Geceden biraz çıkıp şehri turlamıştım. Meraklı bakışlar vardı, konuşmaya gelenler de olmadı değil ama risk, huzursuzluk ve tehlike söz konusu değildi. Şehir sarayını, aydınlatılmış yapıları ve köprünün fotoğraflarını çekip insanlarla havadan sudan konuşarak vakit geçirdim.
Sabahda kahvaltıdan sonra yola çıktık. Şehir sarayında vakit kaybetmek yerine direkt tekne turlarına katıldık. Hindistan standartlarına göre uçuk bir ücret olan 460 rupiyi verdik. Kısa bir sürede gölü kat ederek Jag Mandir denilen adacığa çıktık.
Gölü hızlıca anlatmak gerekirse, Piçola denilen aşağı göl (Pichola) tıpkı yukarı göl olan Fateh Sagar gibi insan yapımı bir göl. Şehrin kurucusu olan Udai Hanedanı’nın hükümdarları farklı dönemlerde göletleri inşa ettirmişler.
Aşağı gölün etrafında geçmişten gelen şehir sarayı, çeşitli Hindu tapınaklarına ait ghatlar günümüzde de turistik yapıların eklenmesine vesile olmuş. Göl gözlemlediğim kadarıyla çok derin değil. Bol yosunlu ve bulanık suyuna rağmen dibini görebilmemizi derinliğinin azlığına bağlıyorum.
Buna karşın Bond filmlerinden octopussy göldeki, günümüzün oteli tarihin ise göl sarayının içerisinde çekilmiş. Zaten şehirdeki hostellerin önemli bir kısmı her akşam bu filmi göstermekte. Jag Nivas denilen adacığın tamamını kaplayan otel Hindistan’ın en pahalı otellerinden biri olmasına rağmen balayı çiftlerinin en fazla tercih ettiği yerlerden birisi imiş. Buna karşın eski tapınağın olduğu ve bizimde tekne ile ulaştığımız Jag Mandir de ise eski bir tapınak bulunmakta. Restoran olarak işletilen küçük kısımda ise iki odacıkta geçmişe ait unsurlar sergilenip bilgi veren panolar yerleştirilmiş.
Rivayete göre Şah Cihan babasıyla ters düşüp yaptığı çatışmayı da kaybedince Udailere sığınıp bu adada bir müddet ikamet etmiş. Hatta buradaki tapınaktan etkilenerek Tac Mahal’in bu şekilde olmasına karar vermiş. Eğer öyleyse Şah Cihanda sağlam bir hayal gücü varmış denilebilir.
Adada bizde vakit geçiriyoruz. Akşam bir etkinlik yapılacak sanırım. İnsanlar harıl harıl hazırlanıyorlar. Hindistan’da insanlar sizi görünce ya yapışıyorlar ya da orada hiç olmamışsınız gibi davranabiliyorlar.
Adadan döner dönmez direkt olarak şehir sarayına geçtik. Dışarıdan güzel bir görünümü olan yapının içerisine girince hayallerimiz yıkıldı. Tablolar vb ile duvarlar kapatılmış. Asıl konu Udaipur hükümdarlarının Babürlülerle yaptıkları savaşlar ve elbette ki zaferleri. Ama İngilizlere karşı bir mücadeleye, direnişe dair bir işaret yok. Dahası sarayı turlarken uğradığınız odalardan birinde şehri yöneten İngiliz valilerin resim ve fotoğrafları da sergileniyor. Rajalar, İngilizler için bizi sarayımızdan etmesin de ne halka ne halt ederse etsin ilkesini tercih etmiş.
Dillere destan Moti Mahal (inci odası) vb gibi yerler ise İran’da –özelikle de Şiraz’da- çok daha kaliteli ve işçilikli örneklerini gördüğüm için beni pek etkilemedi. Araca atlayarak yukarı göl olan Fateh Sagar‘a geçtik.
Buradaki gölün en önemli atraksiyonu içerisindeki gözlemevi. Ben tarihi, jantar mantarlar benzeri bir şeyler beklerken ufak tefek bir şey görünce burada da hayal kırıklığına uğradım. Şoförümüz Chandra ‘yı gönderip kendi başımıza şehrin ara sokaklarına dalıp keşfetmeye koyulduk.
Udaypur ‘un tarihi kısmı hoş. Belki de bu hoşluğu sağlayan en önemli neden göllerin varlığı. Yoksa teker teker ele alındığında şehrin içinde görülen yapılar Racastan’ın diğer yörelerindeki benzerlerinden pek farklı değil. Ara sokaklarda sağlam bir şekilde dolandık.
İnsan bir şeye kanalize olduğunda bazı etkenleri göz ardı edebiliyor. Öyle ki, güneş altında saatlerce dolanmaktan dayak yemiş gibi olmuşuz. Odanın serinliği bile uzun süre bizi kendimize getirmeyi başaramadı.