Salı günü yorgun kalkmamıza rağmen rotamız olan Bodrum merkeze gittik. Minibüs durağının hemen yanı başındaki alanda Salı günleri tekstil ürünleri, Cuma günü de meyve-sebze pazarı kurulmakta. Saatler öğleye gelmekteyken bile pazar oldukça kalabalıktı. Burada fazla vakit kaybetmeksizin sahile, kaleye doğru yolumuza devam ettik.
Kalede kırmızı oklarla takip edilen uzun, yeşil oklarla takip edilen kısa tur olmak üzere iki gezi hattı bulunmakta.
Biz öncelikle kırmızı hattı takip ettik. İç kale kısmında bir zamanlar şapel olarak kullanılıp ardından Bodrum ‘un ve kalenin elimize geçmesi neticesinde camiye çevrilen bir yapı bulunmakta. Evliya Çelebi ‘nin seyahatnamesinde Süleymaniye Camii olarak anılan yapıda günümüzde bir Bizans batığı canlandırılmakta.
Ana bahçenin giriş kısmına göre sol tarafındaki duvarda çeşitli dönemlere ait amforalar dönemlerine göre sınıflandırılarak sergilenmekte.
Bahçenin ortasında çeşitli yerlerde bulunan mezar stelleri sergilenmekte. Nereden bulundukları hakkında en ufak bir açıklama dahi bulunmadığından sanki hep kaledeymiş gibi bir izlenim yaratıyorlar. Ama işin en saçma yanı, duvarlarda yazmakta olan “Kaledeki kemirgenler”, ”Kaledeki hayvanlar” tarzı levhalar. Kertenkele yazıp bu hayvanın mitolojideki açıklamasının verilmesi elbette ki bilgilendirici ama başlık ile pek bir bağlantısı yok.
Sonraki durak kapalı olan Alman Kulesi. (Neden kapalı olduğunu sorduğumuzda kulenin depo olarak kullanıldığı söylendi).
Büyük kulelerden birisi de İngiliz Kulesi. Kulenin giriş kapısının üzerinde tam ortada kral 4.Henri ‘nin arması, yanında da kule yapımında katkısı olan asillerin armalara yer almakta. Kulenin girişinde, kapının her iki yanında da örme zırhlı iki asker bulunmakta. Büyük bir masanın yer aldığı odanın her iki yanında da birer kalyon maketi yer almakta. (Birisi MS Bounty). Tavana yakın yerlerde, bir tarafta Türk bayrakları, karşısında ise İngiliz bayrakları yer almakta. Duvarlarda ayrıca iki tane de aslan başı asılı. Ana odadaki en ilginç unsur, pencere pervazlarının birinin içerisinde yer alan eski İngilizce yazılar. Yazım tarzı alışılmadık, sadece belgesellerde gördüğüm tip harflerle yazılmış. Bu yazıları günümüzde turist olarak gezen İngilizlerinde çözebileceğini sanmıyorum.
Ayrıca girişin sağındaki pervazın içerisinden üst katlara çıkılabilme imkanı var. Perde ile kapatılmış ama perdeyi aralayınca üst kata çıkan dar merdivenleri görebildim. Buradan başka bir kuleye daha, İtalyan Kulesi’ne gidebiliyorsunuz. Annem bu noktada bizi baba-oğul baş başa bıraktı. Biz de baba oğul kafa kafaya vererek kulenin kapısına dek gittik. İtalyan kulesi de kapalı olan birimlerdendi. Meşhur Karya Prensesi’nin sergilendiği galeride kulenin karşısındaki odada. Ayrıca 5 YTL ödenerek girilen bu galeri de kapalıydı. Milas yakınlarındaki, Labranda antik kentinden getirilen prensesin cesedini ancak belirli saatlerde ziyaret edebiliyorsunuz.
Bu noktadan kısa bir koridoru geçerek bahçeye ulaşabiliyorsunuz. Fakat buradaki tavan yapısı klasik Fransız kiriş bağlantılarıyla oluşturulmuş. Hemen buradan çıktığınızda sağınızda küçük bir namazgah ve çok sayıda Osmanlı mezar taşı duvara dayalı bir şekilde durmakta.
Sahil kısmındaki cami eski camilerden birisi. Kale yakınlarındaki diğer camide yaklaşık iki yüz küsur yıllık. Onun dışında kasaba Rum yerleşimi tarzında. Bununla beraber kasabada orijinal bir Rum evi olduğuna da inanmıyorum. Sahilde Yağhane olarak anılan eski bir yapı var. Günümüzde İstanbul ‘daki benzerleri gibi özel sektörün elinde lokanta, eğlence merkezi tarzı bir kullanımı var.
Yeni rotam, yedi harikadan biri olan Mauseleum’un kabri oldu. Buraya da giriş 5 YTL .İlkokula gitmeden önce hayal gibi hatırladığım bu yapıyı bulmam çokta kolay olmadı. Eskiye göre oldukça toparlanmış, düzenlenmiş ama yine de beyaz taşların amaçsızca sağda solda yığılı durduğu bir yer gibi izlenim yaratmaya devam ediyor.
Mauseleum ‘dan ana yola çıkarken sağınızda 1750 ’li yıllardan kalma bir camiyi bırakarak geçiyorsunuz. Tipik, beyaz Bodrum evlerini de aşıp ana yola tam çıktığınızda ilçenin hemen her yerinde onlarcasını görebileceğiniz kümbetlerden birisini görüyorsunuz. Destur alarak içerisine girdiğim kümbet denilen bu yapıyı kısaca anlatmaya çalışayım.
Basit bir hesap yaparak kümbetlerin kalabalık bir nüfusu uzun süre susuzluktan koruyamayacağını görebiliyorsunuz. Aslında yapım dönemlerini göz önünde bulundurursanız kümbetlerin hepsi yerleşim alanlarının dışında. Yol kenarında, değirmenlerin yakınlarında kısa süreli su ihtiyaçlarının giderilmesi amacı güdülerek inşa edilmişler ama şehirlerin büyümesi nedeniyle artık şehrin bir parçası haline gelmişler.
Son durak olarak Bodrum amfitiyatrosuna yöneldim .Ufak bir yapı gibi görünse de yaklaşık olarak kapasitesi 13 bin kişi. Ve tabii ki girişi 5 YTL. Cimriliğime denk geldi, içeri girmedim. Fakat dışarıdan çok sayıda fotoğraf çektim. Tiyatronun yamacında kurulu olduğu tepenin üst kısımlarında bir kaç kaya mezarı var. Sıcağın fazlalığı ve yorgunluk sebebi ile kaya mezarlarının olduğu tepeye tırmanmayı göze alamadım.