Cerbe turistik bir yer ama otel çalışanları ilk kez turist görmüş gibiler. İngilizce bilen adam yok, Fransızca ve Almanca konuşmanız gerekiyor iletişim kurabilmek için. Bir de adamlarla pek birbirimize ısınamadık otelde. İngilizce çat pat düzeyinin de altında burada.
Kahvaltıya geçiyoruz. Salamların renklerinden şüphelenip görevliye soruyorum domuz eti sorununu. Bu tipler de bizi Hristiyan sanıyorlarmış. “Türküz, müslümanız” diyorum “müslümansanız Arapça konuşmalısınız” diyor saf suratlı biri. “Nasıl dua ediyorsunuz?” diye soruyor. “Arapça dua ediyoruz” diyorum, “Kur ‘anı nasıl okuyorsunuz?” bir sonraki soru. Anlatıyorum ama kafalarındaki soru işaretlerinin kaybolmadığı suratlarında gayet aşikar. “Biz Türkler siz burada Müslüman kalabilirseniz diye gelip sizin için savaştık” diyorum. Bilmiyormuş. Duymamış. Soruyorum.
— – “Houmt Souk’u biliyorsun? ” “Evet” diyor.
– – “Orada Etrak Camii var. Neden ismi etrak o caminin?”
Hiç düşünmemiş bunu şimdiye kadar.
Evraklarımızda sorun olmuş diye kahvaltı da bir görevli geldi yanımıza. Gittim resepsiyona. Gençten, gıcıklığın kitabını yazmış bir arkadaş bana ilk soruyu sordu.
– “Yahudi misin?”
– “En el Müslim ve Turki ” dedim. Bendeki Arapça bitti bu noktada ve İngilizce devam ettim, “sen Yahudi misin?”
Cevaplamadı denyo. Ailemin pasaport fotoğraflarını gösterip “bunlar Yunan, nasıl oluyor bu iş?” gibi bir soru daha sordu. Herif resepsiyonist mi, Tunus gizli servisinin adamı mı anlamış değilim. Neden sorduğunu da anlamıyorum. Herif yarım kafa da yüksek benden bu arada. Gene de dalayım diye düşünüyorum. Sonunda herifçioğlu “ok” diyor. Ok de neye ok, cevap yok.
Sinirlenmeyeceğim. Toparlanıyoruz denize gideceğiz bugün. İki adım öteye topu topu. Yolumuzun üzerinde bir İbadi Camii var. İbadiler, Haricilerin bir kolu olarak var olmuşlar. İlk iki halifeyi kabul ediyor ve diğer ikisini de reddetmeseler de yanlışlık yapan insanlar olarak kabul ediyorlar. Osmanlı buralara geldiğinde bu adamlara da karışmamış. Adanın iç taraflarında birkaç köyde çok yaygınlar denilene göre. Zararsız adamlarmış dediklerine göre. Azınlık olmanın neticesi herhalde.
Camileri alışılageldik yapıdan farklı. Kubbeleri toprak seviyesinde, beyaz bir yapı. Görünen, yapı metruk çoktan.
Deniz kıyısına iniyoruz. Bir şemsiyenin altına kaptığımız şezlonglara uzanıyoruz. Karışan, görüşen, rahatsız eden yok. Kumsal nereden başlıyor, nerede bitiyor anlamak mümkün değil. Dalgalar büyükçe ama suyun derinliği hafif bir meyille gittiği için dalgalar tehlike arz etmiyor kesinlikle. Ama ne olur ne olmaz diye boyu geçtiği yerlere dek gidiyorum ama halihazırda oğlanın göğsüne gelen yer ile boyunu aşan yer arasında onlarca metre var.
Dinleniyoruz. Notlarımı yazıp denizin ve tatilin keyfini çıkarıyorum. Gelmeden önce araba kiralar yada bir tura katılır adanın içindeki köyleri gezerim diyordum. Turlar ana karadaki, güneyde kalan yerlere gidiyor. Araba kiralasam günlüğü 100 euro kadar ama beni nereye götürecekte ne göreceğim. Türklerden kalan izleri bulmak için ne kadar uğraşsam da adanın yerli halkı Türklerden bihaber…
Halbuki Türk tarihinin zaferle sonuçlanan en büyük ikinci deniz savaşı biraz daha kuzeyde yapıldı 1560 yılında. Büyük Haçlı donanması denizde çabucak imha edilince karaya çıkanların işi de yarım bırakılmadı.
Nasıl olsa yarın yorulacağız. Bugün tembellik nasıl yapılır üzerine ihtisas yapıyoruz.