Bursa mutlaka gezilmesi gereken bir şehir. Prag havası barındıran, kendince bir düzeni olan kaosuyla bir şehir bu. Zamanında büyük, en büyük olup hala o havanın ağırlığını hissettirmekte.
İstanbul’dan üç saate yakın bir sürede şehre ulaşılabilmekte. Otobüs her ne kadar ana ulaşım aracı olsa da yakında devreye girecek ve ulaşımı seksen dakikaya indirecek feribotlarda önemli bir alternatif olabilir.
Muhtemel tur programı şu olabilir. 6 gibi sabah yola çıkılır, 9 da Bursa’ya varılır ve otele yerleşildikten sonra Bursa‘nın doğusu ve Cumalıkızık ilk günün planını teşkil eder. Akşam tophane tarafı ile gezi sürdürülüp çeşitli noktalardan gece fotoğrafları ile işleme devam edilebilir. İkinci gün hedef Tirilye taraflarına doğru uzanmak ve uludağ etrafındaki güzellikleri görmek şeklinde gerçekleştirilebilir. Bir hafta sonu planı yorucu ama manen ve turistik açıdan oldukça zengin içerikli gerçekleşebilir böylece.
Otobüsle garda indiğiniz zaman şehir merkezine otobüsle ulaşabilirsiniz. Otobüs ulaşımı oldukça pahalı. Bilet yerine 2 ytl ‘ye size tek kullanımlık bir kart veriyorlar. Bununla sanırım 98 numaralı otobüse binerek şehir merkezine ulaşabiliyorsunuz. Şehirde bir iki merkez var. Ama güneyden kuzeye şehri kesen ve ulu cami ‘ye dek uzanan famora denilen cadde önemli ve benim için mihenk noktası.
Yolunuz hanlar bölgesine vardığında hemen solunuzda bir iki küçük camii görebilirsiniz. Bursa da camiler yakın zamanda genel bir restorasyona tabii tutulmuş görünmekte. Hanların içinde her türlü tekstil eşyasını çeşitli fiyat aralıklarında temin etme şansınız var. Fiyatlar İstanbul’a nazaran hesaplı. Ama alış verişi sonraya bırakmalı ve yola devam etmekte fayda var. Aslında Bursa’da tarihi yapılar birbirine yakın ama çok sayıda olduklarından dolayı yine de oldukça yol kat ediyorsunuz ve şehrin engebeli olması da başka bir unsur. Yola devam ettiğinizde devasa bir yapı sizi karşılayacak. Bu yapı Bursa ulu camii ‘dir. Tek başına bile başlı başına bir sanat eseri olan bir yapı bir bakıma dünyanın en büyük hat sanatı müzesidir.
Yapı kapladığı kapalı namaz alanı olarak Türkiye’nin ve yönetilmiş Türk topraklarının en büyük camiidir. Ulu cami geleneğine uygun olarak çok sayıda küçük kubbeden müteşekkildir. Üç girişli caminin minareler arasında kalan taç kapısından girildiğinde sizi abdest alınan bir şadırvan karşılar. Şahsi görüşüm bu yapının tek kusuru, şadırvan üzerindeki kubbedeki cam işleri. Burada renkli en azından açık renkli camlar kullanılsa ışık oyunlarına gidilebilirdi. Çünkü bu alan oldukça iyi ışık alınıyor ve fotoğraf çekmek için ideal.
Mihrap kısmında vurucu işlemelerin olduğunu bildiğimizden restorasyon nedeni ile göremememiz gerçekten canımızı sıktı. Şöyle ki mihrap üzerine dönemin bilinen güneş sistemi işlenmiş. Buradan varılacak sonuçların sınırı yok. Avrupalılarda dönemin islami astronomik bilgisinin kendilerinden ileri olduğunu kabul etmekteler. Bu bilimin ve yansıması sanatların lokomotifi Türklerde bir ahşap ustasının bile bu bilime ve konuya hakimiyeti de her zaman vurguladığım gibi bir ibret tablosu.
Her tarihi yapı gibi söylentilerinin bir sınırı yok. Tabii ki ülkemizdeki her tarihi yapı gibi başına gelenlerin, istimlak edilen ve yıkılan müştemilatının da olmadığı gibi. En önemli söylentisi -ki bunu ben göremedim- kapılarının üzerindeki davut yıldızı, haç ve ne olduğu bilinemeyen bir şekil. Ulu camii onarımında azınlıklardan alınan paraya istinaden böyle bir jest yapıldığı söylenmekte. Öte yandan camlara takılan ve gölgesinin camiye haç olarak yansıdığı demirler son anda fark edilmiş. (Bu her ne kadar akla ve mantığa aykırı gelse de adada geçen çocukluk yıllarımda ormanda pek çok devasa haç yapıldığını bildiğimden-ve gördüğümden- şaşırmıyorum.) Fakat bence en büyük ilginçliği kendinden önce bulunan yapı hakkında hiç bir bilgi bulamamış olmam.
Ulu camiden çıktıktan sonra, doğuya yada solunuza doğru giderseniz hemen önünüzde bir havuz, Orhan Gazi Camii ve kısmen müze olarak kullanılan bir ev ve Kozahanı görürsünüz. Kozahan ipekböcekçiliğinden elde edilen kozaların simsarlarını buluşturmuş bir borsa olarak çalışmış yıllar boyu. Günümüzde tecim işlevini kısmen değiştirmiş olarak diğer hanlar gibi yaşamını sürdürmekte.
Meydanın en önemli özelliği şehirde bulabildiğim tek turizm merkezinin olması. Havuzun sağında en uçta yer almakta. Bir harita temin ederseniz epey işinize yarayacaktır. Gideceğiniz yerleri söylerseniz yardımcı da oluyorlar. Fakat en önemli eksisi 5’te tüm devlet kuruluşları gibi kapanıyor olması.
Orhan Gazi camiine gelince pek de aman aman bir özelliğini göremedim. Tabii bunda İstanbul gibi bir yerden gelmenin etkisi de büyük. Caminin son cemaat yerinin sütun başlıklarında devşirme (spolien) malzeme kullanılmış.
İlk hoş ve değişik yapı Irgandı köprüsü. Benzerlerinin en meşhuru Floransada olan iki yanı da dükkanlarla kaplı dört köprüden biri olan Irgandı aslında kısa fakat şirin bir yapı. Üzerindeki dükkanlarda süs eşyaları bulabilirsiniz ama biraz pahalıca olduğunu belirtmeliyim. Köprü ayaklarına bakıldığında eskiden de bir şeyler olduğunu tahmin edebileceğiniz izler gözlerden kaçmamakta.
Yolunuzun üzerindeki en önemli yapılardan biri Yeşil camii ve türbe. Türbe şu an restorasyonda olduğundan dolayı içine giremedik. Fakat camii kısmı halen açık. Girişe göre sağ taraftaki duvarlardaki mermer işçiliği içerisindeki çinileri aratmamakta. İnanılmaz ince, zarif ve asil bir zevkin eseri olarak zamana meydan okumaktalar.
Cami, özellikle Japon ağırlıklı olmak üzere pek çok yerli ve yabancı turisti çekmekte kendine. Sağanak yağmura karşın oldukça kalabalık bir ziyaretçiye ev sahipliği yapmakta olan camii de yine saygısızlığa şahit olduk ve yine kavgamızı yaptık. Camilere yabancılar gibi yerli turistte başı açık girmekte (bu konu için eski notlarda örneklemeler ve kıyaslamaları görebilirsiniz) ve içeride flaşla çekim yapılmakta.
Tüm olumsuzluklara karşın içeriyi şu şekilde özet geçmekte fayda var. Standart 13-14 yy çinileri ön kısımları süslemekte. Sağda ve solda odacıklar var ve neye yaradıkları hakkında bir fikrim yok. Girişe göre sağda ve solda bulunan odacıkların duvarlarındaki yeşil çiniler ve tavanındaki süslemeler için diyecek sözüm yok. Özellikle duvardaki yeşil renk harikulade. Bu küçük alanda çok sayıda poz çekmeme rağmen tripodsuzluk ancak bir iki başarılı çekim olarak döndü bana. Son cemaat yerindeki Bizans tarzı sütun başlıkları devşirme malzeme kullanımının dolayısıyla etrafta Bizans dönemi kalıntılar olabileceğinin işaretçisi. Özelikle taç kapı ve etrafını saran mermerlerin işlemeleri mutlaka görülmeli.
Emir sultan camiinde ezanı okuyan her kimse harikulade okumakta. Mutlaka dinlemeli. İnsanın içinde bir şeyler oynuyor. Caminin içine gelince kubbenin işlemeleri oldukça zarif. Alışık olmadığım gri bir renkte kubbeyi parçalara ayıran süslemeler sanki simle kaplanmış gibi bir intibah yaratmakta. Cami ve tam karşısında Emir Sultana ait türbe yer almakta. Günlerden Cuma ve türbe civarının pek çok kadınla dolu olması nedeniyle girmeyi denediysek de üstelemeyerek yolumuza devam ettik. Ama unutmadan söyleyeyim, Emir Sultandan çok güzel bir manzara var. Özellikle Yıldırım camii ve Türkiye’nin en uzun bayrak direğinden dalgalanan devasa bayrağımız insana değişik hisler tattırıyor.
Akılcı olarak teleferiğe binerken hırka yada kazak almak yerinde olacaktır . Ben üzerinde sadece tişört olduğu halde ilk etapta titremeye son etapta donmaya başlarken orada tanıştığımız gençlerin kazak takviyesi ile hastalıklardan uzak durmayı başardım. Teleferik sallantısız ve güvenli bir şekilde hareket etmekte. Arada kuleleri aşarken zıplama yaşanıyorsa fazla bir rahatsızlığı yok.(Ben bile hissetmedim) Tepede tipik ingiliz filmlerinin klasiği olan kesif sis burada da mevcuttu. Hatta şu şekilde söyleyeyim neredeyse siste yolumuzu kaybediyorduk.
Buradan sonraki hedef Yıldırım Beyazıd camii ve belediye meydanındaki bayrak olabilir. Teleferik ile bu mekan arası taksi ile 5 ytl tutmuyor bile. Bayrak 380 metrekare civarında bir boyuta sahip. Çok yüksek olduğu için ufak görünsede bayrağım boyutu dehşet verici. Dalgalanışını gördüğünüzde gururla doluyor içiniz…
Bundan sonraki hedef cumalıkızık olabilir. Yıldırımda yol kenarında minibüslerle cumalıkızığa gidebilirsiniz. Bursa’nın bir ilginçliği otobüsle bir durakta gitseniz bir saatte gitseniz aynı parayı ödemeniz. Ama isa bey diye arada bakımsız bir köy daha var. Aslında biraz elden geçse çok şey değişir. Ama ne yazık ki halkımız bu konularda oldukça bilgisiz bir o denlide ilgisiz.
Köyde ilginç yerlerden biri caminin yakınındaki etnografya müzesi denilen bina. Daha çok amerikan filmlerindeki taşra bakkalları havasındaki mekanda bir teyze dut, böğürtlen vb de satmakta. Girişte ve merdivenlerle inilen alt katında köyde kullanılan eşyalar, tapu sicil kayıtları yada fermanlar mevcut. Alt kattaki bir ilginçlikte geçen yüzyıldan kalma tulumba.
Köyün eski bir yerleşimi olmasına rağmen camisinde bir ilginçlik olmaması şaşırtıcı. Bir başka mekanda cin çıkmazı denilen dar sokak. Yunan işgalinde giren yunan askerlerinin teker teker öldürülmesi ve faillerinin bulunamaması zaten derin korkuları olan düşman tarafının köyü boşaltmasına vesile olmuş.
Unesko tarafından dünya mirası listesinde yer alan köyün adı hakkında çeşitli yorumlar var. Konuyla ilgili rivayetlere girmiyorum, zaten köyün girişinde hikayeleri bir panoda yazmakta.
Olmazsa olmaz değil ama gidilirse de iyi olur diyebileceğim bir yer sonuç olarak…
Tekrar dönelim Bursaya.
Şehrin panoramik olarak en iyi gözlemlenebildiği yerlerden biriside Tophane olarak anılan mevki. Famora’dan batıya yöneldiğinizde Timurtaş Paşa ve Okçu Baba türbelerini ilk olarak görürsünüz. Timurtaş Paşa isminden de anlaşılacağı üzere kuruluş devri komutanlarından. Okçu Baba ise hayatı, özellikle de ölümü ile dinlenmeye değer bir hikayeye sahip. Bu zat Bursa’nın kuşatması sırasında ordunun ok ihtiyacını önemli ölçüde gidermiş. Sanıldığının aksine yay ve özellikle ok yapımı oldukça zorlu, zaman alan ve pahalı bir süreci içermekte. Özellikle Türkler gibi göçebe toplumların okçulukta bu denli ileri gidebilmeleri inanılmaz bir olay. Kaliteli bir okun niteliklerine kavuşabilmesi asgari elli yıl aldığı varsayılmakta. Bu süreyi göz önünde bulundurduğunuzda Okçu Baba ‘nın işlevi iyice ortaya çıkmakta.
Zaten Bursa bir evliyalar şehri. Aziz Mahmut Hüdai’nin hikayesini Üsküdar’dan bahsederken anlatmıştık. Hikayenin diğer kişisi olan Üftade Hazretleri‘nin türbesi de, camisi de, dergahı da Bursa’da. Ayrıca yakınlarda Somuncu Baba‘nın da türbesi yer almakta. Somuncu Baba savaş ve kıtlık zamanlarında halka hiç bitmeyen bir kaynaktan temin ettiği ekmekleri dağıtan bir evliya.
Hafif meyilli yolu tırmanırken Bursa’nın onarılan surlarını da görebilirsiniz. Orijinal taşlar yine siyah boyayla numaralandırılarak markalanmış. Bir Allahın kulu bu boyanın çıkmayacağını akıl edemedi mi şaşılacak bir konu. Ana sur kapısından içeri girdiğinizde ki bu kapıya Hünkar Kapısı da denmekte eski Bursa evlerinden pek çoğunu görme şansınız olmakta.
Meydanda Abdülmecit zamanına ait bir saat kulesi yer almakta. Osmanlıyı o dönemde etkileyen saat kulesi furyasından Bursa’da nasibini böylelikle almış. Kulenin önünde tek sıra olarak dizili toplar günümüzde de ramazanlarda iftar vaktini bildirmekte kullanılmakta.
Daha öncede belirttiğim gibi bu noktada çok güzel bir Bursa manzarası var. Adeta tüm şehir ayalarınızın altında sizin gözlerinize bir beğeni ziyafeti verircesine yayılmış gibi görünmekte.
Daha da batıya gittiğinizde yine güzel bir manzarası olan başka bir parkta buluyorsunuz kendinizi. Parkın tam karşısında büyücek bir hastane, çaprazında onarımdan geçmiş bir cami var. Parkın manzarası dışında bir ilginçliği daha var. Çevresi tel örgülerle çevrili bir alan mevcut ve bunun ne olduğuna dair bir bilgi yine yok. Roma yada Bizans döneminden bir iki parça, bir iki detay dışında Bursa merkezinde bir şey kalmamış. Bununla beraber şehirde Justinianus döneminden kalan bir sarayın varlığı bilinmekte. İmparatoriçe Teodora yaklaşık dört bin kişilik mahiyeti ile beraber kaplıcalara, kendi bakımı için uğrar. Her ne kadar tarihçilerimizin utanmasalar Kadırgalı bir fahişe olarak anacağı Teodora özellikle Nikea isyanındaki soğukkanlı tutumu ile kendinden emin ve kudretli bir kişilik intibahı yaratan bir kadın aslında. Birde kendi döneminde yapılan Aya Sofya, Aya İrini yada Safranbolu su kemeri gibi ihtişamlı ve zarif yapıları da göz önünde bulundurursanız şehre güzel bir saray yaptırmış olduğunu düşünebilirsiniz. Saray kanımca termal sulara yakın bir yerde olmalıydı. Yeri bilinmemekte.
Şehir batıya doğru büyümekte. Tirilye diye bilinen ama günümüzde Zeytinlik, Zeytin bağı gibi adlarla anılan kasabaya giden yolu sağlı sollu saran siteleri görünce bunu iyice hissediyorsunuz. Çok sayıda modern yapı size uzunca bir süre eşlik etmekte.
Tirilye değişik bir yer. İsminin kaynağı da belirsiz ve bu belirsizlikler de rivayetlere imkan veriyor doğal olarak. İlki İstanbul ile anlaşmazlığa düşen üç papazdan geldiğini iddia eden Tria İlia (Üç papaz ) . Bir diğeri ise Cenovalıların yörede yakalanan bir balığa verdikleri isim. Bir tane daha var ama oda hatırımda değil J
Zamanında zengin bir rum kasabası olarak iddia edilen bu yere ancak gece uğrayabildik. Zeytincilikten çok büyük paralar kazandığı aşikar olan kasabada standart Türk evleri ana caddenin etrafında sıralanmakta. Öte yandan 800’lü yılların sonlarında kilise olarak inşa edilen ve daha sonra camiye çevrilen yapı görmeğe değer. İçine girebildik ve Girit göçmeni ağırlıklı cemaatinden bazı yaşlılarla da sohbet ettik. Yunan haçı şeklindeki yapının içindeki sütunlar oldukça güzel. İçeride çok sayıda fotoğraf çektiysem de ışık nedeniyle kaliteli pek fotoğraf alamadım.
Kasaba içinde büyükçe bir rum okulu da var ve geceleyin cami gibi bu yapıda aydınlatılmakta. Mudanya yoluna doğru çıkılan rampadan iyi resim alınabilmekte.
Mudanya, Güzelyalı taraflarında güzel fotoğraf alınabilinecek yerler var ama saat itibariyle müsait olmadı.
Sözün özü Bursa hafta sonu değişiklik yapıp Osmanlıyı hissetmek için ideal