Pazar sabahı gezmeyi planladığımız Anadolu Medeniyetleri Müzesini gezmiş olmamızın verdiği gevşeme ve bir gün öncesinin bizi epeyce yıpratmış olması nedeniyle ne uyanmayı tasarladığımız saatte uyanabildik ne de dışarı çıkabildik. Yine de bir gün öncesinden zaman kazancımız olduğundan rahat hareket edebildik.
İlkin otelin yakınlarında bulunan Roma Hamamı kalıntılarına uğradık. Müze kart ile giriş yaptık ve iyi karşılandık. Tahmin edeceğiniz gibi Japon turist vardı ama yerli turist yoktu.
Burası için bir höyük olduğu da söylenmekte. Roma, Bizans, Selçuklu döneminde de mezarlık olarak kullanıldığına dair işaretler var. Hatta içeride yakın dönem bir rum mezar taşı da var. Aslında burası 3.yy dayanan bir geçmişe sahip hamam ve jimnastik alanları ile bir sosyal kompleks.
Hamam frigidarium (soğukluk ) ve sıcaklıktan oluşan iki kısımdan ibaret ama oldukça büyük. Alan olarak İstanbul’daki Osmanlı dönemi hamamlarının hepsinden büyük gibi görünüyor. Zeminde tuğladan birbirine eşit mesafede duran yükseltiler var. Bunlar Roma merkezinde de olduğu gibi alttan ısıtma görevini üstlenmekte. Odacıklarda yakılan ocakların ısıttığı hava bu boşluklarda dolanarak zemindeki mermerleri ısıtmakta imiş. Bir nevi antika kalorifer.
Palaestra yani jimnastik sahası da burada. Geniş bir alan kaplıyor burası. Kimi zaman yapılan kazılarda çeşitli parçalar ,heykeller hala bulunabilmekte. İleri de bu alanı çevreleyen tel örgülerin dışında da birkaç sütun devrik yatmakta. Nedenini Tanrı bilir.
Buradan Hacı Bayram Camii ‘ne gitmek için ara sokaklara girdik. Pavyonlar kapalı, çeşitli mekanlar Pazar gününün ölgünlüğü içindeki sokaklara gölge vermekte.
Hacı Bayram Camii büyük ve modern bir görünümü var. Ama ilk yapım tarihi 1427 . Tavan ahşap ve güzel süslemeleri var. Bununla beraber gerek mihrap gerekse minber zarif. Zaten caminin orijinal iç ve dış kapıları günümüzde etnografya müzesinde sergilenmekte.
Mabed imparator Augustus ‘a ithafen yapılmış. Yazıtların üzerinde imparatorun başardığı işler ve bunlar için yaptığı harcamalar anlatılmakta. Kala kala iki duvar ve bir iki taş parçası kalmış.
Yolumuzun üstünde başka bir Roma dönemi eser olan Julianus Sütunu görülebilir. Eskiden günümüzdeki valilik binasında olan sütun her nasılsa kırılmadan, parçalanmadan buraya nakledilebilmiş. Üzerinde üstü tellerle kapatılmış bir leylek yuvası var. Tabii ki artık orada o teller varken yuvaya gelen leylek olduğunu sanmıyorum.
Ulus ‘taki işimizi bitirmek için son olarak Roma Yolu ‘na uğruyoruz. Yol aslında ilk defa 30 ‘lu yıllarda bulunmuş. Ama üstü örtülmüş ve 90 ‘lı yılların ortasında tekrar bulunana dek unutulmuş böylece. Yolun Roma Hamamı ve kaleye dek uzandığı sanılmakta. Altından kanalizasyonunda geçtiği sanılmakta. 2007 yılında yapılan son kazılarda Osmanlı ve Selçuklu dönemine ait kap kaçak bulunmuştu. Zeminde geniş yüzlü, irice taşların kullanıldığı görülmekte.
Yolun yanında Ankara ‘nın eski camilerinden Zincirli Camii ‘de var. Vakit az ne yazık ki ve gezecek daha çok yer var.
Yürüyoruz. Şu an müze olarak kullanılan ama tadilatta olduğu için içerisine giremediğimiz II. meclis binasının önünde oyalanıyoruz. Aşağı yukarı yolun karşısında Ankara Palas var.
Yeni kurulan başkentin çehresini modern bir hale sokmak ,yabancı heyetleri Avrupa standartlarında konaklamalarını sağlamak için inşa edilmiş. Yapının inşasına Vedat Tek başlar ama parasal sorunlar nedeniyle yarım bırakır. Bunun üzerine Acıbadem ‘li büyük mimar Mimar Kemaleddin Bey ile anlaşılır ve inşaata devam ederek bu yapıyı bitirir. Atatürk döneminin meşhur balolarına ev sahipliği yapan binada merkezi ısıtma, her daim sıcak su sistemi gibi döneminin modern unsurları bulunmaktadır.
Yanılmıyorsam Mimar Kemaleddin Bey inşaat sırasında ayağına batan bir çivi nedeniyle tetanosa yakalanıp hastalanır ve nihayetinde vefat eder.
Gençlik Park‘ı yeniden düzenleme çalışmaları nedeniyle kapalıydı. İki yılı aşan bir düzenleme. Sanırım piramit yapıyorlar.
Etnografya Müzesi ‘ne doğru gidiyoruz ama müzeyi bulamadığımız gibi müzeyi bilen birini de bulamıyoruz. Bununla beraber yol üzerinde güzel binalar var. Tiyatro binasını Gaudi ‘nin Barselona ‘daki binalarına benzettim. Garanti ve Ziraat Bankaları’nın binalarına sözünü etmeye değer tarihi yapılar. Velhasıl kelam Ankara gezilmesi gereken bir şehir.
Ankara müzelerinin en büyük handikabı öğle tatilleri. Bizde tam öğle saatine denk geldik ve nereye gideceğimizi bilemediğimiz için bahçede oyalanıp sağı solu izlemeye koyulduk. Eskiden namazgah tepesi olarak anılan bu tepe bir mezarlık imiş.
Neyse biraz oyalandıktan sonra önce resim ve heykel müzesine girdik. Beyaz bir kuğuyu andıran yapı iki katlı. İlk olarak Türk Ocakları’nın merkez binası olarak kullanılmış. Üst katında, sol tarafta çok hoş bir salon var. Tavanlarının, duvarlarının sedef kakma süslemelerinden tutun ,içindeki artık antika olmuş eşyaları ile anılmaya değer bir oda.
Bir kat boyunca pek çok odada gayet güzel aydınlatılmış çok sayıda tabloyu izleyebiliyorsunuz. İbrahim Çallı, Osman Hamdi Bey gibi pek çok önde gelen Türk ressamın eserleri arasında rahmetli Bülent Ecevit ‘in annesine ait bir iki resimde görülmekte.
Ayrıca girişin üst katındaki odada ise Osmanlı dönemi hat ,seramik ürünleri görülebilir. Alt kata sağ taraftaki mermer merdivenlerden inerseniz sizi bir de Zonaro tablosunun uğurlayacağını da hatırlatırım. Güzel bir yapı.
Nihayet Etnografya müzesine de giriyoruz. Yapı 1925-27 yılları arasında Arif Hikmet Koyunoğlu ( Mongeri ‘nin öğrencilerinden olan mimar Bursa ‘daki Tayyare Kültür Merkezinin de mimarıdır ) tarafından inşa edilmiş ve nedense 1930 ‘da açılmış. Yapının önce Arkeoloji Müzesi olarak kullanılması düşünülmüş, sonra resim heykel okulu olmasına karar verilmiş ama nihayetinde şimdiki amacıyla kullanılması amacıyla açılmış.
Müzenin merdivenlerinden çıkıp içine giriyoruz. Tam karşımızda atamızın on beş seneliğine istirahat ettiği bölüm görülüyor. Duvarlarda o günleri gösterir fotoğraflar asılı. Toplumun her kesiminden insanların bu kaybın karşısında yaşadıkları yıkım, çaresizlik yüzlerinden okunuyor.
Gezimize sağ kanattan başladık. Burada yöresel kıyafetlerin sergilendiği camekanlar bulunmakta. Mankenlerden oluşturulmuş kompozisyonlar yöresel yaşantılardan kesintiler sunmakta.
Saat yönünün tersine yapacağınız tur sırasında bu kez kullanılan türlü günlük eşyayı, kap kacak ve mutfak eşyalarını göreceksiniz. Biraz daha gittiğinizde çeşitli silahlar vb bulunan camekanları geçerek el yazması kitapların, Kuran ‘ların, rahlelerin olduğu sol kanada geçmiş olacaksınız.
Burada son iki oda da Ankara ve çevresindeki camilerin kapı, pencere kanadı ve minberlerini görebilirsiniz. Hacı Bayram Camii’nin iç ve dış kapıları ,Ürgüp ‘teki Selçuklu dönemi bir caminin pek çok parçası görülebilir. Birde oldukça büyük ahşap bir sanduka var ortada.
Müze güzel ama oldukça küçük. Fotosellerde pek düzgün çalışmamakta. Özellikle sol kanatta, ahşap eserlerin olduğu kısım oldukça loş.
Buradan da çıkınca Kızılay ‘a gittik. Bir şeyler atıştırabileceğiniz ,çeşitli yönlere gidebileceğiniz bir merkez burası.
Bu Ankara turumuzda şehrin güney kısımlarına inemedik. Çankaya ve Atakule ‘ye uğrayamadık. Bir sonraki tura kaldı diyerek şehre veda ettik.