Yine dolu dolu geçirebileceğiniz bir haftasonu aktivitesini daha gezi planlarınızın arasına alabilmeniz için anlatmaya çalışacağım.
Kendi imkanlarınız ile yada bir tur organizasyonunun aracılığıyla Safranbolu ve/ veya Amasra şeklinde bir turun dinlendirici olmasa da kültürel ve görsel açıdan oldukça doyurucu olacağını öncelikle söylemeliyim.
Kendi imkanlarınız ile 4-5 ,tur firması ile 6-7 saatte Safranbolu ‘ya varıyorsunuz. Yol oldukça güzel. Özellikle Bolu-Karabük arasındaki yol ağırlıklı olarak sarı kantaronlar, kan kırmızı gelincikler ve adını bilemediğim mor çiçekli bir bitki ile adeta taşmakta. Hatta bir iki yerde çiçeklerden oluşan renk cümbüşünü resme dökemememin üzüntüsünü anlatamam.
Yol üzerindeki bir başka harikada Türkiye’deki en uzun tünellerden birisi olan, ama bu tünellerin en meşhuru ve masraflısı Bolu Tüneli. İnanılmaz bir görünüm ve rahatlık içerisinde adeta kayarcasına ilerliyorsunuz. Yol o denli mükemmel ki yarış bisikletimle hız rekorumu rahatlıkla kırabileceğime eminim.
Safranbolu ‘ya giderken Bolu Tüneli de dahil olmak üzere iki tüneli aştık. Yol Karabük ‘e yaklaştıkça oldukça bozuluyor. Zaten ilginçtir ikinci tünelden çıktığınız andan itibaren bambaşka bir ortama girdiğinizi fark edeceksiniz. Coğrafya gözle görülür şekilde değişiyor. Keskin yamaçlar, bozuk bir yol ile beraber size eşlik etmeye başlıyor. Yoldaki bozukluğun sebebi, demir-çelik fabrikasının ağır yükünü sırtlayan kamyon ve tırlar. Tonlarca ağırlık ve çok sayıda araç yolu oldukça hırpalamakta. Bu yol ve coğrafya Safranbolu’nun oldukça zengin bir kasaba olmasına yada başka bir deyişle civardaki diğer kasabaların fazla büyüyememesine neden olmuş.
Yol üzerinde görülen ilk önemli yapı ne Bizans ne de Osmanlı’ya ait. Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk ağır sanayi hamlesi Karabük demir – çelik fabrikası yolun solunda yer almakta. Savaşlardan ve konjonktürden ders alan genç hükümet, tam bağımsızlığın iktisadi bağımsızlık ile olabildiğinin farkına varmış ve taş kömürü kaynaklarına yakın bu mevkiye devasa bir yapı inşa etmiş. Otobüsle dakikalarca yanından geçtiğiniz bu yapıyı oluşturan dev binalar 1925-30 arasındaki zihniyetin olayları nasılda ciddiye aldığını gözler önüne sermekte. Zor bir şartta, 24 saatte makine parkının silah üretebilecek hale gelebilmesi başka bir hayret kaynağı. (Cumhuriyet’in kendi tankını üretip Avrupa’ya sattığı, dünyanın beşinci jet üreten ülkesi olduğu gibi gerçekler her ne kadar unutturulmaya çalışılsa da unutmayacağız, unutturmayacağız) Uzun menzilli uçakların ve balistik füzelerin olmadığı dönemlerde 24 saat oldukça kısa bir süre. Ayrıca fabrikanın bulunduğu yerde düzenli orduların, zırhlı birliklerin kolaylıkla ilerlemesini engelleyebilecek ,buna karşın gerilla tarzı savunmaya elverişli bir mevki. Zaten Safranbolu Bizans döneminde müstahkem mevzi yada kale olarak nitelendirilmiş. Milyonluk ilk haçlı ordusu Kudüs’e olan yolu kısaltmasına rağmen bu rotayı izlemeden, yolu çok çok uzatarak Eskişehir (Dorilion) üzerinden gitmeyi tercih etmiş. (Daha sonra ikiye ayrılan ordudan yarım milyona yakın bir nüfus Amasya-Merzifon taraflarında yok edildi. Coğrafi açıdan benzer bölgeler…)
Günümüzde 3500 kişinin çalıştığı ama 30’lu yıllarda 15,000 kişiye rızk dağıtan fabrika Karabük ‘ün büyümesine, dolaylı yoldan Safranbolu evlerinin ayakta kalmasına vesile olmuş. Şimdi de nasıl sorusunu yanıtlamaya çalışalım.
Osmanlı’nın gücünün azalması İstanbul’un, sarayın ışıltı ve ihtişamının kaybolması sarayla paralel bir yaşantıya sahip Safranbolu’yu da derinden etkilemiş. Genelde sarayın mutfağını, yemek kültürünü elinde tutan kasaba, payitaht ile Anadolu arasında olmanın etkisiyle hızla gelişmiş ve zenginleşmiş. Ortalama bir Safranbolulu’nun biri eski kasabada kışlık, diğeri Bağlar mevkiinde bütçesine uygun iki hanesinin olması şaşılacak, hayret edilecek bir durum değilmiş. Fakat zamanla yukarıda da değindiğim gibi İstanbul’daki ışıltının azalması Safranbolu’ya da aksetmiş. Ekonominin daralması sonucunda iki evi geçindiremeyen, bakımının altından kalkamayan ahali zamanla eski kasabadaki evlerinden ellerini ayaklarını çekmeye başlamış. İşte bu sırada fabrika için gerekli iş gücü devreye girmiş. İşçilerin konaklayacağı yapılar bu eski Safranbolu Evleri olmuş. İçlerinde fakirde olsa bir yaşantıya destek olan evler bu şekilde ayakta kalabilmiş. Ama Hıdırlık tepesinden baktığınızda görebileceğiniz gibi kimi yapılarda olumsuz tadilatlarda gerçekleşmiş. Kah çatısındaki kiremitlerle (orijinal Safranbolu kiremitleri oluklu olmakta) kah kimi duvarlarda briket ve tuğlalarında, teneke kaplanmış duvarlarında bunları görebiliyorsunuz. Daha sonra 80 li yıllarda kültürel alanda artan ilgi dalgası ile kasaba koruma altına alınmış.
Yörük Köyü:
Köye giriş Cumalıkızık’ta da olduğu gibi mezarlığın yanından yapılmakta. Mezarlıkta, İstanbul’un eski mezarlıklarındaki taşları andıran işlemeli taşlar da var. İki tane küçük, lahit tarzı mezarı da bunların arasına eklemem lazım. Mezarlığı zaman darlığından dolayı yeterince gezemedim. Turla gitmenin bu tip handikapları da yok değil elbet. Bir başka ilginçlikte çok sayıda küçük boyda mezarın olması. Aslına bakılırsa yol boyunca pek çok mezarlıkta buna benzer çok sayıda küçük mezar gördük. Göz yanılması mı yoksa çocuk ölümlerinin çokluğumu bilemiyorum.
Köy her ne kadar Bektaşi Köyü olarak lanse edilmekteyse de bu konuda araştırmalar yapan arkadaşlarım köyde yaşlılarla yaptıkları sohbetlerde durumun farklı olduğunu görmüşler. Hatta bu sohbetlerde yörede dini bir alimin yaşamış olduğunu, halveti tarikatının adının geçtiğinden ve Kadirilere ait mezar taşlarının varlığından bahsedilmekte. Dediğim gibi mezarlığı etraflıca gezemediğim için net bir şey söyleyemeyeceğim.
Öte yandan köyde bir miktar Bektaşi etkisinin varlığı da yadsınamaz bir gerçek. Örneğin köyün çamaşırhanesinin on iki köşesinin on iki imamı temsil ettiği söylenmekte. Çamaşırhanenin yapımında Bektaşilerin desteği olmuş. Belki bu ayrıntı yardıma karşılık bir jest, belki de yardımın şartıydı bilemiyoruz. İnşa sırasında belli etmeksizin yapılmış olması da muhtemel.
Yolunuzun üzerinde kimi evlerin çatılarının saçaklarına asılı bir şekilde sarkık duran geyik boynuzlarını göreceksiniz. Uğur getirdiğine inanılan bu gelenek Yörüklerin Şamanist geçmişinden gelmekte. Şamanist inanç içerisinden bazı ritüeller zamanla İslami anlayışa adapte edilmiş. Mesela köyün nazardan korunması için bir de kurşuntaşı var. Granit, büyükçe, sağlam bir kayaya yivler açılıyor; ve bu deliklere kurşun dökülüyor. Kurşunun kayayı çatlatması yada deliği doldurup akması nazara karşı olumlu şekilde yorumlanmakta. Köy girişiden dümdüz ilerlerseniz sol kolunuz hizasında gözleme satan bir bir mekan var. Bu konağın kapısından çıktığınızda saat onbir yönünde tam köşede böyle bir kurşuntaşı göreceksiniz. Mekandan bahsetmişken mükemmel bir kızılcık şerbeti sattıklarını belirtmeliyim. Fiyatlar oldukça hesaplı, müşterilerine oldukça saygılı davranıyorlar. Davranışlarında neredeyse rahatsız eden bir saygı olmasına rağmen en ufak bir yapmacıklık sezmediğimiz için sizlere de hararetle salık verebilirim burayı.
Evlerden üstün körü de olsa bir bahsetmekte fayda var. Üç-dört katlı konakların giriş katlarına hayat denmekte. Evlerin, özellikle pencerelerinin kirişlerinde basit ama hoş bir incelik görülüyor. Evlerde ahşap çıtaların üzerine sürülü kireç tabakası hem yalıtımı sağlamakta hem de evlerin beyaz rengini vermekte.
Yöresel olarak kapı kolları ve metal aksamı hoş süslemelere sahip. İnce bir işçilik göz okşamakta.
Birde şöyle bir gelenek var. Evde ve misafir ağırlayabilecek durumdaysanız kapınızdan bir ip sarkıtıyorsunuz. Aksi durumlarda ise aynı ip kapının iki kanadını da değecek şekilde duruyor. Böylelikle hangi eve misafir gidip gidemeyeceğinizi anlayabiliyorsunuz.
Köyde Cumalıkızık’taki gibi köylülerin kendi emeklerini satmakta olduklarını görüyorsunuz. En ilginç ve özgün nesne kırmızı mısırlar. Dayanamayıp sorduk. Bu mısırların haşlanmadığını ama tıpkı cin mısırı gibi patlatıldığını öğrendik.
Civarda Yörük Köyü gibi aslında yine Yörük köyü olan Hacıobası ve Davutobası köyleri bulunmakta. Davutobası köyü safranın üretildiği son yer.
Safranbolu:
Safranbolu’ya giriş yaptığınız yer aslında kasabayı en net şekilde görebileceğiniz nokta olan Hıdırlık tepesi. Anadolu’da Bursa, Beypazarı ve pek çok yerde Hıdırlık tepeleri bulunmakta. Kasabanın nefis panoramik fotoğraflarını çekebileceğiniz bu nokta ülkemizdeki yedi açık hava namazgahından birisi. Tepede biri yakın tarihli olmak üzere iki de türbe yer almakta. Hıdırlık tepesinden Safranbolu’nun doyumsuz manzarasını çekmek ücretli. Ama bu ücret mukabilinde hem bu harika manzarayı seyredebiliyor hem de yerel bir lezzet olan Bağlar gazozundan bir şişe içebiliyorsunuz. Bursa’nın Uludağ’ı, İstanbul’un Çamlıca’sı (Ülker tarafından içine edilen değil de bizim çocukken özellikle top oynadıktan sonra buz gibi içtiğimiz Çamlıca’dan bahsediyorum) gibi kendine has, özel bir tadı var. Bana limonu biraz fazlaca kaçmış gibi geldi.
Tepeden kasabaya doğru inerken kasabanın tarihçesinden de şöyle bir söz etmekte fayda var.
Kasabanın yaklaşık 3000 küsur yıllık bir tarihi var. İlyada da Paflagonya adı ile anılan yöre çeşitli Anadolu devletlerinin hükümdarlıklarını yaşadıktan sonra Roma hakimiyetine Bitinya eyaletinin bir şehri olarak geçmiş. Bizans döneminde Dadibra adıyla anılan kasaba Arap akınlarının İstanbul’a doğru yönelmesiyle zamanla bir akratia haline gelmiş. Akratialar savunma noktaları, müstahkem mevkiler olarak da düşünülebilinir. Oldukça sarp bir kayalıkta yer alan kale 1196 da dört aylık bir kuşatmanın ardından kaledekilerin susuzluğa dayanamaması nedeniyle düşmüş .Osmanlı dönemine dek bir kaç kez el değiştirmiş olması muhtemel. Fakat kasabanın rum halkı mübadele dönemine değin Türklerle beraber yaşamış. Zaten Bağlar mevkiinden ve şimdi ulu cami olarak anılan aya stefanos kilisesinden bahsederken bu konuya döneceğiz.
Şehrin ortasında bulunan meydana yönelik yollar ve sokaklar tamamen arnavut kaldırımlıdır. Anıt eserlerin avluları ve meydanlar da arnavut kaldırımlıdır. Mevcut taş kaplama tarzı rutubeti en aza indiren, sel sularına karşı dayanıklı ve ağaç köklerinin yeterli su almasına uygun yapıdadır. Safranbolu evinin boyutu ve biçimini belirleyen üç temel unsurdan söz edilebilir: Çok nüfuslu büyük aile yapısı, yağışlı iklim, kültürel ve maddi zenginlik. Bir ailede karı kocanın normal olarak iki ya da üç çocuğu vardır. Erkek evlat evlendirilince ona ayrı bir ev açılmaz, gelin aynı eve getirilir. Amcalar, yengeler, halalar ve torunlarında dahil olduğu aile hep birlikte bir evde yaşarlar. Evin kadınına işlerde yardım etmek amacıyla evlerin çoğunda evlatlık kız bulunur. Evlatlık kız evin kızı gibi görülür.
Üst katlara ahşap ustalığının üstün örneklerini sergileyen merdivenlerle çıkılır. İkinci kat diğer katlara göre daha basıktır. Bu katta gerektiğinde yatak odası olarak da kullanılabilen bir mutfak bulunur. Gündelik yaşam orta katta geçer. Soğuk kış günlerinde bu katın ısıtılması daha kolay olur.
Üçüncü kat evlerde mükemmelliğe varılan noktadır. Bu katta tavanlar daha yüksektir. Odalara sekiz kenarlı bir çokgenden oluşan “sofa”nın daha kısa olan dört çapraz kenarından açılan kapılardan girilir. Odaların giriş kapıları köşelerdedir ve oda ile doğrudan teması kesen özel ahşap paravana düzeni bulunur. Odaların her biri bir çekirdek aileyi ya da bir aile yakının barındırabilecek tüm unsurlara sahip, bağımsız birim olarak tasarlanmıştır. Bu doğrultuda her odada ahşap dolapların (yüklük) içerisinde bugünün duş kabinlerini andıran gusülhaneler mevcuttur.
Safranbolu evlerindeki çıkmalar, evin dış görünümünü tek düzelikten kurtarır. Evlerin pencereleri çok özel biçimde tasarlanmış olup dar ve uzuncadır. Ahşap kanatlı pencerelerde ayrıca “muşabak” denilen kafesler bulunur.
Aydınlatma aracı gaz yağı lambasıdır. Son zamanlarda “lüks lamba” diye tanımlanan, daha büyük boyutlu ve daha fazla ışık veren lambalar kullanılmıştır.
Evlerin bazılarının içlerinde serinlik vermesi ve yangından korunmak amacıyla yapılmış olan havuzlar bulunmaktadır.
Kaymakam evinden sola kıvrıldığınızda karşımıza çıkan yer ilk tarihi camimiz olan İzzet Mehmet Paşa Camisi. Her ne kadar üzerinde 1796 yazmaktaysa da içerisine şöyle bir göz attığımızda gördüğümüz kalem işleri, vaiz kürsüsü yapının Balyanlar yada onların çok çok etkisinde kalan ustalarca restorasyona tabi tutulduğunu göstermekte. Cami NuruOsmaniye Camiine benzer dense de ben pek benzetemediğimi söylemeliyim.
Tek kubbeli cami, çift taraflı merdivenlerle çıkılan bir son cemaat yerine sahip. Aslında işlemesi güzel ama boyası kötü bir kapıdan içeri girdiğinizde tek minareli caminin alçak ama oldukça geniş çaplı kubbesini görüyorsunuz. Geniş kubbeler yörenin en azından caminin banisinin zengin olduğunun bir göstergesi. Caminin kubbesinde ve duvarlarında hoş kalem işleri görülmekte. Mihrap ve minber göz okşamakta. Sonradan öğrendiğime göre mihrabın üzerindeki tuğra 3. Selim’e aitmiş. Cami aslında bir külliye olarak geçmekte. Göremediğim kütüphane, abdesthane, iki çeşme ve arastalarından oluşan külliye İstanbul külliyelerinin yanında zayıf kalmakta.
Caminin altında tuvaletin içinde kalan ve Osmanlı tünelleri denilen bir nevi kanalizasyon sistemi mevcut. Buruk kokulu ve loş ortam aslında Akçasu Deresi. Dere bu sistemle kontrol altına alınarak Safranbolu’nun sel riski bertaraf edilebilmiş.
Hemen bir not olarak 1880 yapımı Kaçak yada Lütfiye Camii’nin aynı dere üzerinde daha zarif bir kemer üzerinde kurulu olduğunu resimlerinden gördüğüm kadarıyla söylemeliyim
Kazdağlıoğlu Camii’nin tam karşısında İmren Lokumcusu yer almakta. Lokumcunun sahibi beyefendi gelen gruplara dükkanın üst katında kasabanın tarihi ve doğal güzelliklerini, kültürel yapısıyla ilgili bilgiler içeren bir slayt gösterisi yapmakta. Gösteri sırasında izleyicilere buz gibi bir bardak bağlar gazozu ikram edilmekte. Bilgiler oldukça ilginç ve yararlı olsa da gözlemlediğim kadarıyla büyük bir çoğunluk gazozu içer içmez dışarı kaçtığından pekte etkili olabildiğini sanmıyorum. Gösteri sırasında ve sonrasında sorulan bazı soruları bilen izleyiciler zerde, helva vb gibi yöresel tatları ödül olarak kazanabilmekte. Slayt gösterisi gerçekten faydalı; aklımda kalan iki anekdotu paylaşmak istiyorum. Safranbolu’da cevizli baklavanın göbek kısmı damada ait. Fakat bu kısma ceviz konulmuyor. Manası ise damadın sadece kızı aldığı ama kontrolün hala kızın ailesinde olduğu şeklinde. Bir diğeri ise kasabanın içerisindeki bazı evlerinde kapılarında görebileceğiniz kapı tokmaklarıyla ilgili. Bazı kapılarda iki tokmak var. Üstte olan ve genelde kalın bir halkadan ibaret olan tokmak pes bir ses verdiği için gelenin erkek olduğu, onun biraz aşağısında bulunan ve vurulduğunda tiz bir ses veren tokmak ise gelenin bir bayan olduğunu belli etmekte. Evlerin üst katında kapıya bakan bir çıkma bulunmakta. Üst katta oturanlar bu bölümden aşağıdakilere belli etmeksizin geleni kontrol edebilme, kim olduğunu anlayabilme imkanına sahip oluyorlar.
Hamidiye Camii üzerinde konuşmaya değer. Gerek cemaati ve gerek imamının iyi niyeti ve yardımseverliği camii kadar üzerinde konuşulacak bir konu. 1884 yapımı caminin hemen girişinde 2. Mahmut’a ait olduğu söylenilen bir tuğra bulunmakta. Bahçesinde çok sayıda dini şahsiyete ait mezar bulunmakta. Caminin planı tahminimce kareye yakın dikdörtgen olmalı. (Daha önceden saydığım üç caminin kare planlı olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim) Caminin ahşap kaplı hariminin duvarlarında güzel hat örnekleri mevcut. İmam beyin açıklamalarına göre (her bir yazıyı gecenin geç saati olmasına rağmen üşenmeden çevirdi, açıkladı ama ne yazık ki tek kelimesini bile kaydedemedim) yazıların dini bir içeriği yok sadece öğüt tarzı vecizeler. Örneğin vaiz kürsüsünün solundaki yazı, kişi ne kadar çok şey bilirse bilsin Tanrının bilgisi yanında bir hiç olduğu gibi içeriğe sahip. Mihrap basit ama hoş bir boyama ama minberin ahşap işçiliği oldukça kaliteli.
Kazdağlıoğlu ‘ndan sol çapraz yolu takip ederseniz kaleye çıkıyorsunuz. Kale Bizans Dönemi’nde de ondan öne Roma Dönemi’nde de aynı görevi üstlenmekteydi. Zaten yaklaştıkça sıradan bir kuşatma ile pek kolay alınamayacağını anlayabiliyorsunuz.
Bizim akşam karanlığında gittiğimiz kaledeki yapıların aydınlatılması dört dörtlük. Hayatımın en zevkli gece çekimlerini burada yapabildim. Özellikle sizi hemen girişte karşılayan hükümet konağı gerçekten zarif bir yapı.1904 yapımı binanın ardında Mehmet İzzet Paşa ‘nın yaptırdığı saat kulesi bulunmakta. Pek çok saat kulesi gibi kare planlı saat kulesinin Cuma, Cumartesi ve Pazar gezilebildiği söylenmekte. Saat kulesinin yapımı 1797.
Bağlar yöresinde önemli ayrıntı, büyük bahçelerin içerinde çok katlı konakların oldukça ihtişamlı olması. Bir ana caddenin sağlı sollu
sokaklarında pek çok buna benzer ev görülebilmekte.
İlk çağ tarihlerinde Paflagonya olarak bilinen yörede saptanan 116 kaya mezarının büyük çoğunluğu Karabük ili ve çevresinde yer almaktadır. Safranbolu´nun Gündoğan, Üçbölük, Hacılarobası ve Çavuşlar köyleri çevresinde Roma dönemine ait pek çok kaya mezarı bulunmaktadır. Bunların en önemlilerinden 4´ü Hacılarobası köyünde, 5´i Üçbölük köyünde bulunmaktadır. Bir temel kazısında çıkarılan Roma dönemine ait mezar alınlığı bulunmaktadır.
Bununla beraber yöre treking içinde elverişli. Kanyonlar boyunca yürümek eğlenceli olabilir. Zaten burada yer alan Vala Kanyonu’nun dünyanın en uzun kanyonu olduğu söylenmekte.
Yörede dünya çapında tanınan mağaralarda var. Bunların içinde en meşhuru Mencilis mağarası. Bulak Mağarası da denilen mağara kasabaya 9 km uzaklıkta. Ayrıca Ağzıkara ve Hızar Mağaraları ilgililerince bilinmekte.( Bir dahaki sefere en azından Mencilis ‘e girmek ekipman sağlayabilirsek başka birinde ilerlemek planlarımız arasında)