
Serinin ikinci kitabı 2019’da yazılmış ve yazarımız gene İsveç Kültürü’nü silkeleyerek başlıyor. Tıpkı kuş yavrularında olduğu gibi İsveç’in aristokratik ailelerinde de ilk erkek çocuğun bir değerinin olduğunu görüyoruz. Kızlar ve diğer erkek çocuklar aileye, para, toprak, şan, şöhret katacak unsurlar sadece… Kitap iteklenen sorunlu bir ikinci çocuğun yaşantısı üzerine kurulmuş. Hem de ne sorunlu.
Anadan geçen psikolojik sorunlar, ailenin topraklarında yaşayan bir kızla sevdalanma… Kuralcı baba oğlunu adam olsun, aslına bakarsanız daha doğrusu gözlerden ırak olsun diye İsveç’in Karayiplerdeki adasına gönderir.
Şaşırdınız değil mi? Ben bile şaşırdım. Danimarka ve İsveç Karayiplerde bir kaç adaya sahiptir. Hatta Danimarkalılar adaları birazda ABD ‘nin aba altından gösterdiği sopaya istinaden söz konusu ülkeye satmıştır. İsveç ise daha önceden… Fakat İsveçliler Fransızlardan aldıkları adayı bir serbest liman olarak kullanmış ve Karayiplerin en büyük köle pazarı haline getirmişler.
Stockholm, 1794: Bir hastane odasında yatan Erik Tre Rosor yüreğindeki suçluluk duygusunun ağırlığıyla, düğün gecesi ölen karısıyla olan anılarını yazmaya başlar.
Ölen genç kadının annesi de yas tutmaktadır ve adalet arayışında yanında sadece tek kollu bekçi Jean Mickel Cardell vardır. Ancak tek kollu bekçinin peşine başkaları da düşer.
Dâhi avukat ve dedektif Cecil Winge’nin kardeşi Emil de abisinin cepsaatini bulma umuduyla Cardell’in yanına gider. Ancak tek kollu bekçi, Tre Rosor malikânesinde olanları araştırmak için onu ikna edince ikili kendilerini soluksuz bir maceranın içinde bulur.

