Gün 3 – Yanya ve Meteora
Bu gün dönüş yolu. Ama bu yol üzerinde nasıl olacaksa hem Yanya hem de Meteora’ya uğrayacağız.
Yanya yolunda bölgenin en meşhur kişiliği Tepedelenli Ali Paşa’dan bahsedelim.
Arnavut diye biliniyorsa da Bayburtlular da bir ara “bizden” demişti onun için. Murat Bardakçı ailenin Kütahyalı olduğuna dair epeyce kanıtla dolu bir yazı yayınlamıştı. Sonuç olarak günümüz Arnavutluk’unun Tepelen şehrinde doğar. Genç yaşında babası öldürülür ama inatçı ve hırslı bir adam olduğu için yükselir kısa zamanda. Kafası da çalıştığından Delvine Mutasarrafı Kaplan Paşa’nın kızıyla izdivaç yapar ve İstanbul’a varlığını duyurur. Kaplan Paşa Osmanlı’ya isyan edince onu öldürür ve Osmanlı’nın gözüne iyice girer.
Yunanlılar da kaynıyor, fırsat buldukça Türkleri vuruyordur. İstanbul emir verir. Elinde düzenli ordunun askerleri, yüzlerce Arnavut gönüllü ile isyanları bastırır. Acımasızdır. Yunanlıların halk kahramanı Katsandonis isimli haramiyi bir mağarada kıstırır, kendi elleriyle, balyozla adamın tüm kemiklerini kırıp derisini yüzdürür. Rumlara acımaz. Hatta denilir ki canı sıkıldığında Rumlara gölü kovalarla boşaltması için emir verir ama boşaltamadıklarını görünce de sağlam bir sopa atarmış.
Zamanla eli altındaki gücün artışı, çocuklarının dahi paşa olması, Osmanlının isteklerine karışmaması nedeniyle ucundan kıyısından bağımsızlığını ilan etmiş. Osmanlı da Mora Paşası Hurşit Paşa’yı göndermiş ve Pamvodita Gölü’nün ortasındaki manastırda öldürülmüş ve kafası İstanbul’a gönderilmiş.
Hikayenin diğer bir yüzünde ise İstanbul Patrikhanesi 2. Mahmut’u dolduruşa getirmiş ve Ali Paşa’nın azledilmesini sağlamıştır. Zaten sonrasında başta Mora olmak üzere Yunanistan’daki toprakların yitirilmesini Ali Paşa’nın ardından doğan yönetim boşluğuna bağlayanlar bulunmaktadır.
Eğitimsiz biri olarak addedilse de Lord Byron, Alexander Dumas gibi isimleri konuk etmiş, hatta Dumas Monte Cristo Kontu isimli kitabının kahramanları arasında onu da göstermiştir. Byron ise annesine yazdığı mektuplarda Ali Paşa için “iyi, kültürlü ama acımasız bir barbar” diye bahsetmiş. Günümüzde ise Arnavutlar kendi milli kahramanları olarak kabul etmekte ve Ankara’dan resmi olarak Ali Paşa ve çocuklarının kemiklerini istemiş.
Şimdiyse Yanya’dan bahsedelim. Bizanslılar Justinianus zamanında harikulade bir gölün kıyısına başta Sırplar olmak üzere diğer barbarları engellemek için bu şehri kurmuşlar. Günümüzde Arslan Paşa Camii’nin olduğu yerde ionnes prodromos Manastırı da şehre “Ioannina” ismini vermiş. Biz de bunu telaffuzu bize daha kolay geldiğinden “Yanya” olarak kullanmaya başlamışız. Ionnes dedikleri Yahya Peygamber… Namı diğer Vaftizci Yahya…
Kapalı, hafif atıştıran bir havada şehrin ana caddesi Averoff ‘u göl kıyısına dek takip ettik ve şehrin sur içindeki eski mahallelerinde gezebilmek için araçtan indik.
Ardından öyle bir yağmura yakalandık ki zorlukla bir kafeye sığınabildik. Kafe dediğime bakmayın eski bir Osmanlı yapısının günümüzdeki işlevi bu. Karşımızdaki kiliseye yağmura aldırış etmeksizin Pazar ayini için gelen kalabalıkları gıpta ile seyrettim. Ötedeki Bizans Müzesi ise görünüş olarak Atina’daki Bizans Müzesi’nin neredeyse tıpatıp bir kopyasıydı.
Ali Paşa’nın türbesinin hemen arkasında müze olarak kullanılan bir cami daha var. Yağmur gene hızlanınca içine sığındık. Görevli kadın kapıyı açtı; çocuklara ücretsiz olduğunu öğrenince Mete’yi gönderdik. Bir iki dakika dolandı içinde ve pek bir şey olmadığını söyledi.
Ara sokaklarda ilerledik çıkışa doğru. Türk tipi evler her yerde… Osmanlı tuğraları, başka başka türlü kabartma hemen hemen her yerde karşınıza çıkmakta. Bize ait izler halen orada. Ama ne yazık ki Avrupalı turistler burayı Ali Paşa’nın Arnavutlar tarafından sahiplenilmesinden dolayı bir Arnavut yerleşimi gibi algılamakta. Yunanlılar da göründüğü kadarıyla Türk olarak bilinmesindense böyle bilinmesini yeğlemişler.
Çarşıda duvarlar grafitiler ile bezenmiş pek çok yerde. Yunanlar duvarları boyamayı seviyorlar ve bunu da çok iyi başarıyorlar. Çarşıyı dolandık. Pazar günü olduğu için dersaneye gittiğini sandığım çocuklar dışında pek fazla kişi olmayınca şehrin simgesi olan saat kulesinin oraya gidip dönüşe geçtik.
Meteora
Yunanistan denildiğinde deniz, kum, güneş ve Atinayı hesaba katmazsanız önünüze gelecek ilk şey Meteora’daki manastırların olduğu bir fotoğraf olacaktır. Fakat buraya gelmeden önce uzunca bir süre dolambaçlı yolları aşmak ve Kalambaka isimli yerleşime varmak gerekli. Kalambaka göründüğü kadarıyla tam anlamıyla Meteora’nın cazibesiyle ayakta duran bir turizm kasabası.
Ovada aniden biten tepelerin üzerine, yalçın kayalıklara yerleştirilen çok sayıda manastırdan geriye kalan altısına ev sahipliği yapan ve UNESCO listesinde yer alan bir yerleşim burası. Ortodokslara göre Aynaroz’dan sonra en kutsal ikinci nokta halihazırda. Zaten Aynaroz’dan gelen Atanassios isimli sonradan da aziz olan bir piskopos tarafından kurulmuş ilk büyük –ve halen en büyük- manastır. Bu adam tipik bir yobaz ve haliyle de kadın düşmanı. “Kapımda bir kadın açlıktan ölecek olsa bir lokma ekmek dahi vermem sonra buna alışıp kapımda bekler ” benzeri bir fikri de olan bir arkadaşımız bu. 1921 ‘e dek bu manastıra kadın girememiş bile. İlk giren de zaten Kalambaka’dan kasabın kızı Eleni değil Romanya kraliçesi.
Kalambaka’dan buraya her gün iki üç otobüs gelmekte. Dini ritüel yada spor olarak yürüyenlerde var. Araçla geliyorsanız –yada taksiyle- en iyisi en sondaki ve en tepedeki Meteoron Manastırı başlangıç için en iyi seçim olacaktır. Yunanlara beleş olan manastır girişleri siz –biz- yabancılara üç eurodur. Erkeklerin diz kapaklarının üzerinde şortla girmeleri yasaktır. Kadınlar ise uzun etek giymelidir.
Lonely Planet burada da sınıfta kaldı. Özetle manastır üç ana kısımdan oluşuyor. Kilise kısmı, ambar kısmı ve kule kısmı… İçine girmek bir şey kaybettirir mi derseniz cevabım zaman ve para…
Doğruyu söylemek gerekirse gerçekten Meteora bombalandı ve soyuldu. Ama 1942 ‘de Almanlarca…
Aşağısında diğer bir manastır olan Varlaam görülüyor. Buna ulaşmak için ince uzun bir köprüyü ardından da kartallı kapıyı aşmanız – buraya kadar yaptım – ve girişin son aşaması olan üç euroyu vermeniz lazım – işte tam burada kaldım gene –
Altı manastırdan beşi erkeklere ve sadece Agias Stefanos kadınlara ait bir manastır.
Mutlaka gelinmesi gereken mistik bir yer. Tabii bizden daha uzun süre kalmanızı ve doya doya gezmenizi öneririm.
Buradan yol üzerindeki Kavala’ya geçip epey bir geç akşam yemeği yedik. – Aslında biz Türklere göre geç bir saat olsa da Yunanlar için tam yemek vakti olduğundan restoran tıklım tıklımdı-