Kapsamlı ve yorucu turlardan birisi de iyonya turları. Bu turların içeriğinde İyonya medeniyetini oluşturan Milet, Efes gibi antik kentler gezilmekte. Bu tur normal dönemlerde olan turlardan değil ne yazık ki. Ama turun içerisindeki Şirince, Efes gibi yöreler başka turlar içerisinde de varsa da Priene, Didim, Afrodisyas gibi yerler için bu tura katılmak gerekmekte.
Tur için yine gece yarısı ailecek yola koyulduk. Güneye giden tüm turlarda olduğu gibi yaş ortalaması oldukça düşük. Çok sayıda da, öğrenci değişim programı ile ülkemize gelen Polonyalı ( önceleri Rus sanmıştım ) bir öğrenci grubu vardı turda.
İlk dinlenme molasını sabaha karşı Selçuk Kalesi’nin yakınlarındaki, tren yolunun yanından geçtiği büyükçe bir tesiste alıyoruz. Yöresel incik boncuk, sabunlar ve Şirince şarapları vb satın alma imkanınız var.
Selçuk Kalesi geniş bir alanı kaplamakta. Sanırım Ayasuluk diye bir ismi daha var. Bizans yapısı bir kale alma Selçuklular tarafından alındığında ve sonraları Osmanlı zamanında da iyice tahkim edilmiş. Selçuk, Malazgirt’ten sonraki ilk çeyrek yüzyıl içerisinde ele geçirilmiş sonrasında da bu yakınlarda Bizansla yapılan bir savaş sonrasında alınan ağır bir yenilgi karşılığında bırakılmak zorunda kalınmış.
Buraya yakın, tepelerin üzerinde (Kalealtı denilen mevki ) bir kale daha var. Bu kale her yöne çekilen efsanesiyle Keçi Kalesi olmalı. Kızılhisar da denilmekte. Öyle bir zirvede ki ne buralarda dolanan bir işgal ordusu bu kaleyi kuşatabilir ne de kaledekiler ta o tepeden inip rakip orduya saldırabilir. Gelelim efsanesine. Fakat peşinen söyleyeyim hikayenin her versiyonunda kuşatanlar ve kuşatılanların isimleri değişmekte. Neyse kale alınmaz bir yerde olmasının avantajı ile bir komutanı cezbeder (bazı versiyonlarda da kale komutanının güzel bir kızı da vardır.) Kalabalık bir ordu ile dağın eteklerinde kamp kurar. Oysa kaledekilerin uzun bir kuşatmayı yada inatçı bir saldırıyı göğüsleyebileceği bir askeri gücü yoktur. Ama denildiği gibi bir ordunun gücü düşmanının bildiği kadardır; kaledekiler, kalede tutulan keçilerin üzerine fenerler, meşaleler bağlayıp gün doğumuna yakın alacakaranlıkta yamaçtan aşağıya sürerler. Kuşatanlar uyku sersemliği içinde, karanlığında etkisiyle bu gürültücü kalabalığı görünce paniğe kapılıp dağılırlar. Bunun ardından kaledeki atlılar bir huruç hareketi deneyerek kuşatanları bozgunu uğratıp kaçırırlar.
Neyse İzmir üzerinden Priene antik kentine geliyoruz. Hava oldukça sıcak ama yapacak bir şey yok. İki bin yıl önce deniz kıyısında olan bu şehir onca zaman Menderes Nehri ‘nin taşıdığı alüvyon ile oluşan ovanın gerisinde kalmış. Önce bu kentlerle ilgili bilgiyi verip gözlemlerime geçeceğim.
Priene (şimdiki ismi. Samsun Kale) Mycale Samsun Dağı eteklerinde
kurulmuş bir İyon şehridir. Şehir Menderes nehrinin 10 km kuzeyindedir. Şehir
kurulduğunda deniz kıyısındaydı. Menderesin alüvyonu nedeniyle şehir şimdi
kilometrelerce kara içerisindedir.
Belus un oğlu Aegyptus yönetiminde İyonlar tarafından kurulduğu kabul edilir. Şehir sonra Lidya lı Ardys tarafından alınır.MO 6. yy in ortalarında şehrin “Bilge”si Bias yönetiminde, şehir tekrar canlandı ve zenginleşti. MO 545 yılında Pers Kralı Cyrus (Kurash) tarafından ele geçirildi. Şehir Perslere karşı İyon Başkaldırısı na (MO 499) 12 gemi ile katildi. Komşusu Samos (Sisam) ile ortaya çıkan anlaşmazlıklar ve Büyük İskender in ölümünün ardından çıkan karışıklar dolayısıyla şehir güçsüzleşti. Roma 155 yılında şehri, Bergama (Pergamon) ve Kapadokya krallarının elinden kurtarmak durumunda kaldı.
İngiliz (sanat ve eski eser ticareti yapan ve Francis Dashwood tarafından kurulan) Dilettante Sosyetesi 1765 ve 1868 de, taraçalanmış planlı şehrin kalıntılarını araştırma ile görevli bir grup gönderdi. Bu grubun çalışmaları ve daha sonra Berlin Müzesinden Theodor Wiegand (1895-1899) ın çalışmalarından sonra şehrin tamamen soyulduğu ve harap edildiği görülüyor.
Şehir, 4. yy da tekrar kuruldu. Şehrin yeni planı, yolların birbirini dik açı ile kestiği bir dikdörtkendir. Bu plan günümüzün modern şehir planı Grid in öncüsünü oluşturur. Şehrin üzerine kurulduğu dik yamaç güneye bakar. Şehrin Akropolis’i 230m yukarıdadır. Şehir güvenlik kuleleri olan 2 metre kalınlığında taş duvar ile çevrilidir. Şehre giriş, üç ana kapıdan yapılır.
Akropolisin aşağısındaki yamaçta Demeter tapınağı bulunmakta idi. Şehrin, 7m genişliğinde doğu-batı doğrultusunda altı ana yolu ve buları dik kesen genişliği 3.5m olan 15 tali yolu vardır. Şehirdeki tüm kavşaklar arasındaki mesafe aynıdır. Dolayısıyla şehir 80 eşit alanlı bloğa ayrılmıştır. Özel evler, her bloğa sekiz ev seklinde düzenlenmiştir. Şehirde temiz su ve kanalizasyon yapıları açıkça görülebilir. Priene evleri ile eski Pompei evleri arasında benzerlikler vardır. Athena Polias tapınağı, şehrin bati yarısında, ana yolun kuzeyinde yüksek bir terasa kurulmuştu. Yüksek bir isçiliğin eseri bir merdivenle çıkılan bu tapınak ön yüzünde 6 kolonu bulunan (hexastyle) bir yapıya sahiptir. Tapınağın mimarı aynı zamanda Dünyanın Yedi Harikasından biri Mausoleumun da mimari Pytheostur. 1870 te Athena heykelinin kaidesinin altında, Kapadokya tarafından yapılan restorandan kalması olası, Orophernes resimli gümüş yirmi-drahmiler ve bazi mücevherler bulunmuştur.
Ana yolun bir yanında, yüzü yola bakan bir seri toplantı binaları diğer yanında ise güzel bir alışveriş merkezi vardır. Kuzeyde, Belediye binaları, Roma tipi gymnasium ve iyi korunmuş bir tiyatro vardır. Şehir planının ortasındaki tüm yapılar gibi, Isis ve Asclepius tapınakları tamamen harap haldedir. Büyük bir stadyum, şehrin en alçak yerinde, güneyde duvarların içinde kurulmuştu ve İyon zamanından kalan gymnasium ile bağlantısı vardı.
Küçük ama güzel bir tiyatrosu var. Küçük diyorum ama 5,000 kişilik. Küçük bir anekdot vereyim. Yıllar önce Zeki Alasya – Metin Akpınar filmlerinden birinde kahramanlarımız evlerinden atılınca İskender ‘in evine taşınmışlardı. İşte o evde burada girişe göre saat 11 yönündeki yamacın aşağısında kalmaktaymış. Mış diyorum ben bir türlü göremedim.
Buradan bir sonraki durağımız Milet (Miletos )
Milet’ ismi mitolojik açıdan “Apollon” ile ilgilidir. Apollon ile Girit Kralı `Minos’ un kızı `kakallis’ Akakallis’in üç çocuğundan biri olan `Miletos’a, Minos’ un kötülük yapmaması için onu dağa bırakır. Çocuğa kurtlar bakar. Daha sonra çobanların büyüttükleri Miletos, Anadolu’ya , gelerek Menderes Nehri’nin kızı `Kyane’ ıle evlenerek `Miletos’ şehrini kurar. Milet M.Ö 7 ve 6 yy.’da en parlak dönemini yaşamıştır. Miletliler, özellikle M.Ö. 6.yy.’da deniz ticaretini ele geçirmelerinden sonra Akdeniz ve Karadeniz’de kurdukları koloniler sayesinde etkinliklerini çoğaltmış ve zenginleşmişlerdir. Giderek Milet, İyon dünyasının başkenti haline gelmiştir. Milet, döneminde Anadolu’nun en önemli bilim, kültür, ve ticaret merkeziydi. Kendisi bir koloni şehri olarak kurulmuşken Milet, Karadeniz kıyısında Plinus’ un bildirdiğine göre Milet Kenti yaklaşık 90 koloni kurmuştur. Bunların arasında “Sinop”, “Trabzon”; Giresun’ gibi şehirler vardır Milet. Lade Deniz Savaşı’na 80 gemi ile katılmış tüm donanmasını yitirmiş ve zaferi kazanan Persler M. Ö. 494’de kenti bu arada Apollon Mabedi’ni de yakıp yıkmışlardır. Klasik dönemde önemi büyük ölçüde azalmış olmasına karşın Milet Hellenistik Dönem’in ticaret, sanat ve bilim alanında başta gelen merkezlerden biri olmuştur. Roma çağında bağımsız bir kent olarak `Asia Eyaleti’ nin yani `Batı Anadolu’nun belli başlı metropollerinden biri sayılmıştır. `Laimos Ktirfezi’nin, M.5.3 yy.’da dolması üzerine körfez çevresindeki Priene’, `Myus’ `Herakleia’ gibi kıyı kentleriyle birlikte Milet de sönükleşmiş ve küçülmeye başlamıştır. `Bizans çağında küçük bir köye dönüşmüştür.
Günümüzde görülen kalıntılar daha çok Roma Dönemi’ne ait. 15.000 seyirci alabilen tiyatrosu, Anadolu’nun en büyük Roma hamamı, şaşırtıcı büyüklükteki pazar yeri Milet’in görkemini gözler önüne serer.
Tiyatro binası inanılmaz derecede etkileyici. Özellikle tiyatronun seyircilere ayrılan kısımlarının altında kalan koridorlar modern bir stadyumu aratmayacak şekilde inşa edilmiş. Düzenli, hafif loş koridorlar bir uçtan bir uca uzanmakta.
Bu uçlardan birine ulaştığınızda onca hamamlık arazinin ötesinde hafiften üzerini otların kapladığı bir kubbe görülüyor. Başlangıçta bunu da hamam kompleksinin bir parçası sanabilirsiniz. Dikkatlice baktığınızda aleminde birde leylek yuvası göreceğiniz bu yapı meşhur Menteşoğlu İlyas Bey ‘in camii. Aslında külliye iken depremler ve zamanın darbeleri ile bunların çoğunu yitirmiş. Ellili yıllarda yaşanan son depremde minaresi de yıkılmış. Bir bayan ile beraber camiye gittik. Restorasyon yapılmakta. Ama acıdır ,bahçede bulunan 5-6 yüzyıllık mezar taşları kırılmış, bir yerlere savrulmuş yatmakta. Bizim milliyetçiliğimiz, geçmişe saygımız bu kadar.
Caminin tek bir kubbesi var. Tamirat nedeniyle kubbenin altına girilemiyor. Bununla beraber cami kapısında ve pencere pervazlarındaki geometrik desenli işlemeler görülmeye değer.
Buradan sonra yolumuz günümüzde bir tatil beldesi olarak tanınan ama İyonya ‘nın kehanet merkezlerinden Didim. Burada turun ilk öğle yemeğini yedik. Didim ‘in koyları da övülen yerler arasında. Altınkum, Gümüşkum, Akkum bunların başlıcaları. Bir de Akbük diye bir yer var. Neyse Didim’de gezeceğimiz yerlerin arasında Apollon Tapınağı ve yanı başında Rum kilisesinden devşirilen bir cami var. Görülen o ki yerleşim tüm bu antik kentin üzerine kurulmuş.
Şehir Milet ‘liler tarafından kurulmuş. Efes ile Milet arasındaki ticari ve kültürel bazdaki çılgın rekabette Miletlilerin Efeslilerin Artemis tapınağına karşı ellerindeki kozları olmuş bir bakıma.
Sonrasında Karya toprakları içerisinde görülen yöre Arap ve ardından Osmanlı akınları sonucunda 1.Haçlı seferine dek Türklerde kalmış. Menteşeoğulları kesin olarak yöreyi ele geçirince 1950 ‘lere dek yoranda adıyla anılmış. Anlatılanlara göre mübadeleye değin Rum nüfus daha baskın bir orandaymış. Alman ve İngiliz arkeologların nakliye işlemlerinde bir köprü başı olarak kullandıkları da ayrı bir detayı yörenin.
Elde kalan en sağlam yapı Apollon tapınağı. Apollon bildiğiniz gibi Artemis ‘in ikiz kardeşi ve sevgilisi. (Yunan mitolojisi, doğal karşılamalı) İon şehirlerinin de kehanet işlemleri için kullanılmış merkezi tapınaklarından birisi. (Oracle olarak anılan tapınaklar) Tapınak tam anlamıyla bitirilememiş . Ama her bir sütunun işlemesi ,her bir ayrıntı büyük bir zevkin ve zenginliğin işareti. Tapınağın arkasına geçen her iki koridorda da duvarlarda ,tapınak yapımına destek veren köle sahiplerine ait olduğu söylenen işaretler var.
Tapınağın bahçesinde bilicilik (kehanet) kuyuları bulunmakta. Buraya toplumun en altından en üstüne, her kesimden geleceği merak eden vatandaşlar gelmekteydi.
Arka tarafta pek çok monoblok taş var. Zamanın şamarını yemiş bu taşlarında üzerlerindeki işlemeler zarif.
Tapınağın çevresinde meşhur medusa başlarından birkaçını görmeniz mümkün.
Ben boş durmadım ve tapınağın karşısındaki camiye de girdim.
1850 sonrası yapılan Rum kiliselerinin bir benzeri bu da. İçerisi beyaz badana ile kutsanmış ve islamlaştırılmış. Bununla beraber sütunların dibinde bir yerde hayal gibi bir görüntü seçilebilmekte. Büyük bir hacmi var ve iki katlı.
Neyse güzelliklerden bahsedelim. Göl etrafındaki antik kalıntıları , Kapadokya ‘yı andıran yamaçları ve önemli bir kuş gözlem merkezi olmasıyla da anılmakta. Ay tanrıçası Selene ile çoban aşkı endymion burada buluşurmuş. Bundan dolayı mehtaplarda gölün muazzam bir güzelliği olduğu anlatılıyor. Gün batımı ve doğumu sırasında çekilen pek çok fotoğrafını gördüm. İnsanın romantizmi azıyor, idiller, egloglar yazacağı pastoral düşlere sürüklüyor manzara.
Gölde yarım saat kadar süren bir tekne turu yaptık. Göldeki bir iki adada olsun etrafındaki bazı yerlerde olsun, her yerde antik kalıntılar var. Adaların birinde tam su sathında sadece bir kapının kaldığı kalıntılar var. Sanki Nasrettin Hoca türbesi. Ayrıca her yalçın kayanın üzerinde bir kale bulunması da ayrı bir enteresanlık. Üç kadar kaleyi rahatlıkla sayabildim. Yıkılanlar ve göremediklerimi Tanrıya emanet ediyorum.
Bu günlük tur bu kadar. Gecelemek için Kuşadası ‘na dönüyoruz. Kuşadası ‘na çocukluğumdan beri gitmemiştim. İlginçtir içerisinde Fethiye gibi antik kalıntılar olmadığından olsa gerek hiç bir şey de hatırlamıyorum. ( Yürümeye başladığım andan beri ülkeyi gezdiren ,pek çok antik kenti görmemi sağlayan anne babama tekrar teşekkürler)
Kuşadası ülkenin en önemli kruvaziyer limanı. Bunu kısmen Efes ‘e yakınlığına tamamen ise Meryem Ana ‘ya bağlayabiliriz. Öte yandan konum olarak İzmir ‘e yakınlığı, Bodrum ve Ayvalık gibi gözde mekanların aşağı yukarı ortalarında bir yerde olması bunu arttırmakta.
Üzerinde Osmanlı kalesi olan Güvercinada tarihi mekanlardan biri. Rivayete göre Türkler burayı ele geçirdiğinde adadaki güvercin sayısı o kadar fazlaymış ki Burasını Kuşadası olarak adlandırmışlar.
Ayrıca merkezde Osmanlının renki şahsiyetlerinden Öküz Mehmet Paşa ‘nın yaptırdığı bir kervansaray da görülebilir.
Onun dışında merkeze biraz uzakta kalan Kadınlar Denizi yüzmek için önerilmekte. Sahil boyunca da pek çok güzel tesis var.