Makedonya’da hiç bir yere gitmeseniz bile Ohrid’e gitmelisiniz. Ohrid’de de Sveti Kaneo Kilisesine… Tanrı her mevsimini, kar hariç her görüntüsünü görmemi nasip etti. Dünyada en romantik yerleri say deseniz direkt söyleyeceğim yerlerin başındadır. Hele yağmurun bastırmasından az biraz önce, gök koyu bir lacivert ile yağmur yükünü almışken. Eiffel Kulesi denilen teneke yığınında sevdiceğinize evlenme teklifinizi edeceğinize burada edebilirsiniz. Ortam tam o ortamdır.
İlk kez 2006’da buraya yolum düşüp de gezi yazısını yazmak için araştırma yaptığımda Sveti Kaneo Kilisesi’nin 1994 yapımı Yağmurdan Önce diye çevirebileceğim Before the Rain filmine sahne olduğunu öğrenmiştim. Oradaki kaynak Oscar ödülünü aldığından bahsetse de aslında sadece aday olmuş. Haberim yoktu. Oscar’a aday olan yabancı filmleri Amerikalıların Avrupalılara karşı olan kültürel bir ezikliğinin dışavurumu olarak gördüğümden pek kaale de almam aslına bakarsanız.
Πριν από τη βροχή (1994) – IMDb
Film Makedon, İngiliz ve Fransız ortak yapımı olsa da planlar Makedonya ağırlıklı. Yazan ve yöneten Milcho Manchevski epeyce ödül kazanmış bu film ile.
Öte yandan oyunculuklar da epeyce iyi. Özellikle Aleksander’i oynayan Rade Serbedzija epeyce tanıdık bir yüz.
Film 90’ların başında geçiyor. Üç parçadan oluşuyor.
Kelimeler olarak belirtilen ilkinde ki ilk üç dakikalık sahneyi çok iyi izlemenizi öneririm. Bir manastırda sessizlik yemini etmiş papaz çömezi Kril’in odasına bir Arnavut kız sığınır. Kız Makedon köylülerden kaçmaktadır. Köylüler akrabalarından birini öldüren kızı intikam için aramaktadır ve bunun için manastıra da gelip ararlar. Burada intikam hissinin koyu dini inanca dahi galip geldiğini izliyorsunuz. Sonuçta Balkanlardasınız. Bu ilk kısım oldukça iyi. Hızla ve çarpıcı bir şekilde akıyor.
İkinci kısımda ki “Yüzler” olarak adlandırılmış, Londra’dayız. Savaş fotoğrafçısı Aleksander Bosna’dan dönmüş ve sevgilisini alıp Makedonya’ya gitmek istemektedir. Sevgilisi ise kocasına bunu söyleyip ayrılmak isterken olaylar karışır. Bu kısmın temposu oldukça düşük. Uykusuzluğa birebir ve muhtemelen Oscar’ın alınmama sebebi de bu kısmın durağanlığı. Ama gene de insan ilişkileri, karar almanın zorunluluğu sırasındaki zorluğu ve planları bozan terslikler konusu iyi betimlenmiş.
Son kısım ise Aleksander’in yıllar sonra köyüne döndüğü “resimler” isimli kısım. Burası oldukça çarpıcı. Balkanlarda hava ısınmıştır. Silahlanma yarışı artık son aşamaya gelmiş, işlerin çığırından çıkması basit bir nedene ihtiyaç duymaktadır. Aleksander tüm bu karmaşa içerisinde Makedon akrabaları ve Arnavut arkadaşları arasında kalır. Kuzeni saldırıya uğradığında aranan “neden” de bulunmuştur.
Filmin sonu “vay be” dedirtecek türden. Ben oldukça başarılı buldum. 500 yıl sözü ile bize de dokundurulmadı değil.
90’larda insanların gırtlak gırtlağa birbirlerinin kanını döktükleri yerler Ohrid Gölü’nün çevresindeki dağlar. Gerçi yüz yıl önce de bizim dedelerimiz komitacıları kovalıyor, komitacılar bizim köyleri basıp kan döküyorlardı. Balkan her zaman karışık. Balkan her zaman barut fıçısı. En yakın dostunuz ile kan davalı olmanızın mümkün olabileceği bir kafa yapısı burada.
Başpapaz Marko’nun dediği gibi “Zaman asla ölmez ve bir çember asla yuvarlak değildir.” Bence Balkanda nefret de asla ölmez. Ve hiç bir tartışma da bitmez. En azından epeyce kan dökülmeden…

