Yolculuk pilotun alçalmaya başladığımızı belirten anonsuna dek tekdüze geçmekteydi. Açıkçası bu kadar rahat bir uçuş ummamıştım. Az bir süre sonra, ileride aşağılarda uzanan ışık deryasına bakınıyorum. Doha ve çevresi bir ışık deryası halinde yayılmış misafirlerini karşılıyor adeta. Pearl (İnci) bölgesi Dubai’deki benzerlerini aratmayan bir görünüme sahip. Diplomatik bölgenin gökdelenleri farklı renkleri ile kendini belli ediyor. Kesif, sarı ışıkların olduğu yere ise Doha ‘nın eski kenti olmak düşüyor herhalde.
Selametle iniyoruz. Derli toplu olduğu her halinden belli bir havalimanı Hammad. Yerlerde çöp namına bir şey yok. Kullandığımız tuvaletler de cabası. Buna benzer bir düzeyi Tel Aviv Ben Gurion Havalimanı’nda görmüştük. Ama belki de anlatılanlardan kaynaklanan stres nedeniyle mekana ısınamamıştık.
Ülke zamanla oluşan zenginliğin etkisi ile oldukça yüksek miktarlarda dış göçü kendine çekmiş. Zaten bu durumu ülkeye giriş için beklediğiniz kuyruklarda fark ediyor olacaksınız. Hindistan ve civarı başta olmak üzere, Afrika’nın çeşitli yerlerinden gelen renk renk, çeşit çeşit insan çeşitli dillerde birbiriyle anlaşmaya çalışarak sırada beklemekteler. Irkların kaynaştığı, ekmeğini kazanmak için ülkeye kapak atmayı beklediği bir alan burası.
Nihayet önümüzdeki İtalyan grup giriş bölmesine varıyor. Bir sorun yaşadıkları aşikar. Ankara’daki Katar konsolosluğunu aradığımda Yunan vatandaşlarının vizesiz girebildiğini söylemişlerdi. Eee, İtalyanlar vizesiz giremezken fakir Yunanlılar nasıl vizesiz girebilsin böyle zengin bir ülkeye. İtalyanlar sıradan alınıp numunelikmişçesine kenarı ayrılınca bizde akıbetimizi öğrenebilmek üzere görevliyle karşı karşıya gelebildik.
Müjde. Türklere vize kalkmış. Kimisi her ne kadar Katar ‘a vize kalksa ne olur diyebilir ama bu tip ülkelere gelip giden gerek mavi gerekse beyaz yakalı Türk ‘ün haddi hesabı yok. Olayın bu boyutu uzun zamandır göz ardı edilmekte. Kötü haber ise Yunan vatandaşlarına vize uygulaması devam ediyor. Bunu az biraz tahmin edebiliyorduk ama varan ikiyi hiç hesaba katmamıştık. Normalde vize ücretlerinin kredi kartı ile tahsil edildiğini okumuştuk pek çok kaynakta ama görevli pos cihazlarının halihazırda tüm havalimanı genelinde çalışmadığını duymak şok etkisi yarattı. Üzerimizde tek bir kuruş dahi Katar Riyali’miz yok. Görevlinin işaret ettiği yöne gittik, bankamatik ile biraz boğuşarak vize ücreti kadar bir parayı çektik. Sonucunda birer barkoddan ibaret giriş vizelerimiz pasaportlara yapıştırıldı ve Katar topraklarına resmen giriş yapabilmiş olduk.
İçeride bavulumuzu bizim kendisini almamızı beklerken gördük ve vakit geçirebilmek için hemen bir banka kurulup beklemeye başladık. Ben bu esnada az bir para bozdurdum.
Arada ya biraz uyuduk yada ekvatora yakın olduğumuz için olsa gerek güneş şak diye kendini gösterdiğini gördük. Kalkma vakti diye ayaklandık ve havalimanı çıkışının hemen sağında kalan alanda bekleyen otobüslere eriştik.
Kısa bir süre sonra merkez terminaline ulaşıyoruz. Otel neredeyse terminalin dibindeyse de afyonum patlamadığı için bulamıyorum. Adresi sorduğum Mısırlı genç oturduğu yerden kalkıp bilindik Katar görünümlerine hiçbir şekilde uymayan sokakların arasından geçirerek bizi otelimize ulaştırıyor ve teşekkürümüze ufacık bir el hareketi ile şöyle bir karşılık verip yoluna devam ediyor. İnsanlar da yardımsever.
Sabahın körü… Otelde yer varsa odaya gireriz olmazsa eşyaları bırakıp yollara düşeriz dedik. Şansımıza yer var. Odaya kısa bir süre bekleyişten sonra alınıyoruz. Pencereden dışarı bakıyorum. Her zamanki arka sokak manzaraları. Bir iki saat uyukluyoruz. Artık gece yolculukları, pek müsait olmayan ortamlarda geceyi geçirme çalışmaları bünyede kendini göstermeye başlamış durumda.
Ara sokaklardan, gölgelerden mümkün mertebe yararlanarak sahile doğru yürüyoruz. Gözümüze çarpan ilk şey şehirde çok sayıda eski ve küçük caminin olması. Bu camilerde harim bölümleri oldukça küçük ve fazlaca yüksek olmayan hafif bombeli minareleri ise bu ana kısımlardan bir metre kadar uzakta yer almakta.
Sahile varıyoruz. Cuma tatili nedeniyle şehirde çalışan Hintlisi, Pakistanlısı, yetmiş iki milletin neredeyse tümü çimenlik, gölgelik yerlerde yerlerini almış, eğlenmeye başlamışlar. Katarlıların gerçekten de hayranlık uyandıran bir başarısı da çöl şartlarında, neredeyse yok denilebilecek su kaynaklarının yanı sıra masraftan kaçınmaksızın deniz suyundan kullanılabilir su üretip şehri yeşillendirmeleri olmuş. Çimler sık ve çok sağlıklı.
Hedefimiz herkesin anlat anlata bitiremediği Ulusal Müze ve bir kaç gün önce yakın bir arkadaşımın uğrayıp “mutlaka gitmelisin” dediği İslam Müzesi’ne uğrayıp korniş üzerinde gidebildiğimiz kadar yolumuza devam etmek şeklinde.
Ulusal Müze’yi bulamayınca piramidimsi bir yapıya sahip olan İslam Müzesi’ne uzanan palmiyelerle sarmalanmış yolu kat ederek müzeye ulaşıyoruz. Katar’da bu harikulade müzeyi gezmek ücretsiz. Bizler de ağırlıklı olarak çinilerle temsil ediliyoruz müzede. Serin bir ortamda sakince vakit geçirebileceğiniz bir sergileme anlayışı var. Kapıdaki görevliler ulusal müze için cevap veremeseler de epeyce yetkili olduğu anlaşılan birisini bize getiriyorlar. Adam harikulade bir İngilizce ile konuşuyor. Herkesin gezdik diye anlattığı Ulusal Müze henüz açılmamış bile. İleride halen inşaatı süren şantiyeyi işaret edip “Dünya kupasına yetiştireceğiz inşallah” dedi.
Biz müzede dolanadururken Doha’nın tatile çıkmış iş gücü sahili kaplamış durumda. Kah eğlenen, şamata yapıp top oynayan insanlara bakınıyoruz kah koyun karşısında, ufku kaplamış gökdelenlere. Gece nasıl oluyor diye merak içinde yürüyoruz. Katar’da, sahilde yer yer güneş ışığıyla çalışan cep telefonu şarj standları var. Bağlı bir iki telefon olsa da sahipleri kim bilir nerede? Öyle bir denge oluşmuş ki… Yerli Katarlılar zaten burada değil ve olsalar da kimsenin telefonuna tenezzül etmeyecek bir sistemin parçaları haline gelmişler. Çalışanlar ise, her ne kadar düşük ücretler karşılığında çalışıyor gibi görünseler de kendi ülkelerinde alamayacakları paralara çalıştıkları için durumlarını riske etmek istemiyorlar.
İçi silme Hintli olan bir gezi teknesi bangır bangır bir müzik eşliğinde kıyıya yanaşıp yolcularını indiriyor. Bir hanutçu “biraz sonra” kalkacağını iddia ettiği tekne için iki kişi 400 dinar para istiyor. Gülüp geçiyorum. Bir sonraki tekne 150 dinardan kapı açıyor. Gece seyri için iki kişi 80 dinara anlaşan arkadaşlarım sayesinde hazırlıklıyım fiyatlara. Banana (Muz) Adasına giden feribotlarda buradaki iskeleden kalkıyorsa da bu kısım gezi hazırlığımda dikkatimi hiç çekmemişti.
İskelenin bittiği yerin sağında içinde inci olan devasa bir istiridye anıtı var. Aslında Katar tarihi olarak inci çıkarıp satan tacir bir ulusmuş. Elbette ki yörenin bir geleneği olarak diğer arap aşiretleri ile savaşsa da ülkenin tek gelir kaynağı yüzyıllar boyu inci toplayıcılığı olmuş. Bunca zaman zarfında Bahreynliler ülkeyi yönetmiş, Osmanlılar 1871 ‘de Al Tani aşiretince ülkeyi idare etmesi için davet edilmiş. Bağdat eyaletinin kaymakamlıkla yönetilen bir kazası olan Katar 1893 ‘te Osmanlıyla savaşa girmiş. El Vasba denilen Katar’a yakın bir yerde Osmanlı ordusu kaybı az olmasına rağmen yenilgiyi uzun vadeli olarak kabul etmiş. Buna karşın ülke 1915‘e dek fiilen Türk yönetiminde bir kaymakamlık olarak kalmış. Daha sonra İngilizler ülkeyi ilhak etmiş ve 1971 ‘e dek idare etmişler.
Sonraki hikaye ise bilindik sayılır. Ülkede petrol kaynakları bulunuyor önce ve hemen akabinde petrol kaynaklarından kat be kat fazla olan doğal gaz rezervleri tespit edilince ülkenin kaderi değişiyor. Gelirler de iyi idare edilince 200,000 Katarlı ve onlara hizmet eden 2,000,000 yabancı işgücüne ev sahipliği yapabilen dünyanın kişi başı geliri en yüksek ülkesine ulaşılıyor.
Buna karşın Katar’da çalışabilmek her babayiğidin de harcı değil. Ülkede çalışmak için Katar vatandaşı bir garantör bulmanız lazım. Pasaportunuzu ona bırakıyorsunuz, ülkeye giriş çıkışlarda kullanabilmek için ondan izin belgeleri vb alıyorsunuz. Sistem böyle işliyor. Belki de en doğrusu da bu. Sadece lazım olan kalifiye iş gücü alınıyor hem de seçmece olarak. Belki de bu nedenle en gelişmiş Avrupa ülkelerinden bile duyduğumuz dehşet dolu, olumsuz haberlerden bu ülkede oluşmuyor. Belki de bu yüzden insanlar rahat rahat eşyalarının derdine düşmeden eğlenebiliyor, gezip dolaşabiliyor.
Katar’da evlenen çiftlere devlet inanılmaz destekler sunuyor. Ev, araba ve devlet dairesinde günlük birkaç saatlik iş. Temel ihtiyaçların neredeyse bedava olması ve vergisiz hayatta işin içinde olunca yaşam standartları kendiliğinden yükseliyor. İnsanların cebindeki paraları almak içinde batı tüm yeteneği ve sermayesi ile gelmiş bu topraklara.
Neyse, buradan eski Doha‘nın kalbi diyebileceğimiz Suk Vakıf ‘a geçiyoruz. İran Pazarı olarak da anılan bu yer gerek açık gerekse kapalı pazarlardan oluşan kendi halinde, sevimli bir alışveriş cenneti. Tabii hayat normalde, akşam hava serinlediğinde başladığı için bizim vardığımız saatlerde sadece yabancı turistler görülüyor ortalıkta. Bizde meyve sularının tadına bakıp otele kaçıyoruz.
Güneşin batmasına bir saatten biraz fazla bir zaman var ve yiyecek bir şeyler bulmamız gerekli. Hemen otelden çıkıp Suk Vakıf ‘a dönüyoruz. Genelde Hintli satıcılar satmak üzere yemeklerini hazırlamaktalar. Öncelikli olarak turizm ofisine uğruyoruz. İlk hedef çarşı içinde yada çok yakın çevresinde olduğunu tahmin ettiğim Türk Kalesi’ni bulmak sonrasında ise para bozdurma meselesini çözmek. İkisinin de cevabını alıyorum.
Türk Kalesi’nden geriye binaların arasında kaybolmuş, itfaiyenin arkasında kalan bir burç kalmış geriye. Yapacak bir şey yok diyerek fotoğraflıyorum. Para bozdurmak için ise tek bir yer var. Ana baba günü. Genelde Afrika’nın envayi türlü köşesinden gelen işçiler memleketlerine para gönderebilmenin çabasındalar. Bu işi de halledip çarşının içerisinde dolanıyoruz. Bir küçük meydanda bir nevi hayvan pazarına denk geliyoruz. Rengarenk papağanlar, balıklar, adını sonradan öğrendiğim enteresan bir kemirgen ve ağırlıklı olarak Hint bülbülü denilen sevimli kuşlar neredeyse yok fiyatına satılıyorlar.
Yemek vakti iyiden iyiye geldi. Madras taraflarından bir abiden acılı, tavuklu ve içinde bilmediğim pek çok baharatlı makarna alıyoruz. Gayet güzel. Sonrasında tekrar meyve suyuna doğru uzanıyoruz. Tarihi çarşı artık hınca hınç dolu. Otele dönene kadar bir nevi ırklar potası almış sokaklarda dolanan insanları izliyoruz.