Bir sonraki günün durağı Bozcaada. Ama Akçay’dan Bozcaada ‘ya gidiş solunuzda yüksek yarların yanı başından çamlarla kaynaşan deniz manzarası ile bezeli. Sol tarafta yine çam ormanının devamı görülmekte.
Bozcaada ‘ya gidiş Çanakkale’nin Geyikli iskelesinden yapılmakta. İskelenin sağında ve solunda geniş kumsallar bulunmaktaysa da suyun tabiri yerindeyse “çivi” gibi olması nedeniyle pekte açılamadım. (Ne açılması diz kapaklarımı bir kere belki geçtim ) .İzlenimim olarak söyleyebileceğim Geyikli küçük bir köy. Pek gelişmemiş ,bence de bu daha da güzel bir hava katıyor.
Bozcaada ‘ya feribotlar yaklaşık yarım saatlik bir yolculuk ile varmakta. Her yerde Bozcaada için bilimum deniz ürününü bulabileceğiniz, yiyebileceğiniz bir yer olduğu yazmakta. Halbuki karidesler ,adı geçen bilimum balıkta feribotla size eşlik etmekte. Zaten adada ciddi bir balıkçı barınağı falanda göremedim.
Adaya yaklaştıkça adanın neden Bozca ada olduğu iyice anlaşılıyor. Ege de pek çok ada gibi sert kuzey rüzgarı ve kızgın güneşin acımasız ittifağı pekte canlı bir bitki örtüsü sunmamakta. Bununla beraber rüzgardan korunaklı yerlerde çam ağaçları vb görülüyor içlere gittikçe. En belirgin yapı iskelenin sağında kalan Ceneviz Kalesi. Ayrıca sol tarafta Alay Camii ve Köprülü Camii‘nin minareleri size sessizce hoş geldin diyor.
Bozcada ‘yı gezmeden biraz olayın mitolojisine dalalım. Herodot ‘un “Tanrı insanlar uzun ömürlü olsun diye Bozcada’yı yaratmış” dediği iddia ediliyor. Tabii ki Herodot ‘un Tenedos dediğini ekleyelim. Poseydon ‘un oğullarından Kyknos Lapseki de otururken bir oğlu olur. Thenes isimli oğlam büyüyedursun annesi ölmez mi. Zaman her şeyin ilacı elbette. Tabii eskilerin çivi çiviyi söker sözünün kanıtı olarak Kyknos başka bir kadında bulduğu aşk ile Thenes ‘in annesi olan eski karısının acısını da unutur. Fakat üvey ana da üvey anadır hani. Bir kavalcının yalancı şahitliği ile bir iftira atarak oğlanı kovdurur. Oğlan bir şekilde bu adaya ulaşır. E dede tanrı ,baba kral olunca eğitimde sağlam oluyor. Türlü fikri ,konuşması ile halkın zamanla lideri olur. Adanın adı da bundan dolayı Thenedos olur.
Çocuk için akıllı falan dedik ama Truva savaşına katılmak için giden Aşil ‘in donanmasına Bozcaada ‘dan taş attığı da bir başka efsanenin parçası.
Bir başka efsanede de olay Thenes ‘in kundağının denize bırakılması ,oğlanın kundağının kıyıya vurunca Bozcaadalıların onu büyüttüğü şeklinde kendine yer bulmuş. Pek çok farklı kültürde kendine değişik isimler yer edinmiş standart hikaye.
Feribot adaya yanaşadursun gerçek tarihine dönelim.
Adanın bilinen en eski sahibi Pelasglar. Ama sonrasında türlü Yunan kökenli kavmin ve korsan tayfasının elinde gelir gider ada. Elbette ki Roma ve ardılı Bizans’ta sahibi olur adanın. Ardından Cenevizliler gelir ve sahilde görünen kaleyi yaparak boğazın girişinde (bir başka deyişle aynı zamanda çıkışında) sağlam bir üs kurarlar. Sıklıkla da Hristiyan korsanlarda buradan istifade eder. Ta ki Fatih buralara gelene dek Türkler için bir fesat yuvası olur. Fatih gelir ve alır. Sonrasında bir kez de Venedikliler adayı ele geçirirlerse de Osmanlılar adayı kurtarmayı başarırlar.
1.Dünya Savaşının hemen başında Çanakkale ‘yi kuşatan devasa donanma üs amaçlı olarak Bozcaada ve Gökçeada ‘yı işgal eder. Halkın büyük bir çoğunluğu zaten Rumdur. Bozcaada’nın ardındaki koylarda donanma demirler, buraya bakan tepelerin arkasındaki düzlükler genişletilir ve uçaklar için pistler inşa edilir. Ama Osmanlı daha doğrusu ittihatçılar boş durmamışlardır. Bozcaada müftüsü ve oğlu gizlice Çanakkale ‘ye haber uçururlar. Öyle ki Liman Paşa İngiliz donanması yola çıkmadan nereye gideceklerini bilir bu sayede. Ama hıyanet savaşın olmazsa olmazlarındandır. İhbar edilirler ve İngilizlere yakalanırlar. Mahkeme kurulur da karar zaten bellidir. İdam edilirler.
Rivayettir dar ağacına giderlerken müftünün oğlu korkar panikler ama müftü çok rahattır. Oğlunun gözlerine bakmasını ister. Oğlu bakar ve o andan itibaren korkmaz artık. Derler ki babasının gözlerinde şehitlerin gideceği mertebeyi gördü. Mümkündür, binlerce yıldır özgürlük ve doğruluk için milyonlarca can veren bir ırkın gideceği neresi var ki başka…
Gelelim günümüze… Ada da ilk ziyaret ettiğimiz yer tamamen çevreci bir anlayışın sonucu kullanılan rüzgar gülleri. Toplamda on yedi rüzgar gülü çalışmakta. Bunların sadece bir tanesi bile adanın enerji gereksinimini karşılamaya yetmekte. Üretilen enerji kablolarla Çanakkale ‘ye dek iletiliyor.
Burada birde Polente Feneri olacak.1861 yapımı 32 metrelik bir fener diye el kitabımda bahsi geçmekte. Nerede olduğunu göremedim. Romantik arkadaş çevremden adaya daha önceden gelenler burayı daima övmüşlerdi. Benim dalgınlığım yada dikkatsizliğim nedeniyle göremedim.
Ayazma Plajı’na merkezden minibüslerde işlemekte. Ama motosiklet yada bisiklet kiralayarak adayı ( elbette ki dağ bisikleti olmalı) tek başına gezmenin her bir koyu ziyaret etmenin ayrı bir güzellik olduğunu düşünüyorum. Akvaryum koyu, Tekirbahçe plajı da gidenlerin önerdiği yerler arasında.
Merkeze dönüldüğünde ilkin Ceneviz Kalesi ‘ni gezdik. İç kale ve dış kale olmak üzere iki bölümü var. Çanakkale’ye bakan kısmında top mevzisi görülüyor. İç kale kısmına da ise kapının girişinin solunda üzerince yunanca bir şeylerin yazdığı geniş uzun mezar taşları (başa dikilenlerden değil de mezarın üzerine kapak gibi yerleştirilenlerden) görülüyor. Ayrıca sağda solda parçalanmış mezar taşları ,sütun başlıkları gibi bu tip yerlerin olmazsa olmaz parçaları gözünüze takılıyor mutlaka. Bir duvarın dibinde zamanla paslanmış ve hırpalanmış gülleler kendi aramızda yaptığımız gülle atma yarışmasının parçası olmaktan kurtulamadılar.
İç kalede tahminen eskiden sarnıç yada cephanelik olarak kullanılan ,yüzeyin altında kalan bir odacık deniz müzesi gibi bir amaçla kullanılmakta. Kale bilen için söylüyorum Kavala Kalesi ‘ni epeyce andırmakta.
Ardından müdavimlerince tanınan bir şaraphanenin üretim yapılan bölümünü gezdik. Ardından da başta hatunların şarap alma atraksiyonu başladı. Bu arada Bozcaada ‘nın kendi başına bir şarap ekolü olduğunu eklemek lazım. Kıraçlığından dem vurduğumuz adanın kızgın toprağında dört tür üzüm yetişmekte. Rehberimizin kaliteli ve bilgili olması sayesinde aldığım notlar bu konuda yeterli oldu ve fazlaca bir araştırma yapmam gerekmedi.
Kırmızı şarap için kuntra, beyaz şarap için vasilaki, yemek yada ucuz şarap için çavuş üzümü ve karalahana isimli türlerde üzüm bağları adada yer alıyor. Bazı zevk ehli zatların son zamanlarda merlot, seuvenion gibi fransız menşeeli şaraplar için özel bağlar oluşturdukları da arkadaşların bana yetiştirdiklerinden. Adada bağbozumu şenlikleri de yapılmakta ve bu dönemde zaten pahalı olan pansiyonlar ücretlerini arttırmakta ve feribotlarda uzun süren bekleyişler söz konusu olmakta. Bu nedenle adaya erken saatlerde gelmeli , gün batmadan ( eğer kalmayacaksanız ) dönmeli.
Ben kendi yoluma gideyim. Talay Şarap evinin yakınındaki sokakta özel bir müze var. İçerisini gezmek büyük 5, öğrenci vb 2,5 YTL. Bozcaada sevdalısı Kadıköylü bir genç tarafından yönetilmekte. İçinde çok gezmediysem de hızlıca görüntüleri aklıma yazdım . Ada ve tarihi ile ilgili çizimler, fotoğraflar yer alan eski tarz bir rum evi bu.
Buradan parke taşların üzerinden yürümeye devam ederek Pantaleimon kilisesine ulaşıyorsunuz. Yine 19.yy tipi bir rum kilisesi. Kapısı kapalı olduğundan girip gezemedim. Dolayısıyla yöre Rumları ile İstanbul Rumları arasındaki ikonografik fark ve benzerlikler üzerine bir yorum yapma şansım olamadı. Adanın güzel ve zarif sokakları var. Rumlar ve Türkler -ki her ikisinde de yerli olduklarını yaşlılıklarına bağlamaktayım- bir arada huzurla yaşamaktalar. Kendimi pek çok kez Heybeliada’da gibi hissettim. Kimi sokaklarda evlerin diplerinden çıkıp kah pembe kah mor çiçeklerini dökülürcesine sergileyen begonviller, renkli çiçekleri ile sarmaşıklar bu güzelliği katmerlemekte.
Rum mahallesinden çıkıp öteki yakada gezmeye başladım. Burada 1702 yılı yapımı Alaybey Camii ‘ne geldim. Şortlu olduğum için yapının içine girmedim ama açık kapıdan görüntü aldım. Kesme taştan, kubbesiz ,ahşap çatılı bir yapı. Tek şerefeli bir minareye sahip. İç süslemeler kalem işi . Bahçesinde küçük bir hazirede ada için önemli kişiler yatmakta.
Buradan biraz daha ötede yer alan ve biraz daha eskice bir tarihe sahip Köprülü Mehmet Paşa Camii ‘ne ulaştım. Bunun kapısı kapalıydı ve bende tan bahçeye girerek görüntü almaya çalıştım. Bu yapıda diğeri gibi özelliklere sahip ama yapım tarihi 1655. Her iki caminin de sıkı bir şekilde restorasyon geçirdikleri belli olmakta.
Bence ada topu topu bu kadar. Ama bir kez olsun uğranıp gezilmesi gereken güzel bir yer.