Aradan epey zaman geçtiği için mi yoksa vakti zamanında kendimce iyi fotoğraflar çekemediğimden mi bilinmez tekrar gitmek için fırsat kollamış aradan epey bir zaman geçtiğinde de ancak bulabilmiştim.
Mudanya ve Tirilye kısmı kolay kısmı ama Gölyazı tarafına gidiş bizi zorlayacak gibi. Bursa’ya varınca otobüs terminalinden Mudanya’ya araç olmadığını duyunca epey bir bozuldum doğrusu. ( şimdilerde f 1 diye bir hat koymuşlar) Bursaray’a kadar gittik. Oradan Acemler’de inip öteki hata geçip şimdi adını unuttuğum öteki hatta geçip buradaki bir otobüse atlayarak Mudanya yoluna aktık.
Dürüstçe söylemek gerekirse Mudanya’da benim için pek bir şey yok. Buna karşın İstanbulla kıyasladığınızda oldukça güzel ve hesaplı balık restoranları ile dolu gezmek için ideal olan sahilini es geçmemek lazım. Bir de eski bir şehir hatları vapuru kıyıda otel olarak beklemekte.
Mudanya’nın en önemli tarihi yapı, sahilin en uç noktasındaki, Mudanya Mütarekesi’nin imzalandığı “Mütareke Evi”. Biz gittiğimizde restorasyon nedeniyle buraya da giremedik. Otel daha da ileride olduğundan eşyaları bırakmak için giderken tarihi evlerin arasından da geçtik. Pek çoğu elden geçiriliyordu ki bu gerçekten sevindirici bir durum.
Mudanya’dan gidilebilecek güzel, gizemli ve bir o kadar da tarihi bir yerleşim daha var yakılarda. Tirilye. Muhtemelen Üç papaz kelimesinden yani Trias İlias sözcüklerinden dönüştü. Bizimkiler Zeytinbağı yaptılar adını ama insanlar halen Tirilye demeği tercih ediyor. Mudanya’dan yarım saatten daha kısa bir sürede, dolambaçlı yollardan minibüsler sizi Tirilye’ye taşıyacak. İyi bir havada denizle bir yapılan bu gezi epey hoş.
Minibüsler sizi yerleşimin girişinde bırakıyor. Zaten ufak bir yer. Az bir yürüyüş ile çok kısa bir sürede sahile ulaşıyorsunuz. Yıllarca zeytincilikten para kazanan yerleşim günümüzde turizmden de çok kazanıyor. Bunun nedeni ise küçük sevimli sokakları ve pastel renklere boyalı kerpiç evleri elbette.
Sahile ulaştığınızda da restoranları görüyorsunuz. Biz yemek işini Mudanya’da tamamladığımızdan buralarda vakit geçirmeden içerilere girdik ve eski bir Bizans kilisesinden camiye dönüştürülen Fatih Camii’ne girdik. Bir zamanlar Agios Stefanos olan yapıya bizimkiler bir minare eklemişler. Onun dışında yapının görünümünde bir düzenleme yapılmamış. Gerek dış kubbe gerekse yapının bizzat kendisi yunan haçı şekliyle eski halini söylüyor.
Bunun dışında da çok sayıda kilise, çeşme vb görünüyor. Bir de zamanında Makarios ‘un okuyup mezun olduğu günümüzde metruk bir halde duran Taşmektep var.
Evleri fotoğraflıyorum. Burası da düğün fotoğrafları çekilen bir açık hava platosuna dönmüş tıpkı Tarsus gibi. Düşünüyorum; burası bir İtalyan kasabası olsa kırk kere UNESCO listesine bu haliyle bile girmişti. Biz ise geliştirebilme imkanımız varken bakmıyoruz bile. Çeşmelerin üzerindeki pek çok işaret Bizans döneminden kalma. İstanbul’da bile Kazlıçeşme dışında Bizans çeşmesi yok bildiğim kadarıyla. Onun da yıllar önce üzerindeki kuş motifini çalmışlardı. Elimizde bir servet var ama biz farkında bile değiliz.