Sabah zımba gibi uyandım. Tuvalette yüzümü yıkadığım su ise çivi sanki. Ölmüş olsam bile bu suyla yıkanırsam birkaç saatliğine dirilebilirim gibi geldi bana. Toparlanıyoruz. İki ayrı araçla yola düzüleceğiz.
Basit bir kahvaltı ile idare ediyoruz. Neyse ki Cengiz gayet hazırlıklı gelmiş. Kahveler, çaylar, çorbalar. Gezi stillerindeki farklılıklar kendisini gösteriyor. Ben enerji versin yeter zihniyetiyle yer, içerim gezerken. Cengiz ise tedarik açısından eşimin mantalitesinde yaklaşıyor gezi işine.
Ben ve Hüsnü, iki kafadar, iki Arapla beraber öteki araçla yolumuza devam edeceğiz. Gün ışığında ortamın vahşiliği kendini daha bir belli ediyor. Minibüsü dün akşam bıraktığımız yerde ev pardon çadır sahiplerimizle vedalaşıyoruz.
Yol üzerinde bir mola yerinde duraklıyoruz bir süre. Fotoğraf ve ihtiyaç molası bir tür. Ücretsiz ve temiz tuvaletlerin önüne içi 1 dolarlarla dolu bir camekan yerleştirmişler. İnsanın zorlukla kendine hakim olabildiği anlardan. 1 dolar demeyin bu kadarı bir arada olunca benim Peru, Mali ve Küba hayallerim gerçek olabilirdi.
Dışarı çıkıyoruz ve arkalara uzanan manzarayı seyrediyoruz. İnanılmaz vahşi bir manzara. Tek bir ağaç yok; üç, dört çalı yumağı. Tüm coğrafya bundan ibaret.
Yola koyuluyoruz. Deve sürüsü ile resim çektiren Avrupalıların arasına karışıyoruz. Cengiz, yanında getirdiği höşmerimi jest olsun diye Arap ‘a veriyor o da alıp atıyor. Bedevi için yapılabilecek bir şey yok anlaşılan. Devam ediyoruz. Petra’nın yakınlarındaki bir yerleşimden su alıyoruz. LP ‘nin uyarısı var, su gerekli ve Petra’nın içinde pahalı diye. Şimdi sırada Petra’ya kaçak girmek var.
Petra dünyanın en pahalı giriş ücretine sahip antik kenti. 50 jd. yani yaklaşık 55 euro gibi bir ücreti var. Eğer İsrail yada Mısır’dan günübirlik turla gelmişseniz hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlayın çünkü bu kez tamı tamına 90 jd ödemeniz gerekecek. Girişte iki ve üç günlük girişlerde var. İki günlük bilet 55 jd ve bence bu yeterli.
Ekşi sözlükte bazı arkadaşlar kaçak girdiklerinden bahsetmişler. Ama nasıl, yazmamışlar. Sanırım rüşvet. Ama rüşvet ile halledebileceğimiz bir durumda, ortamda göremedim. Bir başka arkadaşımla da buna benzer bir konuşma yaşamıştım yola çıkmadan önce.
– Selam Kazablanka. Petra denen yerde soyulmamak için yardımına ihtiyacım var.
– (Kazablanka) Ne var gene?
– 55 euro siz Arap milletine vermek istemiyorum. Arapça sitelerde kaçak giriş ile ilgili bir şey var mı? İngilizcelerde pek bir şey yok.
(Kazablanka) Siteleri gönder tercüme edeyim sana.
– Arapça sitelerde Petra ile ilgili bir şey olduğunu anlayabilecek kadar Arapça bilseydim şu an seninle konuşuyor olmazdım.
– (Kazablanka) Tamam, bakıyorum.
Aradan zaman geçer ve olumsuz yanıt bana gelir.
– Sanırım, rüşvet vermeyi denemek dışında bir şansım yok.
– (Kazablanka) Rüşvet. Evet, rüşvet Araplar için geçerli bir yoldur.
Diyemedim ki “kızım sen de Arapsın” diye. Sadece Arapların asla birlikte olamayacaklarından emin oldum. İster kör cahili olsun ister konuştuğum arkadaşım gibi beş dili su gibi konuşan zengin bir ailenin iyi eğitimli çocuğu olsun; adam olmaları mümkün değil.
Bizim arkadaşlar para bozdular. Ben de az biraz bozdum. Sonra gidip dünyanın en pahalı giriş ücretini ödeyerek biletimizi aldık. Tanrım, o an ellerim nasıl da titremiş olmalı. Yaptığım türlü türlü çabanın hiç birisi işe yaramadı.
Ortalık ana baba günü. Özellikle İsrail’den gelen kalabalık gruplar var. Kimse bunları rahatsız etmiyor. Hatta bir baba oğlun fotoğrafını çektim. Yazılarımı takip edenler bilir, başkalarının fotoğraflarını çekerken de özen gösteririm. Epeyce beğendiler. Türk olduğumu öğrendiklerinde biraz duraksadıklarını fark ettim. Adam kekeleyerek, Türkleri sevdiğini sadece Erdoğan ‘ın demeçlerinden memnun olmadığını söyledi. “Bir ortak payda bulduk bile”, dedim. “Seçim dönemlerinde etkili bir yöntem bu” diye devam ettim. Adam da devam etti. “Bizde de öyledir. Eskiden Mısır düşman olarak gösterilirdi, şimdi ortada bir Mısır yok. İran inandırıcı değil. Neyse ki Erdoğan çıktı da kitleler için bir öcü gösterebildi bizim yönetim.”
Hep aynı şarkı desenize…
Girdik içeri. Saat 12 gibi olmuş. Hesapta 8 ‘de burada olacaktık planlarıma göre. İsrailli bir grubun peşi sıra ilerliyoruz. Araplar bilet fiyatına dahil dedikleri atlar ile turistleri kafalamakla meşguller. Tabii ki böyle bir şey yok ve zaten panolarda da yazıyor öyle olmadığı. Ata bindiğiniz an size para diye yapışacaklar. Biz bu tip dersleri Fas’ta almıştık bol bol.
Zenginleşmenin en önemli sonuçlarından biri Romalıların dikkatini çekmek gibi bir sorun olmuş. Romalılar Petrayı defalarca almış Petralılarda özgürlüklerini Romalılardan. Gerek Romalılar mı Persler mi seçiminde yanlış ata oynamaları gerekse Palmiranın yeni bir kervan yolu olması önemini azaltmış. Her önemi azalan şehir gibi, kan kaybetmiş, insanlar terk edip gitmiş.
Petra Yunanca taş, kaya gibi anlamlara gelen dişi bir kelime. Bir zamanlar 30,000 kişiye ev sahipliği yapan şehrin Nebati ismi elbette ki Petra değilmiş. Rakeem yada Rekem gibi bir ismi olduğu tahmin ediliyor. 30,000 kişi yaşıyormuş kısmı da tahmini. Henüz %5 ‘i kazılmış kentte henüz birkaç örnek dışında ikamet amaçlı bir bina keşfedilememiş. Bir yazarın dediği gibi kırmızı gül kenti olarak da anılıyor renginden ötürü.
İlk önce “Cin Blokları” denilen üç büyük blok aşılıyor. Neden yapıldığı belli değil. Petradaki her şey gibi burada da tahminler var. Mezar olabilir, Duşara denilen Nebati tanrısı için tapınak yada sunak yeri olabilir, hatta cenaze ritüellerinin uygulandığı bir yerde. Bilinmiyor özetle.
Solda Obeliks Mezarlar denilen mekanda geride kalıyor yürüyüşümüz sırasında.
Buradan sonra “siq” (bizim telaffuzla yazamıyorum kusura bakmayın) denilen tektonik yarıktan geçmeye başlıyoruz. Buranın başında sağda Nebatiler tarafından yapılmış olan bir baraj ve ona uzana tarihi tünel var.
Siq kimi yerlerde oldukça darlaşıyor. At arabaları sıklıkla dolandığı için dikkat etmenizi öneririm. Oldukça fütursuzca sürmekteler. Fotoğraf çekmek için ideal bir yer. Işığı ayarlayabilirseniz çok başarılı işler çıkabiliyor.
Bu yarığımsı tünelin aslında devasa tek bir kaya parçasının depremlerde ikiye ayrılmasıyla oluştuğu sanılıyor. Yol kenarında kazılmış su kanalları var. Duvarlarda gittikçe silikleşen, ancak güçlükle fark edilebilen çizimler halen görülebilmekte.
İlerlemeye devam. Yaklaşık 1,5 km sonra artık meşhur “Hazine” denilen kısma geliyoruz. Bunu neredeyse hepiniz biliyorsunuz. İndiana Jones filminden hatırlayacağınız yer. Siq ‘in sonunda o incecik aralıktan görülüyor.
Devam ediyoruz. Sağlı sollu kaya mezarlarından sonra geniş bir boşluğa geliyoruz. Sol çaprazda tiyatro. Mezarların arasında bir tiyatro büyük bir ironi gibi. Hoş hayatın kendisi bir sirk, bir tiyatro değil mi zaten. Kapasitesi için 3000 kişi diye yazmakta ama kanımca biraz daha büyük olabilir.
Güneş tam tepemde. Manastır yoluna yönelmeden önce soluklanıp dün Akabeden aldığımız bazlamalarının arasına doldurduğumuz eritme peynirler ve sade su ile karnımızı doyuruyoruz. Michelen yıldızı verilmiş restoranda yesek bu denli leziz olmazdı sanırım.
İlerlediğimiz yol Musa Vadisi olarak anılıyor. Musa Peygamber’in Yahudilerle beraber yürüdüğü, susuzluktan vızıldanan tebaası için asasını yere vurduğu ve on iki kabile için on iki ayrı pınarın çıkmasını sağladığı yer burası. Ürdün İncil’in ve Tevrat’ın hikayelerinin geçtiği yerlerden en önemlilerinden birisi.
Petranın şehir merkezine doğru adımlıyoruz yolu. Burada içerisinde mozaiklerin durduğu bir sergi alanı var. Mozaikler güzel, bakımlı ama işçilik açısından zayıf. Renkli taşlar normalden büyük. Erotik bir çizim var ki vay vay vay diyorum. İki bin yıl öncede dünyaya benim zaviyemden bakan insanlar varmış demek.
Aşağıya iniyoruz. Buradaki restoranda soluklanıyoruz. İnsanlar bir garip. Önce self servis dediler ardından biz laf edince bir şeyler getirdiler. Epey bir soluklandık. Hemen yanındaki müzeye girdik ama pek bir şey yok. Petra içerisindeki kazılarda bulunan küçük eşyalar, paralar vb sergilenmekte.
Eriyerek yürüyoruz. Artık yürümemi sağlayan gücüm değil güç kırıntılarım ve inadım. Sonunda varıyoruz. Manastır dedikleri Hazinenin az biraz daha büyüğü. Bir ekstrası da solundaki bir patikamsı yoldan tepesine çıkılıyor olması. Ben ayakkabıma güvenemedim ve çıkmak için üstelemedim.
Yapı, Nebati krallarından 1.Obodas diye biri için mezar olarak yapılmış.
Hüsnü de geldikten sonra etrafı gözlemlemek için tepelerden birine çıkıyoruz. Burası “dünyanın sonu” olarak da adlandırılıyor. Pek bir numarası yok. Gerçekten oldukça vahşi bir coğrafya ama bizim Anadolu’da benzeri hatta beteri onlarca yer var. Ama tabak gibi bir Avrupa ülkesinden geldiyseniz şaşırtıcı yada nefes kesici olması doğal.
Burada bir Türk grupla karşılaştık. Butik tur düzenleyen bir adamın peşine takılmışlar. Sağ olsunlar gezme konusunda bizi epeyce aydınlattılar. En uzun gezim evimden bakkala gidip yoğurt almaktan ibaret olduğu için çok faydalandım doğrusu.
Burada Alamancı başka bir abi ile karşılaştık. Daha bir bizdendi ve bize Amman’da kalınabilecek yerler ve yaklaşık fiyat ve kaliteleri hakkında sağlam malumat verdi.
Burası ufak bir yer. İlk önce tapınağın önünden geçtik ardından ise Boyalı Ev de denilen Amirin evine girdik. Burası içerisinde Nebatilerden kalma boyaların bir kısmının halen görülebildiği büyük bir yer. Sarnıcı vb her şeyiyle diğer mekanlardan farklı.
Biraz daha gidiyoruz. İleride ancak merdivenlerle ulaşılabilen ve arkasında ne olduğunu bilemediğimiz bir aralık var. Dönmeye karar veriyoruz. Epeyce yolumuz uzun. Bizi bu noktaya kadar getiren görevlinin eline 5 jd jest olarak tutuşturuyoruz ama suratındaki ifadeden bunu az bulduğu belli. Anlaşılan Ürdün’ün antik kentlerinde epeyce para dökmemiz gerekecek.
Yola koyuluyoruz. 12 gibi Amman ‘a varıyoruz ancak. Görünen, kaotik trafiği ve ortamı ile kalabalık ve gelişmiş bir başkent burası. 2009 ‘da da araştırırken gözümü korkutmuştu. Yedi tepeye kurulu Amman zamanla 1,5 milyon nüfusu sırtlayan yirmiden fazla tepeye yayılmış. Şehrin etrafında circle denilen 11 çember yol var. Zaten adres tarifleri ya kaçıncı çember yada kaçıncı trafik lambası gibi sayılarla beraber yapılıyor bu şehirde.
Bir benzincide adres sorduğumuz adama bir de bu saatte iyi yemek yiyebileceğimiz bir yer soruyoruz. Adam üşenmiyor ve Ürdün’de defalarca yaşayacağımız gibi bizi peşine takıp istediğimiz bir yere götürüp geri dönüyor. Gerçekten Ürdün’de insanlar oldukça yardımsever.
Mekan oldukça havalı. Bu başlangıçta gözümüzü korkutsa da fiyatlar böyle bir yerin İstanbul’daki muadiliyle kıyaslandığında çok ucuza kaçıyor. Ben karışık ızgara ve kola ile çok geç bir akşam yemeği yapıyorum .(10 euro) Oldukça dolu bir tabak geliyor.
Otele atıyoruz kapağı. Adam başı 10 jd ‘den bir oda buluyoruz sonunda. Otel odasından içeri giriş 2, her şeyi bitirip yatağa uzanış saati ise 3.
Beni kötü hırpaladın Petra ama yere yıkan sensin Amman…