Çıkışı zor. Turla gelmiyorsanız merkezde taksiye binmek dışında bir şansınız yok. Dini bütün hristiyanların tepeye yürüyerek çıktığını duydum. Ama çıkışınız sırasında Efes ‘in de yanından geçip gidiyorsunuz.
Aslında pek bir numara yok. İki odalı küçük bir şapel. Oldukça yaşlı bir rahip ile neredeyse meryem ana ile çağdaşmış gibi görünen bir rahibe var. Bunlar bu küçük mekanda fotoğraf çektirmiyorlar. Zaten fotoğraflanacak bir şey de yok. Sadece isterseniz mum yakabileceğiniz yerler var.
Dışarıda ise insanların dileklerini yazıp astıkları bir duvar var ki kağıt kaplanmış gibi görünüyor. Ayrıca içene para, aşk, sağlık verdiği söylenen bir çeşmedeki üç ayrı musluktan su içebiliyorsunuz. Rivayete göre meryem ana döneminden kalma bir su bu. Güncel rivayetler ise belediye tarafından döşendiğine dair.
Buradan Efes ‘ e doğru dönerken yolun solunda büyükçe bir Meryem Ana heykeli daha var.
Şimdi Efes’teyiz. Roma zamanında uzunca bir süre dört büyük kentten biri olan Efes’teyiz. Daha İstanbul bile bir kasaba iken Roma, Antakya ve İskenderiye ile birlikte en büyük dört kentten biri burası. Defalarca başına felaketler gelen bir kent. Tarihi MÖ. Üç binlere dek inmekte. İonyalılarca geliştirilmiş, Romalılarca limanı dolana dek gözde bir kent olarak kullanılmış. Sonrasında Aziz Yuhanna ( kimi St. Jean demekte direniyor ) ‘nın yaşadığı söylenen noktada Justinianus ‘un günümüzde Selçuk Kalesi taraflarında kalan Ayasuluk tepesinde yaptığı bazilikanın etrafına taşınmışlar. Sonrasında da bir iki kez Selçuklular ve Bizanslılar arasında gidip gelmiş yöre.
Büyükçe bir yer olduğu için yanılma imkanım var. Bununla beraber girişte küçük bir tiyatrosu var. Tabi bu küçük tiyatro en az 5,000 kişilik. Burada bouletarion ve çeşitli agoralarda görülebilmekte. En ünlü agora ise devlet agorası. Burada devlet kontrolü altında dini ve politik tartışmalar yapılabilmekteymiş. Agoranın ortasında bir tapınak, batısında da Pollio çeşmesi ve çeşmeye ait bir havuzun olduğu biliniyor. Bouletarion yani meclis binası zamanla konserlerin verildiği bir odeon ‘a dönüşmüş.
Buradan limandaki agoraya değin uzanan caddeye Kuretler Caddesi denilmekte.
Sağda solda korint tarzı sütun başlıklarının üzerinde durmakta olan taşlar ve bunları taşıyan sütunlar sizleri selamlamakta.
Efes ‘in meşhur mekanlarından birisi de umumi tuvalet. Kadınlı erkekli grupların toplu halde sosyalleştikleri mekanlar. Ayaklarının altından ince bir oluktan su akmakta ve Romalı arkadaşlar bu suyyu süngerleri ile ıslatarak temizliklerini yapmaktalarmış. Pek steril değil. Salgınların neden bu bölgelerde oldukça ölümcül olduğunun bir göstergesi.
Dağınıkta olsa anlatayım. En önemli yapılardan biri Celcus kütüphanesi.1.yüzyılda Aquila tarafından yaptırılmış. Bir kütüphane olduğu kadar Aquila ‘nın Partlara karşı başarılarıda üstlerde gösterilmekte. Girişte dört kutsal olguyu simgeleyen kadın heykelleri var. Sophia (bilgelik), Episteme (bilgi), Ennoia (kader) ve
Arete (erdem). Ne yazık ki bu heykeller imitasyon. Orijinalleri Viyana’da. Kütüphanenin zamanında en zengin kitaplıklardan biri olduğu ve rafların kitap tomarlarının en az zarar göreceği şekilde hava sirkülasyonuna izin verebilecek şekilde dizayn edildiği aldığımız bilgiler arasında. Kütüphaneniz karşısında genelev binası var. Çift katlı. Alt kat kadınlara üst kat ise erkeklere hizmet veren odalara sahip. İşin ilginci kütüphanenin altından geneleve giden gizli bir geçidin olması.
Bir şehrin büyüklüğü imparator adına bir tapınak yapılıp bunun bekçiliğinin de şehrin kendisince yürütülmesinde saklı. Efes bunu dört kez yaşamış. Domitian, Hadrian ve Trajan (dördüncüyü bulamadım ) adına yapılmış tapınaklar mevcut. (Hadrian için yapılmış büyük bir çeşmede mevcut )
Buradan liman tarafındaki tiyatroya ulaşılıyor. Bu oldukça büyük bir tiyatro ve kapasitesinin 25,000 kişilik olduğu söylenmekte. Turistlerin önünde hoplayıp zıplayarak yeteneğimizin karşılığını alkışlarla da aldık. Şaka bir yana bu tiyatroda gladyatör dövüşleri de yapılan gösteriler arasında. Geçen on yıl içerisinde Efes‘te bulunan gladyatör mezarlığı da mekanın ilginçlikleri arasında.
Tiyatroya doğru ticaret agorasından dik gelen bir cadde var. Bu caddeye doğru giderken yolun solunda tarihin ilk reklamı olduğu iddia edilen bazı işaretler var. Reklam genelevin reklamı. Parayı veren düdüğü çalar gibi mesaj taşıyor olmalı.
Ticaret caddesinin diğer adı Arkadiene Caddesi olarak da geçmekte. Uzunca bir cadde. Boyu üç stadion (1800 ayak) kadar. Geceleri de kandiller ile aydınlatılmakta olan bu cadde daha öncede dediğim gibi ticaret agorasına gitmekte.
Efes dediğim gibi çok büyük bir yer. Gez gez bitecek bir yer değil aslında. O nedenle ne kadar gezerseniz gezin ,unutacağınız pek çok ayrıntı olacak.
Buradan turların klasiği olan yöresel çömlekçi dükkanlarından birisine uğrama olgusunu yaşamak için girdik. Kapadokya’da tabakların üzeri verniklenirken burada tabaklar önce cam tozu ile kaplanarak fırınlanıyor. Cam tozu fırında eriyerek tabağı kaplayınca güzel parlak bir görünüm oluyor.
Buradan Yediuyurlar Mağarası’na gidiyoruz. Anadolu’da pek çok yerde de olduğu gibi burada da bir yedi uyurlar mağarası var. Burada kapalı bir mekan var ama kapısı parmaklıklarla çevrilmiş. Aradan makinayı uzatarak bir iki çekim yaptım .Sağda hoş bir lahit var. Yukarılarına çıkıp üstten bir poz almaya çalıştım. Fakat yüksek otlarda olabilecek kene (ödleklik ) saldırısı nedeniyle cesaret edemedim.
Ama yamaçlarda çok sayıda mezar var. Girilmedik yağmalanmadık bir tane bile olduğunu sanmıyorum. Hatta Maria Magdelena’nın mezarının bile burada olduğu söylenmekte.
Son durak Şirince. Selçuklu fethinden sonra yerleştirilen Bizanslılar yöreyi başkaları ile paylaşmak istemediklerinden nasıl bir yerde yaşadıkları sorularına “çirkince” diye yanıt vermişler. Ama eski adı kirkince. 1930 ‘larda İzmir valisinin talimatı ile adı Şirince’ye çevrilmiş. Şimdilerde pek anlatan olmasa da Yunan işgali sırasında köyün rum ahalisi pek bir memnun pek bir mutlu olmuş. Neyse işgalciler sepetlenince büyük bir kalabalıkta kendilerinin yaptıkları başlarına gelir korkusuyla Yunanistan ‘a kaçmış. Kalanlarda mübadele sırasında Kavalalı ve Selanikli Türkler ile yer değiştirmiş.
Selçuktan yaklaşık on dakikalık bir yolu varsa da yol oldukça dolambaçlı ve kaza olduğunda da manevra yapılma ihtimali düşük olduğundan epeyce beklenmek zorunda kalınıyor.
Şu sıralar şaraplarıyla meşhur bir yer. 1-9 Eylül arasında şarap festivalleri yapılmakta. Yörede her türlü meyve şarabı yapılmakta. Gezimiz sırasında eski rum okulu olan şarap evine uğradık. Şarap tadımı yapılıyor elbette. Ben bilindiği gibi, şarap gibi alkollü içkilerden uzak bir insan olmama rağmen özellikle karadut şarabının kokusu epeyce beni ikileme düşürdü.
Bu yapının terasından klasik Şirince manzarası alınabilmekte.
Buradan alışverişimizi yaparak köyün çarşısına süzüldük. Benzeri pek çok yer gibi Şirince çarşısında da yöresel sabunlar, el işi örgü çanta ,elbise gibi giyim eşyaları ve zeytinyağı vb satılmakta. Evler genelde beyaz. İki kilisesi var. Gidemediğim için net bir şey diyemiyorum ama Aziz Dimitrios ortodoks ,vaftizci Yahya ise katolik kiliseleri imiş. Bir rum köyünde iki karşıt kilisenin bir arada durması bana gerçek dışı göründü.
Yoksa benim gözümde İstanbul’daki Polonezköy gibi bir yer. Fazlaca bir farklılığı yok ama reklamı oldukça iyi yapılmakta. Sit alanı kapsamında olduğu için binalarda tamirat ve tadilatlar özel izne bağlı. Halkta bundan epeyce bezmiş. Yapılaşmanın serbest olmasını istemekteler. Acaba yapılaşma serbest bırakılsa burada da ipin ucu kaçacak mı yoksa yerli halk turizmin yaşayabilmesi için gerekli dengeyi kurabilecek mi?
Sonuç olarak bu gezi oldukça yoğun ve bir o kadar da yorucu idi. Sadece Selçuk ve etrafının gezilmesi başlı başına bir etap. Selçuk ‘un içerisinden geçerken bile pek çok Selçuklu ve ilk dönem Osmanlı tarzı hamam ,cami vb görülebilmekte. Fakat bunların içerisinde en ünlüsü Aydınoğlu İsa Bey ‘in yaptırdığı cami.