Görüyoruz ki kahvaltı kültürü Nepal’de de farklı değil. En azından sabah yeni güne enerjik başlamak için yeterli.
Geceleri şehre hakim bir gürültü var. Trafik vb değil. İlki gençlerin düzenledikleri partilerin gürültüsü. Diğeri ise çalışan jeneratörlerden gelen ses. Şehirde elektrik ve su kesintileri sıklıkla yaşanıyor. Halk bunu sırtlıyor. Fakat turistlerin huzuru için otelcilerde jeneratörlerin işletim masrafını sırtlamakta.
Şamili de alıp Bhaktapur’a gidecek otobüslerin kalktığı yere gideceğiz. Grup olarak gerçekten güzel anlaşıyoruz. Sırt çantalarımızı bakkaldan aldığımız su ve bisküvilerle doldurup minibüs beklemeye koyuluyoruz. Tıpkı Hindistan’daki gibi burada da su, üzerine sonradan mineral eklenmiş bir şekilde şişelenmiş. Himalaya’nın buzullarındaki kaynaklardan elde edildiği iddia edilen su için bile bu geçerli.
Minibüs bizim akşam çıkışı otobüslerini tenha düşünmemize yetecek derecede dolu. Bu kadar insanın bu araçlara sığması inanılmaz. – Bişkek’te daha kalabalığını gördüm ve binmeye cesaret edemedim- Gene de üç kişi, sırt çantalarımızla içeri girebiliyoruz. Bunun sırrı para toplamak için insanları ittiren, ileri geri hareket ettiren muavin çocuk. Buna karşın insanlar inanılmaz derecede birbirlerine karşı saygılı. Tek kusurları minibüs penceresinden bile tükürebiliyor olmaları sadece.
Nepal’deki insanların yardım etmek için çabalamalarını takdir etiğimi ama bu çabalarının neredeyse her zaman sonuçsuz kaldığını dünkü yazımda da belirtmiştim. Burada da çok sayıda kişiye Bhaktapur ‘a giden araçların nereden yolcu aldığını sorduk. Minibüs durağının kahyası olduğunu sandığım adam da dahil olmak üzere hiç kimse doğru cevabı veremedi. İlerideki durağa gidip orada soralım dediğimizde bile net cevaplar alamadık ama otobüsü bulabildik.
Bhaktapur Katmandu’dan sadece 14 km uzaklıkta. Buna karşın ulaşım bir saati aşabiliyor. Yol kötü de değil. Çünkü bu minibüs hemen hemen her durakta durup bir iki dakika bekliyor. En iyisi taksi ile gitmeniz. Boşuna zaman kaybetmezsiniz.
Bhaktapur’dan bahsedelim hızlıca. Hindistan ve Tibet arasındaki ticaret yolunun üzerinde olması hem gelişmesine hem de dinsel ve kültürel olarak her iki yöreden de etkilenmesine sebep olmuş. Nepal krallıklarının bir tanesine de başkentlik yapmış. Şehri 1934 depremi kötü vurmuş. Üçte biri yıkılmış ana meydanın. 2015 depremi de benzeri bir etkiyi yapmış.
Minibüslerden indiğiniz yerin hemen karşısında bir bilet gişesi var. 15 dolar karşılığı bir para öderseniz ( 1500 nepal rupisi kadar yaklaşık) meydanlara giden yola salıyorlar sizi. Aslında buradan az biraz önce iner ve ara sokaklardan girerseniz başka bir bilet gişesi olmadığı gibi içeride de bir kontrol yok.
Tabii bize bu kutsal bilgiye daha önceden veren kimse olmadığı için – üniversiteden bir sınıf arkadaşım bu bilgiye vermiş insanlığa ama dönünce gördüm önerisini – paşa paşa paramızı ödeyerek Bhaktapur şehrine giriş yaptık.
Bizim gibi, Şamil Efendi de para ödediği için – benim üçte birimi ödemiş olsa da- gene dırdırı ile çamurlu sokakları adımlamaya başladık. Şehri o an sevdim. Dükkanlara giriyorsunuz, kimse size yapışmıyor, soru sorduğunuzda sıkılmaksızın sizi yanıtlıyor. Alışveriş yapmadınız ve adamın –yada kadının- vaktini de epeyce aldınız – kendimden bahsettiğim epey belli oluyor olmalı – söyledikleri aşağı yukarı şu oluyor. “Dünyanın bir ucundan dükkanıma geldin ve zamanını paylaşıp benimle konuştun, bu iyiliğin için ben teşekkür ederim”
Bizim dışımızda kalabalık bir turist grubu daha şehre giriş yaptı. Onlara da bulaşıp karışan yok. Onlar çok sayıda hediyelikçiden birine girdiler. Ne alacaklar diye bakarken çok güzel maskelerin satıldığını gördüm ilkin. Sonra dükkanın olduğu, dokunsan yıkılacak binanın pencere pervazlarındaki ahşap işlemeler dikkatimi çekti. Evler ne denli hasarlı ya da bakımsız olursa olsun bir zamanlar ev malikleri evlerini güzel gösterebilmek için masraftan kaçınmaksızın sanatçıların hünerli parmaklarından çıkan bu tip süslemeleri evlerine ekletmişler.
İlerliyoruz. Şehrin çıkışı gibi bir yerden sağa dönüp bir meydana ulaşıyoruz. Osman ve Şamil tespih bakmak için bir dükkana daha giriyorlar. Gözlemlerimize göre Bhaktapur Katmandu’dan neredeyse böyle hediyeliklerde yarı yarıya ucuz. Bense yolun karşısındaki dükkana bakarken oldukça yaşlı bir kadın tarafından içeriye davet ediliyorum. Ne dediğini zerrece anlamıyorum. Ama yüzünde satışçıların pek çoğunda olan o kaypak ifadeden eser yok. Halihazırda çalışmakta olan oğlu ise çok iyi İngilizce biliyor. Bir maske görüyorum. Diğer maskelerde renkli kısımlar boya iken anladığım kadarıyla bunda renklendirmeler hep yarı değerli taşlarla yapılmış. Boyama dahi olsa gerçek bir sanat eseri bu parça. 90 dolara dek düşüyor adam. Almadığıma pişman oldum ama inanın almış olsaydım ve havalimanında kırılmış olduğunu görseydim hiç hoş sonuçları olmazdı.
Bizim tayfada çıkınca meydana giriş yapıyoruz. Meydanın adı Taumadi Meydanı. Başta burayı Durbar sanmıştım, değilmiş. Burada çok katlı, sağlı sollu, devasa hayvan ve tanrıça heykellerin nöbet tuttuğu bir merdivenle üst kısımlarına ulaşılabilen bir tapınak var. Nyatapola tapınağı da bir Hindu tapınağı. Üzerine çıktığınızda meydanın ve ufukta sıralanan dağların güzel bir görüntüsüne de ulaşabiliyorsunuz.
Buradan sonra çömlekçiler meydanı da denilen yere geçtik. Gerçekten de yüzlerce çömlek yeni boyanmış halde kurumaya bırakılmıştı. Buradaki magnetçilerden de alışveriş yaptım. Satılmakta olan Kaşmir bir atkıda gönlüm kaldı. Adam 30 dolara dek indirdi ama cesaret edemedim bir türlü almaya. Anlayacağınız üzere Bhaktapur’da aklım ve gönlüm pek çok şeyde param ise cüzdanımda kaldı.
Ara sokaklarda gezmek, insanlarla havadan sudan konuşmak gibisi yok. Uzaklarda gökyüzünü kaplayan bulutları görmeseydim aylaklığa devam ederdim ama zamanı iyi değerlendirmemiz gerektiğini fark edince Durbar meydanına doğru yürümeye başladık.
Meydan için şahsi görüşüm her şeyin biraz sıkışık göründüğü şeklinde oldu. Tam karşımda duran, bir zamanların kraliyet ikametgahı, “55 pencereli saray” günümüzde sanat müzesi ve paralı. Sarayın geri kalanları da paralı. Deprem nedeniyle pek çok yapı yıkılmış yada Katmandu’daki gibi iğreti yöntemlerle ayakta tutulmaya çalışılıyor.
Biz burada dolanırken yağmur başlayıverdi. Tunus’taki yağmura yakın bir yağış. Neyseki sarayın karşısındaki manastırın saçaklarına sığınıp yağmuru, ıslanmamak için kaçışanları izledik.
Yağmur ansızın başlamıştı öyle de bitiverdi. Ardından güneş çıkıverdi. Biz de saklandığımız yerlerden fırlayıp önce müze kısmına girmeye çalıştık. Para istenince döndük. Sonrasında “altın kapı” denilen girişten daldık. Son depremde epey yıkım olmuş. Ahşap parçalar duvarlara yaslanıp yerlerine takılmayı bekliyorlar. O keşmekeşte, herkes canının derdindeyken bu parçaları alıp satan da çok olmuş.
Hemen yanındaki Dattatreya Meydanı’nda pek oyalanmadan geçip ilerliyoruz. Şehrin devasa su sarnıcının karşısındaki minibüs duraklarından araca binip geri dönüyoruz. Bhaktapur Nepalin gerçekten en güzel şehriydi.
Bir diğer meşhur şehir ise Petan olarak telaffuz edilen Patan kenti. Buraya da nasıl gideceğimizi bulabilmek için dört döndük. Haydi benim İngilizcem kısıtlı, Şamil’in bile İngilizcesi Nepallilerle anlaşmaya kimi zaman yeterli olmadı. Benim pek gidesim yok ama Şamil ısrarcı olunca Patan için bir taksiye atladık. Taksici de pek istekli değildi bizi götürmek için ama zorladık.
Patan’da tarihi ama ufak bir yer. Taksiden iner inmez biletçi bize yapıştı. “İleride müze gördüm” dedim “müze yok orada” dedi.
– “O zaman bir tapınak olmalı” dedim.
– “Önemli bir tapınak değil, daha güzelleri burada. 600 rupi.”
Şamil neden girmediğimizi sorup her zamanki gibi saydırmaya başladı. Gördüğüm tapınağa dek geri döndüm, bir sokağa daldım ve yüz metre kadar ilerledikten sonra sağa döndüm ve meydandayız. Biz yaklaşık 6, Şamil 1,5 dolar kardayız.
Patan Lalitpur ismiyle tarihte yer almış. Günümüzde ismini aldığı “güzellik” kavramından pek bir şey kalmamış olsa da görmeğe değer bir yer. Bununla beraber şehrin Durbar ‘ı epeyce küçük ve yapılar oldukça hasarlı. Gene de gezdik ve yemek için bir restorana atladık. Fiyatlar yerlerde. Buranın bir nevi mantısı olan “momo” sipariş ettim. Yağda kızarmış büyük bir mantı bu. İçindeyse yerel manda olan “yak” eti vardı ki bizim sığırlara göre bir tat farkı alamadım.
Buranın minibüsleri için şehrin çarşısını geçmemiz gerekiyordu. Şunu söylemeliyim ki şehrin durbarı ne kadar hayal kırıklığı oluşturduysa çarşısı kaosu, renkleri ve cıvıltısı ile gözümüzü okşadı. Belki de bir turiste sunabileceği pek bir şeyi olmadığından satışçılar bize yaklaşmadılar. Dünyalıları inceleyen uzaylı gözlemciler gibi bakındık. Patan’da gezgin değil tam anlamıyla turist gibi hissettim kendimi.
Minibüsle Katmandu’ya döndük. Nasıl olsa zaman sıkıntımız yok. Son rötuşlar, Katmandu’da kalan yerler ve şansımız varsa Himalayalar’ı görme yarının işi…