Kaklık Mağarası – Laoedikya
Sabah erkenden kalktık ve kahvaltıya inip yola düştük. Öğleyin atıştırmak için bizim tayfa poğaça vb alırken bende bulduğum gazozu denemeye başladım. Zafer Gazozu ve diğer kardeşin kurduğu Yeni Zafer iki büyük firma. Bir başka firma daha var ama hiçbir yerde bulamadım. Zafer gazozunda çilek esansı var ve hoşuma gitti. Büyük firmaların tüm yurdu kapsayan ağları karşısında ayakta durmaya çalışan firmalar bunlar.
Kaklık mağarası Şamil’in arayıp bulduğu ve mutlaka gideceğiz dediği bir yer. Hemen yanımızdaki otogara gidip sorduk ve az biraz bekledikten sonra bir minibüse tıkıştırıldık her zamanki gibi.
Herkes indikten sonra şoför az biraz daha para verilirse bizi götürebileceğini söyledi. Dönüş için ise beklerim dedi. “Eee”, dedik “ne kadar beklersin?” Bir buçuk saatte anlaştık. Minibüsçü ana yoldan içeri toprak bir yola girdi. Yürüyüp yada bisiklete binerek gideceğiniz bir yer değil. Çimento kamyonları bu yol boyunca yapabilecekleri maksimum hızı deniyorlar. Yolun sonu Denizli Çimento’nun fabrikasına gidiyormuş.
Mağarada indik. Böyle dağ başı gibi bir yer bekliyordum ama ilgisi yokmuş. Böyle, düzgün bir alan içerisinde bir yarık var. Küçük bir mağara. Sülfür kokusu insanın burun direğini kırarcasına her yeri kaplamış. Otları aşıp da ulaştığınız ana girişte güneş ışığı vuran yerlerde yeşil yosunlar var. İçeri girdiğinizde ise mağara adının hakkını veriyor. Yeraltındaki Pamukkale burası. Mağaranın içinde bir Pamukkale oluşmuş gerçekten.
İçeride bir gezi yolu yapılmış betondan. İçerisi her daim nemli ve gerek sıcaktan gerekse tavandan damlayan sulardan adam akıllı ıslanıyorsunuz. Beton yol sayesinde de ayağınızın kayması riski ortadan kalkmış.
Çıkışında ise su tertemiz bir gölet oluşturmuş. Bu su mağaraya doğru akıyor, kayaçlarda süzülüp çok ilerilerdeki tarlaları sulamak üzere yüzeye çıkıyormuş.
Mağara küçük olduğundan kısa sürede hakkından geldik. Dışarıda ise turistlerin vakit geçirip para harcayabilmesi için basit bir kafeterya ve havuz yapılmış. Tabii tek turist bizdik ve civar yerleşimlerin gençliği burada çılgınca eğleniyordu. Yeni Zafer gazozu buldum burada ve onu denedim. Karışık aromalı imiş. Fena bulmadım. Tavsiye ederim.
Tekrar minibüsteyiz. Yolun kenarında indirildik ve gösterilen yolda ilerlemeye başladık. İki Hintli bunların yanında beyaz peynir gibi olan beni de gören ufak çocuklar turist sanıp peşimize takılıp laf atmaya başladılar. Önce ben, ardından Şiv ufaklıklara Türkçe cevap verince bir afalladılar görmelisiniz. Türkçe konuşabilen insanlar çocukların pek ilgisini çekmedi ve gidiverdiler.
Bizde antik kentin girişine ulaşmayı başardık.
Söylemeliyim ki hiç bu kadar hararetli bir çalışmanın yapıldığı bir antik kent görmemiştim. Modern bir inşaat sahası gibi çok sayıda vinç sütunları ayağa kaldırmaya çalışıyor. Hem de bu güneşin altında.
2.Antiochios mö 3. yy da karısının adına bu şehri kurdurmuş. Dönemin en büyük merkezlerinden birisi imiş. İki büyük tiyatrosu var ama birinin taşları çoktan götürülmüş. Anadolu’nun en büyük stadyumu da benzeri bir durumda. Görünen o ki çok iş var daha burada… Ama biraz daha bir şeyler çıksa sütunlar biraz daha ayağa kaldırılsa tur rotaları çok değişecek… Örneğin neredeyse iki bin yıllık, tapınak A denilen bir yer var. Çelik konstrüksiyon ile desteklenmiş ve ana depo gibi yer kalın bir cam ile örtülmüş. Aşağısı ile yürüdüğünüz yer arası 5-6 metre var neredeyse… Bu depoya tapınağa gelen hediyeler konuluyormuş.
Hristiyanlıkla beraber tapınakların adları da değiştirilmiş. Meşhur “Yedi Kilise’den” birisi de burası. Sanırım bu bile şehrin ne kadar önemli bir yer olduğunu göstermeye yeter.
İlerilerde Pamukkale görünüyor. Beyaz, masif bir kütle. Tam ters yönde ise Babadağ. Denizli güzel bir doğaya sahip.
Bizim Hintliler güneşe dayanamadılar ve tapınağın duvarlarının arkasındaki gölgeye sığınıverdiler. Ben bir saat kadar daha neresi varsa dolanmaya devam ettim. Gerçekten görmeye değecek bir yer, zamanla, tabii ki ödenekler kesilmezse inanılmaz şeyler çıkacak sanıyorum.
Çıkıyoruz, aynı yolu tekrar ama bu kez ters yönde yürüyoruz. Geldiğimizde peşimize takılan ufaklıklar için orijinalliğimizi çoktan kaybetmiş olmalıyız ki ilgilerini çekmiyoruz. Seslendiğimde şöyle bir bakıp el sallıyorlar sadece. Yol kenarında epeyce bekledikten sonra Denizli merkeze ulaşıyor, orada karnımızı doyurduktan sonra Pegasus’un havalimanı servisine binip havalimanına gidiyoruz.