı için hafiften panikliyorum. B planım da hazır. Diyelim minibüs gelmedi ya da geldi de biz binemeden gitti. Taksi ile sınıra gidip oradan geçiş yapacağız. Karadağ ‘a geçtik mi Allah kerim.
Yolun yanlış tarafında bekliyormuşuz. Konuştuğum otobüsçüler beni uyarınca doğru tarafa geçtik. Gelen her bir otobüs ve minibüsü izliyorum. Sonunda büyücek bir midibüs geliyor. Bizi götürecek aracın içi dökülüyor. Abi, kardeş bizden başka çelimsiz, orta yaşlı ve gayet itici bir Yeni Zelandalı, muhtemelen yaş itibariyle son turuna çıkmış ama görünümüyle benden daha dinç Hollandalı bir kadın, etliye sütlüye karışmayan Amerikalı bir kız var.
Araca atlıyoruz. (15 euro). Çantalar içinde 1 ‘er euro alıyor.
Arnavutluk sınırına kadar ilginç bir görünüm yok. Arnavutluk çıkışı kolay. Pejmürde arabalar ülkeden çıkış yaparken giriş yapan tüm arabalar istisnasız pahalı markaların araçları. Ha bir de hepsi İtalyan plakalı.
Karadağ girişindeki ilk yerleşimler genelde Müslüman ve Hristiyan Arnavutların karma bir şekilde yaşadığı kasabalar. Köy irisi Podgoriça’ya dek fazla bir görsel güzelliğe de rastlayamadık. Allahtan İşkodra Gölü bize eşlik ediyor da sıkıntıdan ölmüyoruz.
Podgoriça ve şehir manzarası bize sosyalist sistemi eleştirme imkanı veriyor. Yol güzelleşmeye başladı. Göl kıyısında viran olmuş, yıkılmış kaleler, sonsuzluğa uzanan ıslak alanlara denk geliyoruz. Göl bitince virajlı yollar başlıyor. Olup olmadık yerlerde manastırlar var. Manastır bahçelerinde bile basket potaları mevcut.
Budva’ya yaklaşırken kardeşime Sveti Stefan adasını gösteriyorum. Muhtemelen buraya uğrayamayacağız.
Budva’da bizden başka herkes iniyor. Bundan sonrası abi, kardeş tuttuğumuz taksi gibi bir şey artık. Kotor terminalinde cebimdeki Arnavut paralarını da şoföre verip euro ile değiştiriyorum.
Gurdiç Kapısı’ndan (güney kapısı) sur içine giriyoruz. Tuttuğumuz oda ana sokağın (Kotor’da cadde denecek bir yol sanırım yok) bir iki paralel üzerinde. Fena değil. Eski bir evin bir odası. Odanın yarısı kadar gereksiz büyüklükte bir de banyosu var.
Sokağa çıkıyoruz. Kaçıncı gelişim artık bilmiyorum. Ama Kotor ‘u gezmekten epeyce zevk alıyorum. Örneğin Sırp Kilisesi’nin içine renkli, aziz resimlerini içeren panolar konmuş. Bağış için verilen paralar da kapalı bir kutuya konuyor artık.
Yemek işini Tanjga diye bir lokantada hallettik. Adresini vereyim, çünkü mekan sahibinin adamlığı ve fiyatları ile reklamı hak ediyor.
Gudriç Kapısı’ndan çıkıp otobüs terminaline doğru yürüyorsunuz. Pek bir şey yapılmayan kazı alanının orada, yolun karşısında, salaş bir yer. Yolun karşısında bir süpermarkette var. İçine girdik, ne yeriz, ne yaparız derken lokantacı konuşmalarımızdan Türk olduğumuzu anlayıp tezgahın solunu işaret etti ve orada domuz olduğunu oradan seçemeyeceğimizi söyledi.
Dönüşte Gudriç Kapısı’nı önündeki göletteki kefalleri vurabilmek için epeyce taş attım ama başarılı olamadım. Tuğla gibi bir şey atarsam belki başarırım. Bununla beraber buradaki kefalleri vuracağım diye o kadar taş attım ki bir kaç kez daha gelirsem burası komple benim attığım taş ve toprakla dolacak.
Bu arada 360 monte isimli firmadan ertesi gün için tur satın aldık. Biraz dan dun göründü ama paraları verdik bir kere. (39 euro)