Sabah Fatsa’dan Samsun’a geçtik. Samsun’da gezimiz Bandırma Vapuru ‘nun birebir kopyası olan müze gemi ziyaretiyle başladı. Müze gemi de kaptan köşkünde Atatürk ve arkadaşlarının balmumu kopyaları yerleştirilmiş. Geminin yatakhane olan kısmında ise Atatürk’e ait çeşitli eşyalar ve fotoğraflar sergilenmekte.
Müze oldukça temiz ve düzenli. Tek sorun güverteden kamaralara inen merdivenlerin oldukça kaymaya müsait olması. Turdaki bayanlardan biri oldukça kötü düştü. Neyse ki bir problem olmadı.
Tur boyunca çektiğim en iyi fotoğraflar burada çekildi. Tüm hafta boyunca sakin olan hava patlayacağının ilk sinyallerini vermeye başladı. Deniz kabardı ve gökyüzü çok koyu bir gri fona büründü. Bizden bir gün sonra beklenen yağış bir felaket olarak şehre inmiş. Selden iki kişinin öldüğü haberini aldık.
Samsun’un arkeoloji müzesini de gezebildik. Müze tek katlı, şirin bir yapı. Girişinde mozaik bir alan var. Kapı girişinin sağında kalan kafataslarının ise üzerlerinde başarılı beyin ameliyatları yapılmış olduğunu öğrendik. Ayrıca çeşitli höyük ve Tümülüslerde bulunan eserler, sikkeler de müzede sergilenmekte.
Gün içerisinde uğradığımız ikinci şehir Amasya. Şehrin adının Amazon kraliçesi Amesia’dan geldiği rivayet edilmekte. Amasya içerisinden Yeşilırmak geçen dağlar arasında kalan bir şehir. Bu dağlar Barış Manço’nun askerliği sırasında “Dağlar Dağlar” şarkısına ilham vermiştir. Çok sayıda köprü şehrin yakalarını birbirine bağlamakta.
Ayrıca Amasya’nın nehir boyunda dizili duran konaklarını da unutmamak gerekmekte. Bunların içerisinde en meşhuru günümüzde etnografya müzesi olarak kullanılan Hazeranlar Konağı’dır. Yakınında bulunan ( bahçesine girip içine giremediğim) Hatuniye Camii’nin adını verdiği mahallede yer almaktadır. Kültür bakanlığının sanal ağ sitesinden alıntı yapacağım. Bu arada Hatuniye Camii’ni de atlamayalım. Her ne kadar sade bir yapıda olsa son cemaat yerinin tuğla işleri göz okşamakta.
Konak amasya merkez hatuniye mahallesinde sur duvarları üzerine 1865 yılında, Amasya mutasarrıfı Ziya Paşanın defterdarı Hasan Talat Efendi tarafından yaptırılmış, Hasan Talat efendinin kız kardeşi Hazeran hanımın uzun yıllar burada yaşamasından dolayı, “hazeranlar” adını almıştır.
Geleneksel Osmanlı konut mimarisinin seçkin örneklerinden olan yapı. Orta sofalı. dört eyvanlı plan tipinde, iç avlulu, dışa kapalı yapı tipidir.
Yalı boyu, Yeşilırmak sahil şeridi üzerinde yen alan, 19. yüzyıl sivil mimarlık örneği yapılar arasında önemli bir yeri olan, hazeranlar konağı 1976 yılında bakanlığımızca kamulaştırılmıştır.
Konağın restorasyon uygulamalarına 1979 yılında başlanılmış ve 1983 yılında restorasyon çalışmaları tamamlanarak 1984 yılında etnografik eserlerin teşhir edildiği müze ev olarak hizmete açılmıştır.
Hazeranlar konağında depremler nedeniyle meydana gelen zemin sorunlarının giderilmesi ve teknolojik müze donanımlarının tesis edilmesi amacıyla yeni restorasyon çalışmalarına, anıtlar ve müzeler genel müdürlüğünce 1998 yılı sonlarında başlanılmış, döner sermaye işletmeleri merkez müdürlüğünün de katkılarıyla uygulamalar, 12 haziran 2001 tarihinde tamamlanarak yeni teşhir düzeni ile hazeranlar konağı “müze ev” olarak yeniden ziyarete açılmıştır.
Yolunuza devam ettiğinizde bir de saat kulesi ile karşılaşıyorsunuz. Buradaki köprüden karşıya geçtiğinizde karşınıza çıkan yapı “bimarhane”. Bimarhanelerde akıl hastaları müzik ve su sesiyle iyileştirilmeye en azından teskin edilmeye çalışılmaktaydı. Avrupalı ise akıl hastalarını içlerine şeytan girdiği gerekçesiyle yakmakla meşguldü. Bu konudaki en net karşılaştırma Umberto Eco’nun Gülün Adı romanında çocuğun İbni Sina’ya ait bir kitapta aşk ile ilgili kısımları okuduğu yerlerde görebiliyorsunuz.
Yapı şu an sanat eğitimi için kullanılıyor sanırım. İçeride kafelerde var. Ama yapının giriş kapısının mukarnaslı işlemeleri için diyecek yok. Ne acıdır ki çok az kişi bilmekte. İyi bir geliri olan üniversite mezunu kaç aile acaba tatil planlarının arasına Amasya’yı alıyor ki.
Bimarhaneyi geride bırakıp Beyazıd Külliyesi’ne doğru ilerliyoruz. Külliyenin en önemli kısmı camii tabii ki. Namaz vakti olduğundan içeri giremedik ama taç kapının sağında ve solunda döner sütunlar var. Bunlar bir deprem anında yıkılmayı engelleyen esnemeyi sağladığı gibi yıkılma riski ortaya çıktığında uyarı imkanı da vermekte. Taç kapıda Selçuklu etkileri var.
Külliyenin bir medresesi ve kütüphanesi de var. Medrese bir dönem arkeoloji müzesi olarak da kullanılmış.
Şehir pek çok Osmanlı sultanının eğitim aldığı bir yerleşim. Günümüzde Osmanlı Oxfordu olarak anılmakta. Ayrıca bu eğitim kuruluşları çok sayıda bilim adamı, şair ve sanatkar da yetiştirmiş.
Bu noktadan sonra uğrayacağımız yapı modern bir bina; arkeoloji müzesi. Bina üç katlı. Fakat gezilebilen kısmı giriş ve üst katı. Alt kat depo. İstanbul Arkeoloji ‘den sonra gördüğüm en kaliteli müze. (Ankara arkeolojiye tekrar gitmemiz gerekecek .) Müze envanterinde yirmi dört bin parça tarihi eşya yer almakta.
Üst katta en ilgi çeken kısımlardan biri ahşap eserlerin bulunduğu bölüm. Kapılar ve pencere kanatları bulunmakta. Bunların içinde Bizans döneminden kalan, Selçuklu ve Osmanlıya ait eserler yer almakta. Gök medresenin kapısı da burada. Kapılarda çok hoş geometrik süslemeler ve yazılar bulunmakta. Allaha şükür, eserlerin nerelerden getirildikleri ve dönemleri konusunda yeterince bilgi verilmekte.
Ayrıca bu katta çevrede bulunan çeşitli dönemlere ait defineler, çeşitli parçalar, eşyalar bulunmakta. Ayrıca çeşitli silahlar , mühürler ve testi, çömlek tarzı eşyalar var.
Müzenin en meşhur eseri Hitit fırtına tanrısı Teşup heykelciği. Sivri külahlı, kısa etekli, bronz bir heykel bu. Dünyada sadece Amasya müzesinde bulunmakta.
Aynı kattaki etnografya seksiyonunda ise mutfak eşyaları, kadın ziynet eşyaları, sedef sandıklar, silahlar, seramikler, astronomi aletleri, çeşitli hamam takımları, saatler, yöresel giysiler, el yazması kuran-ı kerimler, biri İşkodra vilayetinin olmak üzere iki de sancak sergilenmektedir.
Bahçesinde ise mezar ştellerini, Osmanlı ve Selçuklu döneminden kalma mezar taşlarını, çeşitli işler için kullanılmış küpleri, mil taşlarını görebiliyorsunuz. Boyut olarak büyük parçalar dışarıda sergilenmekte. Ayrıca müze bahçesindeki sultan 1. Mesud Türbesi içerisinde altı adet İlhanlı dönemine ait mumya teşhir edilmektedir. Bu bölüm müzenin en çok ilgi çeken bölümü.
Mumyalar, Anadolu nazırı şehzade Cumudar, Amasya emiri İşbuğa Nuyin, izzettin Mehmet pervane Bey, cariyesi, erkek ve kız çocuklarına aittir. Özellikle çocuk mumyalarının birinin ağzında tek bir dişi çıkmış bir halde sergileniyor olması içimi burktu. Sonuç olarak kabullensek de kabullenmesek de bu yatanlar atalarımız. Buradan bahseden pek çok kişi mumyalardan “iğrenç” gibi sıfatlarla bahsetmekte. İğrenç olan, bunların sandukalarından çıkarılıp sergilenmesi. Türk mumyaları ve mumyacılığı konusunda bilgisi olmayan, bundan geçtim yüzünü yıkamaktan bi haber, özünden kopmuş soytarıların bu tarz yorumlarını nazar-ı dikkatten sakınmak lazım.
Yapının bahçesinde bulunduğu Gök Medrese’nin taç kapısı ve çevresinde de mukarnaslı işlemeler var. İçeri giremedik.
Yemek yenecek yer olarak Ali Kaya gösteriliyor. Gerçekten vadiye, şehre hakim bir alan burası. Yemeklerde fena değil ama sırf manzarası yeter.
Amasya’daki serbest zamanın ardından Çorum’a gitmek üzere yola çıktık. Yolda bir de trafik kazası atlattık. Meçhul şehit anıtı diye bir yerde olay başımıza geldi. Neyse ki kimsenin burnu kanamadı. Biz zabıt tutulması için polis beklenirken inip anıtın fotoğraflarını çektik. Üzerindeki yazılar hemen hemen silinmiş. Sadece 1931 diye bir tarih var.
Anıtın yanına giderken toprağa gömüldük. Değişik bir toprak. Mezarlıktan çıkan iki sevimli yavru kediden yakamızı zor kurtardık. Bizi takip eden kedilerin yola çıkıp ezilmemesi için kötü davranmak zorunda kaldık.
Akşam karanlığında Çorum’a vardık. Şehrin böyle güzel bir şehir olacağını tahmin etmemiştim. Gece çekimi yapmak ve dolanmak amacıyla başta biraz çekinerek otelden çıktım. İki caddenin kesiştiği noktada minareden bozma bir saat kulesi var. Saat kulesinin yakınlarından giderek Ulu Camii’ye varabiliyorsunuz.
Şehir içinde güzel kagir binalar var. Her yerde, ilan tahtalarında Çorum Arkeoloji Müzesi’ni anlatan afişler görülüyor. Gece olması nedeniyle yerini bile bulamadım.
Şunu söylemek istiyorum halkı çok efendi, ağırbaşlı insanlar. Saat kulesinin fotolarını çekerken pozlama esnasında insanlar işimin bitmesini sabırla beklediler. Hatta neden beklediklerini sorduğumda “abi foto çekiyorsun ya ” diye yanıtladılar. Halkı iyi, gece gezmesi bile güvenli bir şehir.