Sabah Antep’ten ayrılıyoruz. Önce Maraş ‘a gideceğiz. Yol, manzara, her şey güzel.
Maraş’ta fazla kalmayacağız. Maraş ‘ın tura eklenme sebebi sadece Kayseri ‘ye giden yolun üzerinde olması. Aslında elbette görecek çok şeyi var ama tur içeriğinde sadece bir saat ayrılmış. O da dondurma molası bir bakıma. LP bile pek bir şey yazmamış şehir için.
Sabahın kör saatinde dondurma yiyecek halim yok. Bizler eşimin arkadaş olduğu hanımlarla beraber şehrin çarşısına yöneliyoruz dönüş biletimizi alma işini halleder halletmez. Küçük, düzenli, sevimli bir çarşı. Yemek için bir fırına girip küçük halkalardan alıyoruz. Ama dediğim gibi çok kalamıyoruz.
Buradan Kayseri ‘ye uzanan yol tıpkı Malatya ‘ya giden yol gibi harika manzaralara sahip ama epeyce yüksekte olduğumuz için soğuk. Yolda bir ara sıcaklık 9 dereceye dek geriledi.
Geçtiğimiz yolları sarmalayan kimi tepelerde halen buzlar kendini gösteriyor. Hep dediğim gibi seyretmesi, bakması güzel ama yaşaması zor yerlerden.
Nihayet uzun yolculuğun ardından Kayseri ‘ye varıyoruz. Kayseri tarihi Hititlere dek uzanan ama Tiberius tarafından onurlandığı için Kayseriya (Sezar ‘ın Kenti) adıyla anılan bir yerleşim. Bizans İmparatorlarından 2. Basil de burada doğmuş. Türkler ise Danişmentliler ve Selçuklular ise gelip kenti almışlar.
Şehrin surları hala ayakta. Koyu renkli, iç karartan, upuzun duvarlar bunlar. Justinianus zamanında inşa edilmiş. Alaaddin Keykubad ve Fatih zamanlarında ciddi onarımlardan geçirilmiş sur duvarları.
Araçtan iniyoruz. Önce yemek yenecek. Artık rahatız. Tur bizim için burada bitecek. Kapadokya ‘ya geçmeyeceğiz. Bu sıcakta peri bacalarını tekrar görmek yerine Kayseri’yi daha fazla geçmeyi tercih ettik.
Yemekte ben pastırmalı pide yiyorum. Pastırma gerçekten çok leziz. Fazla da bir şey tutmuyor. Pastırmayı nereden aldıklarını sorup öğreniyorum.
Yemekten sonra turdakilerle vedalaşıp ayrılıyoruz.
Unutmayalım, gümbürtüye gitmesin diyerek önce pastırma alımını hallediyoruz. İstanbul’a kıyasla fiyat burada çok hesaplı. Satıcının pastırmayı elle ama incecik ve hızla kesişini hayretlerle izliyorum.
Sonrasında kendimizi surlara atıyoruz. Şehrin modern kısmıyla bir işimiz yok. İşi olan hayrını görsün. Her yer için fikrim bu. Kayserililer surlarını bizden daha iyi kullanmışlar. Surların arasında kalan boşluk ve bölmeler bir tür çarşı olarak işletilmekte.
Buradan saat kulesinin olduğu meydana ilerliyoruz. Bu akşam MHP mitingi olduğu için partililer meydanı doldurmuş şimdiden. Öte yandan inanılmaz derecede polis meydanda yer alıyor. Garipsiyorum.
Mimar Sinan ‘ın yaptığı caminin yanından kapalı çarşılara dalıyoruz. Epeyce büyük bir çarşısı var şehrin. Fiyatlar bizim şehirle kıyaslandığında yerlerde adeta. Bir şeyler bakıyoruz ama yok. Çarşıda epeyce bir zaman geçirdikten sonra Ulu Cami ‘ye geçiyoruz.
Kayseri Ulu Cami Selçuklu döneminin tüm tipik özelliklerini taşıyor. Kalın tonozların sırtladığı küçük ama çok sayıda kubbe, mukarnaslı büyük bir taç kapısı. Yapımına Danişmentliler başladıysa da bitişi Selçuklulara nasip olmuş.
Çifte Medrese, Döner Kümbet… Selçuklunun yaptığı pek çok esere bakıp bakıp kalıyoruz.
Burada da biraz oyalandıktan sonra otogara gidip otobüse biniyoruz. Saat 18
Kayseri İstanbul arası yaklaşık on iki saat çekmekte. Yol problemsiz ama otobüs akla gelebilecek hemen hemen her kasabanın terminaline girip yolcu aldığı için ikinci bir Anadolu turu daha yapmış oluyoruz.
Sonunda evimize varıyoruz. Çok değişik duygular (hatta korkular) ile gidip çok otantik bir rotayı gezmiş olduk. Güzeldi.