Tekirdağ kanımca sahip olduğu güzellikleri ve enteresanlıkları lanse edemeyen, dolayısıyla turist toplayamayan bir şehir.
Üç Kemaller şehri olarakta anılan şehrin ana caddesi sahilden geçip İpsala ‘ya dek uzanan yol. Bu yolun deniz kıyısında kalan kısmında çok güzel bir sahil şeridi oluşturulmuş. Türlü türlü tipler gezse de genel olarak hoş, gezilebilir bir ortam.
Şehrin en meşhur yapısı Rüstem Paşa Camii. Aslında bir külliye olarak inşa edilen yapının en çarpıcı yeri cami kısmı. Bugün külliyenin camii, hamamı, bedesteni, medresesi ve kitaplığı ayaktadır. Vaktiyle kervansaray ‘ı ve imareti olduğu da söylenmektedir. Arasta kısmı da büyükçe sayılabilir.
1553 tarihli camii Kanuni Sultan Süleyman ‘ın damadı Rüstem Paşa yaptırmıştır. Camii avlusuna yalın bir kapıdan girilir. Avludaki mermer şadırvan, kurşun kaplı beşgen çatıyla örtülüdür. Kuzeydeki çift revaklı son cemaat yeri, ana mekanda yanlara doğru taşar. Dış son cemaat yeri ahşap çatı, iç son cemaat yeri ortada haç tonoz, yanlarda ikişer kubbe ile örtülüdür. Taç kapı dikdörtgen bordürlü ve mukarnaslıdır. Yapı kitabesi büyük bir pano içerisinde mukarnasların altında, onarım kitabesi ise sağdaki mihrabiyenin üstündedir. Kare planlı ana mekan kubbeyle örtülüdür. Kubbeye geçiş tromplarladır. Köşelerdeki taşıyıcı payelere oturmaktadır. Taşıyıcı ayakların arasındaki sivri kemerli nişlerle kare plana devinim kazandırılmıştır. Kubbe kasnağı dıştan da payandalarla desteklenmiştir.
Kubbedeki alçı kabartma çiçek ve çelenkler dışında bezeme yoktur. Yalın bir yapıdır. Mukarnaslı mihrap dikdörtgen silmelidir. Mermer minberin yan aynalık ve korkulukları geometrik motiflidir. Camii ana mekan duvarları ile kubbe kasnağındaki pencerelerle aydınlık bir görünüm kazanmıştır. Kuzey batıdaki çokgen gövdeli tek şerefeli minarenin kemerli girişi taç kapının sağındadır.
Medrese : Camiinin otuz metre doğusundadır. 1880 ‘de harap olunca üzerine ahşap bir okul kurulmuştur. Rüştiye ve idadi olarak kullanılan bu yapı Cumhuriyet İlkokulu olarak kullanılmıştır. (Bugün sadece temel ve duvar kalıntıları görülebilir.)
Bedesten : Caminin 200 m. batısındadır. Altı kubbeli dikdörtgen planlı bir yapıdır. Kubbeler sekizgen kasnaklara oturur. Bedestenin dört tarafta birer kapısı vardır. Kapı kemerleri dıştan yuvarlak, içten sivri kemerlidir. Taş ve tuğla karışımından inşa edilmiş olan yapının uzun cephelerinde üçer, kısa cephelerinde ikişer pencere açılmıştır. Bedestenin kubbeleri birbirine geniş kemerlerle bağlı olan iki büyük fil ayağıyla taşınır. Kubbe geçişleri pandantiflerle sağlanmıştır. Son yıllarda onarılmış olan yapı Küllîyenin cami ile birlikte sağlam olarak görülebilen bir kısmıdır.
Parkta, camiye bakan valilik binası da oldukça zarif.
Yolun sağına doğru, yani aşağıya doğru ilerlerseniz sol tarafta Namık Kemal’in müze haline getirilmiş evini görürsünüz. 1993 te hizmete girmiştir.
19.Yüzyıl Osmanlı mimarisi tarzında üç kat olarak inşa edilen bina aslına sadık kalınarak yapılmıştır. Etrafında geniş bir bahçe duvarı vardır. Binanın dışı ve altı odası ahşap malzeme ile kaplanmıştır.
Namık Kemal Caddesi’ne bakan bahçe duvarı tarafında büyük bir porta kapı ile bahçeye giriyorsunuz.. Bahçede Açıkhava sahnesi ve seyirlik alan da var…
Bodrum katının bahçeye açılan kapısından bodruma girildiğinde büyük panolarla donatılmış sergi salonu göze çarpar. Burada çeşitli sergiler açılmaktaymış..
1. kata mermer döşeli bir holden girilir. Burada Atatürk ve Namık Kemal’in büyük tabloları ilgi çeker. Sofaya girildiğinde ise Namık Kemal’in adını taşıyan yerler, basın ve yayınlar, belgeler, kendisine, ailesine ait fotoğraflar bulunur. Camekanlı dolaplarda ise Tekirdağ’ın eski fotoğrafları, 19. yüzyılda kullanılan el ve ev işleri, aydınlatma araçları, çeşitli kap kacak takımları bulunmakta.
Sofanın sol köşesindeki mutfakta Tekirdağ yöresindeki her türlü mutfak araç ve gereçleri teşhir edilmektedir.
2. kat bir salon ve dört odadan ibarettir. Namık Kemal Salonu’nunda Tekirdağ ve yöresi erkek ve kadın kıyafetleri ibrik ve abdest leğeni vs. Diğer gömme camekanlar ise Namık Kemal’in eserleri (kitapları, gazeteleri, yazıları) ve görev yaptığı, sürgüne gönderildiği yerlerin fotoğrafları ve diğer eşyalar ile tablolarla bezenmiştir.
Geleneklerimize göre misafir odası olarak döşenen odada, alçak bir sedir döşenmiş, arka yastıkları, köşe yastıklarının yanında Tekirdağ’ın gelin kıyafetleri dallı ve bindallılar sergilenmiştir.
Öte yandan yolun solundan gitmeyi tercih ederek yokuş yukarı çıkarsanız hemen sağınızda Orta Camiyi görürsünüz. Şehrin meşhur yapılarından biri olan cami içerinde oldukça yeni işlemeler bulunmakta. Balyanvari etkiler var gibi görünmekte. 1854-1855 yılların da Kürkçü Sinan Ağa tarafından yaptırılmıştır. Duvarlar moloz taştan.. Dikdörtgen planlı ana mekan ile buna eklenmiş kare planlı bir bölüm ve son cemaat yeri, ahşap çatı ile örtülü. Batı duvarına bitişik basamaklarla ikinci kata, girişin sağındaki basamaklarla kadınlar mahfeline çıkılmaktaysa da biz çıkmadık. Taç kapının önünde iki ahşap sütunlu sundurma görünüyor. Tavan ahşap ve bir iki süs var.
Doğu ve batı duvarlarındaki gömme ayakları başlıkları , akantus yaprakları ve çelenklerle bezelidir. Başlıklardaki panolarda halife adları yazılıdır. Barok biçimindeki Mihrap nişinin yanlarında akantus yaprakları ile bezeli ayaklar vardır. Mihrap kavsarası motifli alçı süslemelidir.
Binaya gelirken küçük bir meydan, meydanda da bir anıt var. Anıt Ertuğrul firkateyninin kaptanına ait. Kaptan ayrıca şair Can Yücel ‘in babası.
Müze binası şehrin eski valilik binası olduğu için döneminin tüm özelliklerini gösteren zarif bir yapı. (Yapı 1926 yılında hizmete açılmış) Müzenin giriş ücreti 2 YTL. Giriş katında, sağdaki odanın ortasında il sınırları içerisinde bulunan Tümülüslerden birinin mezar odası canlandırılmış. Odacığın karşısındaki camekanda ise mezarın sahibine ait bir illüstrasyon var.
Höyükteki kişi eflatun bir elbise sahip. Eflatun, tıpkı Çin imparatorluk ailesinin sarı rengi gibi Roma (ve Bizans) imparatorluk ailesine mahsus bir renk. Cesedin sahibi yörenin Trakyalı kralı imiş. Bilindiği mor yada eflatun renk, üretiminden kaynaklanan zahmet ve dolayısıyla pahalılığı nedeniyle oldukça zor bulunan bir renk. Daha öncede belirttiğim gibi sadece imparatorluk ailesince kullanılabilmekte. Diğer önemli kişiler sadece pelerinlerine bu renkten tek bir şerit attırabilmekteydi. Bundan dolayı Trakyalı kralın önemli yada etkili bir şahsiyet olduğunu varsayabiliriz. Kralın gerek ölüm şekli, gerekse yaşarken başından geçenler kemiklerin incelenmesiyle tespit edilmiş. Bunlardan birisi de kralın attan düşerek kolunu kırdığı ve kırık kolun sağlamına göre on santim kadar kısa kaldığı. Öğrendiğime göre tümülüs açıldığında söz konusu eflatun elbisenin rengi solmuş. Tabii ki 1500 küsur yılın ardından yoğun havanın bu tip bir etkisinin olması pek de şaşılacak bir şey değil.
Ama insan her yerde insan. Kimi yazılarda ölümle dalga geçen, geride kalanlara moral aşılayan ifadeler de yok değil. Hoş espriler giderayak yapılmış öteki tarafa.
Müzenin üst katında, merdivenlerden çıktıktan sonra tam karşınıza gelen odada tipik bir 19. yy Tekirdağ evi canlandırılmış. Hemen yanındaki odada ise Tümülüs , höyük yada antik kentlerin irili ufaklı buluntuları yer almakta. İlginçtir, Tekirdağ’ın günümüzdeki merkezinde pek bir şey yokken Çorlu ve Ereğli Romanın önemli beldeleri olmuş. Hatta Romalı lejyonerlerin tatil köyü, dinlenme mekanı olarak kullandıkları Bizante şehri de günümüzde Tekirdağ’ın sınırlarında.
Odada ilerlediğinizde sikkelerin yer aldığı kısma ulaşıyorsunuz. Bursa Müzesi’ndeki koleksiyon ile kıyaslanamaz ama yine de hoş bir koleksiyon. Ayrıca bu odanın biraz ötesinde Osmanlı dönemi eserleri de yer almakta.
Müzenin bahçesi Roma, Bizans ve Osmanlı dönemine ait pek çok eseri barındırmakta. Özellikle bahçenin doğu yakasında çok büyük ve güzel bir lahit var. Ayrıca bahçede oldukça heybetli sütun parçaları durmakta. Bunların boyutlarına bakınca nasıl bir yapıyı taşıdıklarını kendi kendinize sormadan edemiyorsunuz.
Müzenin etrafı da, eğer biraz kanaatkarca yaklaşırsanız yaşayan bir müze olarak nitelendirilebilir. Cadde boyunca pek çok güzel konak sıralanmakta. Biraz dikkat ederseniz bu konakların sahilden de görülebildiğini fark edeceksiniz.
Ayrıca, pek iç açıcı olmasa da Cumalıkızık, Safranbolu gibi yörelerde karşımıza çıkan tarzda çok sayıda ev var. Bakımlı olduklarını söylemek zor. Kimileri üç-dört katlı olan bu yapılar zamanlarının dolup bitmesini beklemekte adeta. İçlerinden çıkan tufeyli takımının evlerin estetik yapısı hakkında en ufak bir fikirlerinin olmadığını sanıyorum.
Müzeden öğrendiğimiz kadarıyla çoğu şuursuzca yağmalanmış çok sayıda Tümülüs Tekirdağ ve çevresinde yer almakta. Tarihi akış içerisinde ağırlıklı ve öncelikli olarak haçlı seferlerinde tahrip edilmişler. Yakın dönemde ise özellikle Bulgar işgali sırasında yağma doruğa çıkmış. Yerli halk ve hazine soyguncuları da bu amaçla epey uğraşmışlar.
Ama yinede Tekirdağ-İstanbul yolunda,özellikle yolun sol tarafında yer alan geniş düzlüklerde, adeta meme ucu gibi sivrilmiş yükseltiler acaba bu bir tümülüs olabilir mi diye içime bir kurt düşürmedi değil.