Leş gibi bir Taşkent sabahı. Hızlıca kahvaltı işini hallederek – kahvaltılarda fazlaca bir şey de olmadığından hızlıca halledilebiliyor- çıkıyoruz dışarı. Merkezi bir yerdeyiz. An itibariyle bu daha da net bir şekide kendini gösteriyor. “Beket” dedikleri otobüs durağında bizi Bağımsızlık Meydanı’na götürecek otobüsü bekliyoruz. Bu beketlerin merkezi yerlerdeki bazılarında küçük büfeler mevcut ve fiyatlarda makul. Zaten Özbekler yardımseverlik konusunda aşmış insanlar. Türkçe konuşulduğunu duyduklarında da hemen lafa atılıyorlar.
Gelen ikinci yada üçüncü otobüse biniyoruz. Ödemeyi şoföre yapıyoruz sanmıştım ama ortada dolaşan biletçi kadın parayı topluyor. Kısa sürede meydana yakın bir noktada iniyoruz.
Sıcak… Hiç görmediğim kuru bir sıcak. Timur’un at üzerinde gayet vakur bir şekilde ilerilere bakındığı heykelinin orada duruyoruz. Arkada devasa birkütle olarak komünist dönemin heybetli ve bir o kadar da gereksiz binası Otel Özbekistan.
Az daha yürüyerek yolun karşısındaki Timuriler Müzesi’ne ulaşıyoruz. Yıldız girmek istemiyor; anlaşılan dışarıda yerliler ve turistlerle daha çok eğlenmiş. Biz ise müzeye giriyoruz. Fiyat sağlam yükselmiş. Gene de oğlanın gazı ile giriyoruz. Hiç bir artısı olmasa bile serinliği yeter.
Harika bir mekan. Lonely Planet pek iç açıcı şeyler yazmamış olsa da sadece kubbesi ve kalem işleri bile benim gözümde yeterli. Gerçi içerinin fotoğrafını çekerken görevliye yakalandık ve ekstra para ödememiz gerektiği söylendi ama olsun. Almatı’daki ceberrut görevli gibi olmadığı için sadece para ödememiz gereken yeri gösterdi biz de gitmedik.
Giriş katı cansız. Üst katta resimler heykeller var. Çoğu parça Avrupa’nın çeşitli müzelerinde, buradakiler imitasyon. Bizde bile bir şeyler var. Dahası Danimarka’daki saray koleksiyonunda bile bir şeyler mevcut.
Timurlular döneminde yapılan yada Babür gibi daha sonraki kuşaklarda devam eden kan bağının günümüze akseden hatıraları da maketlerle gösterilmiş. En üst kat, Timur ve ardıllarının eşyalarının -imitasyonları elbette- sergilendiği kısım. Hatta söz konusu hanedanın döneminde yapılan eserlerin, anıtların maketleri gerçekten görmeğe değer. Tac Mahal de atlanmamış. Çok güzel bir bölüm burası.
Buradan çıkıyoruz. Tarih müzesine girip girmemek sorularıyla kafamız meşgulken içkicilerin kırdığı şişelerden biri oğlanın ayak baş parmağıyla yanındaki parmağın arasındaki boşluktan epeyce giriyor. Korkuyorum. Kanı durduruyoruz. Coğrafya sakat. Ciddi bir durumda ne olur bilmiyorum.
Oğlum iyi olduğunu söyleyince Charsu Bazar’a gitmek için metroya biniyoruz. Taşkent metrosu Orta Asya’nın ilk ve şimdilik en büyük metrosu. Sovyet dönemi eseri olduğundan zarif hoşlukları da yok değil. İçleri elbetteki bir Moskova Metrosu klasında olmasa da iş görüyor. Kozmonotlar vb gibi durakların girişlerinde hoş heykeller vb var.
İçeri giriyoruz. Ukrayna’daki gibi uyduruktan bir marka alırım derken bir kağıt bilet verdiler. Onunla girdik. Polis vb varsa da selam verdiğimiz için aramadılar, aksine gayet neşeli bir şekilde geçiş yaptık.
İniyoruz. Çocukken Salı Pazarı’na giderken yaşadığım manzara burada da söz konusu. Orta yaş ve üstü kadınlar ve yanlarında, ağırlıklı olarak genç kızlığa yeni yeni adım atmış kızlar… Manzara bu.
Giriyoruz. Karmaşık şekilde, nerede ne satılıyor belli olmayan bir dağılım. Kazakistan’dayken oğlumun alışveriş isteklerini “Özbekistan’da alırız” diyerek geri çevirmiştim ama burada da fiyatlar pek de hesaplı değil. Hatta deriler ve iç çamaşırları hep Türk malı.
Gene de aynı yerlerden her seferinde ilk kez geçiyormuşuz sanarak girip geçerken epeyce bir şeyler alıp çıktığımızı fark ediyoruz. Hediyelik bile aldık. Hediyelikçi istersek bizi resimlerini gösterdiği yere götürüp getirebileceğini söylüyor ama bizim belirsizlik içinde bekleyen bir Tacikistan planımız var. İşimizi bitirip meyve sebze satılan kısma geçiyoruz.
Uzun süreli gezilerde yenilebilir şeyleri yıkanabilir değil de soyulabilir şeyler arasından almam gerektiğini öğrenmiştim. Bugün bir şey daha öğrendim. Özbekistan’da meyve sebze hiç de ucuz değil. Türlü kavun, elma ve üzüm var. Öyle diğer gezginlere yapıldığı gibi bir şey ikram edilmedi. Sorup aldığım ve tattığım şeyler için de laf edilmedi buna karşın. Üzümlere içim gitti. Şeftaliler baş döndürdü. Zaten şeftali, elma ve muz aldık. Yaşlıca, hiç Türkçe bilmeyen bir kadından da armut aldım. Yol üzerinden ekmek de aldık. Buranın ekmekleri bana tatsız, tutsuz ama doyurucu geldi.
Yol üzerinde Kukeldaş Medresesi vardı. Oraya gittik. Kukeldaş kelimesini ben birinin ismi sanıyordum. Değilmiş. Kukeldaş süt kardeş demekmiş. Dönemin Özbek Hanı gayet dindar ve alim biri olan süt kardeşi için bu yapıyı inşa ettirmiş. Tipik, bol mavi çinili bir yapı. İçine girdim. Meğer hala eğitim veriliyormuş ve bu nedenle girmememi rica ettiler. Ben de itiraz etmedim.
Merkezi bir yer olduğu için büyük bir otobüs durağı vardı. Ama gideceğimiz yerin adını bilmediğim için en kısa yol ne kadar uzun olursa olsun geldiğin ve bildiğin yoldur düsturu üzerinden gittim ve metro ile döndük. Biz nereden çıkarız diye bakınırken 1,80 boylarında alımlı bir kız geldi ve yardımcı olabileceğini söyledi. Hem de bizim Türkçeyle. Meğer Ankara’da tıp okuyormuş. Taşkentte turist görmeye alışkın olmadıklarını, Özbekçe ve Rusça bilmeden bu coğrafyada gezmenin çok zor olacağını söyledi. Kızın söylediği yerden çıktık. Yanlış yermiş olsun. Otele uğradık, eşyaları bıraktık ve yemek için dün akşam gittiğimiz yere gittik.
Dünkü çocuk oradaydı. Selamlaştık. Çok övdüğü ayranı sipariş ettik. Ayran sıcak geldi. Bir de suyu sanki pirinçleri yıkadıkları su ile yapmışlar gibi pirinç tadındaydı. Beğenmedik ama bozmadık da.
Otele döndük. Hocend Operasyonu yattı. Özbekler ve Tacikler arası sorunlar bürokratik işlemleri de arttırmış. Tacikler de o sıralar herkesle kavgalı. Özbekistan pcr testi istemiyor ama Tacikistan’dan gelirsen istiyormuş. Biz de eğer testte bir şekilde pozitif çıkarsak dahası birimiz iyi diğerlerimiz kötü çıkarsa ne yaparız diyerek askıya aldık. Gerçi bunları öğrenene dek otelci çocuklar o kadar uğraştı ki anlatamam. Tekrar teşekkür ederim.
Odada oturup televizyon seyrediyoruz. Türkmenistan Cumhurbaşkanı Özbekistan’ı ziyarete gelmiş. GalibaTürkmenler de dış dünyaya açılacak.