Bir başka hazine de Gölyazı’nın kendisiymiş. Mudanya’dan Küçük Sanayi denilen yere gidip oradan belediye otobüslerine biniyorsunuz. Pazar günleri sayı epeyce düşük. Gölyazı turistik bir yer halbuki.
Atladık gelen otobüse; sıranın başlarında olduğumuzdan bir müddet oturabildik de. Otobüs kısa sürede mahşer yeri gibi kalabalıklaşınca gelen ihtiyarlara yer verdik.
Gidiş sırasında Gölyazı’ya yaklaşırken solda büyükçe bir kilise göreceksiniz. Halen yılda bir iki kez kullanılmaktaymış. Biz pas geçtik ve son durakta inip kendimizi adayı gezmeye adadık.
Ada diyorum çünkü Gölyazı anakaraya sadece bir köprü ile bağlı. Uluabat Gölü -ki eski haritalarda Apolyont diye geçerdi – içerisinde hali hazırda insan yaşayan tek ada burası. Bir zamanlar burası Apollonia diye anılırmış. Diğer adalarda manastırlar varmış ama Rumlar gidince boş kalmış… Zamanın yıkıcılığını defineciler hızlandırmış. Artık manastır adasına çıkış bile bu yüzden yasak.
Adanın etrafını gezmek yarım saat sürmez ama adadan ayrılmak epey zorlar insanı. Bursa Fotoğrafçılar Derneği’nin gezi yazısında detaylıca tanıdığım Gölyazı’nın bambaşka bir havası var. Anlatalım becerebildiğimiz kadarıyla.
Otobüsten indiğinizde adayı turlamaya başlayın. Çok sayıda, kerevit avında kullanılan ağ kurutulmak üzere yol kenarlarına konmuş, tekneler neredeyse yarı yarıya kıyıya çekilmiş. Bu yıl yağışlar çok olmalı ki kıyıdaki ağaçların çoğu su içerisinde kalmış. Göl yüzeyi tabak gibi pürüzsüz. Fotoğraf çekmek için ideal ortamlar. Yerli halk kah ağ onarıyor kah teknesinin bakımını yapıyor. İçten düzgün insanlar. Kadınlı erkekli çalışıyorlar. On numara insanlar…
Ada denilen yer arazisi sabit bir yer sonuçta. Dolayısıyla evler ya bahçesiz ya da küçük bir bahçeye sahipler. İnsanlar tenekelere çiçekleri doldurmuşlar. Güzel bir görünüm olmuş. Saksı kullanmayan bir milletiz sonuçta.
Yürürken yer yer geçmişin izlerini göreceksiniz. Bu bazen bir sur kalıntısı bazense bir binanın yıkılıp yıkılmaya henüz karar verememiş bir duvarı olacak.
Burada yapılabileceklerin başında kiralayacağınız bir tekne ile gölde gezmekte var. Gördüğüm kadarıyla sandalı kirala, küreklere asıl dolan burada yok. 15-20 TL ye 40-45 dakika kadar sandalla dolaşıyorsunuz gölde. Motor rölantide, olabildiğince yavaş suyu yararak ilerliyor. Suyun rengi sarı olmuş. Sazlıklara gittiğinizde gölün rengi değilse de manzarası değişiyor. Nilüfer öbekleri burada kök salmışlar. Sazlıkların içinde avcıların tekneleri var. Gerçi biz ördek vb göremedik ama sayılamayacak kadar karabatak var.
Yemek içmekte sorun değil burada. Bir çok mekan var hepsi de şahane göl manzarasına sahip J Şaka bir yana göl kıyısında olduğunuz için alışılmışın dışına çıkıp değişik şeyler tadabilirsiniz. Mesela biz gittiğimizde görememiştik ama kerevitin haddi hesabı olmadığını söylüyorlar. Balıkçılar biz gittiğimizde turna balığı satıyorlardı. Hayatım boyunca bu kadar çok turna balığı görmüş değildim. Vahşi bir görünümü var. Yayın da varmış ama biz göremedik.
Onun dışında köylü kadınlar gözleme vb satıyorlar. Güzel ve ucuz. Hani “turist gelmiş geçirek!” düşüncesine denk gelmedik. Pek o tarz insanlar değiller görünen.
Meyvecilikte de gelişmiş bir yerleşim. Zira Napolyon kirazının aslının Apolyont kirazı olduğu ama zamanla isminin değiştiği söylenenler arasında. Ayrıca hayallerimdeki kırmızı armuttan burada gördüm. İstanbul’da satılan armutların bir parçası kızarmıştır bilirsiniz. Burada armutun tamamı kıpkırmızıydı.
Adadaki turun son noktasında caminin hemen yanındaki sur kalıntıları yer alıyor. Hala orijinal harflerin kazılı olduğu duvarlar ağaçların arkasında saklı duruyor. Meraklısı gidip bakabilir. Ben gittim ama hangi akla hizmet bilmiyorum çevirmeyi düşünmedim bile.
Son olarak, dönüş için otobüse binmeden önce en az on beş dakika önce durakta olun. Çünkü dönüş için insanlar öyle bir doluşuyorlar ki otobüste yer bulamama durumunuz söz konusu olabilir.
Sonun sonu, gün batımı oldukça güzel denmekte; ayrıca Mayıs aylarında yakın köylerden birinde leylek festivali düzenlenmekteymiş. Bunları denk getirip bir kez daha Gölyazı’na gitmek bize farz
oldu.