Gürcistan’a gideceğiz de gene aynı terane başladı etrafımda. Gürcistan şöyle, Gürcistan böyle. Sanki biz de şirinler köyünden geliyormuşuz gibi geliyor bana. Onca kişiden bir Gençosman geliyor benimle.
Gerçi gerçek bir olaydan esinlenilmiş bir filme denk geldim. Bizim gideceğimiz kuzey taraflarında, İspanyol bir çift rehberlerince öldürülüyordu filmde. Her ne kadar son hükümet coğrafyayı temizlemiş, harami, hırsız takımından kim varsa öldürmüşse de bazı şeyler doğu ülkelerinde gelenektir ve doğulular işlerine gelen gelenekleri korurlar.
Havalimanından az önce indik ve havalimanı önündeki minibüslerden birisine atladık hemen. Taksiler tarafından kesilmek istemiyoruz ama nerede ineceğimize dair pek bir fikrimiz de yok. Neyse ki minibüsçü adam kafamızda oluşan minibüsçü tanımından uzak bir tip çıkıyor ve ineceğimiz yere ulaştığımızda bizi ikaz ederek otelimize erişmemizi sağlıyor.
Anata Hotel merkezden uzak ama merkeze ulaşımı kolay olan, temiz, hesaplı bir konaklama imkanı sunuyor. Bize önemli bilgileri vererek gezimizi kolaylaştırıyorlar. Bizde öğrendiklerimizi sizle paylaşacağız burada.
Para bozdurmak pek bir sorun değil. Yer gök para bozabileceğiniz yerlerle dolu. Kur olarak da bir fark yok. Ulaşıma gelince plastik bir kart alıp içine para doldurtuyorsunuz. Oldu mu size ulaşım kartı. Sonrasında dünyanın merkezini andıran bir inişle metroya ulaşıyorsunuz.
Metro temiz ve düzenli. Kulağıma çalınan “şimdiki şatgori ” diye başlayan anonslar sıradaki istasyonun hangisi olduğunu belirtiyor. Biz
Marjanişvili durağına kadar kullandık metroyu ilk seferinde. Bu mahalle anlatılanlara göre ucuz konaklama ve yemek imkanlarının olduğu bir yerdi. Onun dışında göze güzel görünen pek bir yanı yok. Burada biz bir Rus kilisesine girdik ama pek bir numarası olmadığı için ekstradan buralara gelmeye gerek olmadığını söyleyebilirim. Buralarda genelde iki katlı, kagir binalar göze çarpıyor. Ekstradan vay be dedirtecek bir yanları yok.
Biz buradan yürüyerek nehri aştık ve karşı kıyıya ulaştık. Nehir her daim çamurlu ve kahverengi. Tiflis günlük güneşlik olsa bile nehrin geçtiği bir yerlerde mutlaka yağmur var. Ülke böyle bir ülke. Rustaveli Caddesini de aşıp Mama Davidi Kilisesi’ne tırmanmaya başladık. Burası Gürcüler için önemli bir yapı. Zaten bu ülkede neresini sorarsanız Gürcüler için önemli oluyor. Neyse, burada Gürcüler için önemli sanatçılar, yazarlar ve devlet adamları gömülü. Yapının içine giremedik ama sağlam terleyip yorulduk. Buradan çok övülen parka gitmeye çalıştık. Buraya funiküler ile ulaşılıyor ve ülke standartlarına göre sağlam bir ücret veriliyor. Manzarası dışında pek bir numarası olmayan bir lunapark alanı denilebilir. Şaşırtıcı derecede bir Türk kalabalığı mevcuttu.
İyice dinlene ve terimiz kuruyana kadar burada vakit geçirdik. Rustaveli Caddesine inince Özgürlük Meydanına dek bu caddeden yolumuza devam ettik. Şehrin önemli noktaları genelde bu cadde üzerinde. Başkanlık sarayı da buna dahil. Eğer zamanınız kısıtlı ise burası ve kale bölgesinde gezmeniz pek çok yeri görebilmenizi sağlayacaktır. Gürcülerin diğer kültürleri nasıl özümsediklerini de görebilirsiniz. Örneğin caddenin hemen başındaki Rustaveli Tiyatrosu Avrupa kültürünün etkisiyle inşa edilmiş üç katlı bir yapıyken aynı hatta az biraz ötede yer alan Devlet Balesi binası tıpkı Saraybosna’daki kütüphanedeki gibi kuzey Afrika esintileri ile yapılmıştır.
Özgürlük Meydanının ortasında epeyce yüksek bir sütunun üzerinde ejderha öldüren Aziz George Heykeli var. Gürcülerin dediğine göre heykel altın kaplama imiş. Buradan sol yöne ilerleyen yoldan giderseniz eski kent kısmına girersiniz.
Eski Kent kısmı kaliteli yemek, enteresan insanlarla karşılaşma, hediyelik alabilme anlamına geliyor. Öncelikle Gürcüler dindar
insanlar. Dolayısıyla kafası çalışan insanların dini objeleri rahatlıkla pazarlayabilmelerini sağlıyor. Özellikle yolun solunda bu tip dükkanlardan çok sayıda var. Artı, çeşitli fiyatlar da hediyelikçiler de burada karşınıza çıkacaktır. Hiç bir şey almasanız bile girin. Mesela Gürcistan’ın çeşitli yörelerinden insanların betimlendiği bebeklere bakarak Kafkasya’nın nasıl bir milletler kazanı olduğunu anlayabilirsiniz. Bu sizin, benim gibiler için bir renk, cümbüşken; Ruslar vb gibiler için yapabilecekleri ayrımın anahtarı elbette.
Karnınızı doyurmak içinde burada seçeneğin haddi hesabı yok. Kahvaltı için poğaça vb alabileceğiniz çok sayıda dükkan var. Sonraki öğünler için de iyi bir yerdesiniz. Gürcü mutfağı oldukça zengin. Kinkhali denilen devasa mantı kaçırılmaz. Ama onu yemek için epey yürüyün ve köprünün karşısındaki çok katlı mekana girin ve peynirlisi ile başlayın karnınızı doyurmaya. Gene yolun üzerinde haçapuri yapan bir kaç mekan daha var. Haçapuri içi türlü malzeme ile doldurulmuş büyükçe poğaçamsı bir ekmek olarak algılanabilir. Gürcistan’daki her millet bunu ya sahipleniyor yada kendi versiyonları üretmişler. Örneğin Gürcistan’dan ayrılmaya çalışan Müslüman Gürcüler yani Acaralar bunun ortasına yumurta kırarak Acara versiyonunu yapmışlar bile.
Yemek işini hallettiniz diyelim. Yol üzerinde çok güzel dondurmacılar var. Denemenizi öneririm. Sağlı sollu şarapçılara gelmiş
olmalısınız. Çekinmeyin, Gürcü şarapları dünya çapında bir üne sahip. Kendilerini şarabın icatçıları olarak görüyorlar. Şaraplarından ürettikleri konyakları konusunda da iddialılar.
Benim gibi alkolden uzak duran bir tipseniz Tiflis bunun için harika bir seçenek. Limonata olarak satılan ve pek çok çeşidi olan bir ürün var. Bunun en iyi türü ise armut suyu. Pek çok türü var ve hepsini denedim. Armut suyu açık ara en iyisi. Gene de başka bir şey arıyorsanız şanslı olduğunuz konusunu tekrarlayacağım. Dağlık bir ülke, sulak bir memleket olmasının sonucunda özellikle maden sularında da dünya çapında kalitesi kabul görmüş bir çeşitliliğe sahipler. Markalaşmayı da çok iyi başarmışlar. Avrupada nereye gittiysem Borjomi sularını kaliteli bir su olarak satılırken gördüm. Gerçekten leziz bir su. Armut sularını içmekten fırsat bulduğum ender anlarda tattığım için tadını biliyorum.
Yol sizi büyük bir dini yapıya getirecek. Burası Zion Katedrali. Gürcü krallıkları bizdeki gibi yuvarlak kubbe yapabilecek teknolojiye ulaşamadıkları için kendi konik kubbelerini direkt kalın kolonlarla taşımaya çalıştıklarından, dışarıdan devasa görünen yapıların içleri oldukça küçük kalıyor. Fakat Gürcülerde komşuları Ermeniler gibi taşın dilini çözebildikleri için süslemeler ile değişik bir hava yakalayabilmişler.
Buradan yolunuza devam edip kaleye gidebilirsiniz yada benim rotamı izlersiniz. Beni izleyin en iyisi ve güzel restoranların olduğu Erekle Sokağı’na girin. Burada kalburüstü restoranlar vardır ve şehrin ortalamasının üzerindeki fiyatlarına rağmen lezzetleri de iyidir. Özellikle et işlerinde iyidir buradaki mekanlar.
Hemen sağa kıvrılıp nehir kıyısına ulaşırsanız oldukça modern bir üslupta yapılmış Barış Köprüsüne varırsınız. Bana göre, bir deniz canlısının hareketi sırasında aldığı şekillerden esinlenilmiş yapımı sırasında. Buradan karşıya geçip şehrin büyük parklarının içerisinde kaybolmaya başlarsınız.
Eğer karşıya geçmeksizin nehri sağınıza alarak ilerlerseniz ve günlerden Cumartesi ise ikinci köprüye ulaştığınızda şehrin bit pazarına da
ulaşmış olursunuz. Burada aklınıza gelebilecek her türlü ıvır zıvırın, hediyelik eşyanın yanı sıra pek çok tür içki ve tablo dahi bulabilirsiniz.
Gürcü sanatçılar arasında Pir Osmani adında bir zat bulunmakta. Bu kişi Gürcülerin özellikle Tiflis’i ve civarındaki günlük hayatı, eğlencelerini betimleyen pastel tonlar ağırlıklı pek çok resim yapmış. Bu resimlerin imitasyonları yok satmakta. Cumartesi dışındaki günlerde de satıcılar var ama canlılığı daha az.
Buradan Triniti Katedrali’ne gitmek için yokuş bayır çıktığınızı varsayıyorum. Burada da başkanlık rezidansı olduğu söylenen etrafı koruma dolu bir bina var.
Katedral büyük bir alan kaplıyor ve tepede kaldığından iyi de bir manzaraya sahip. İçerisi de her daim ana baba günü. Rivayete göre eski bir
Ermeni mezarlığının üzerine inşa edilmiş. Arada şehrin Ermenileri bunun için patırtı çıkartsa da pek kaale alınmıyorlar. Kilise yeni ve oldukça büyük. İçine gelip kendinden geçermişcesine ibadet eden kalabalıkları saymazsak pek bir görselliği yok.
Buradan nehir kıyısına doğru inebilirsiniz. Kilisenin arka tarafları fakirliğin yüzünü gösteriyor bir bakıma. Park kültürleri gelişmiş Tiflislilerin. Parklar da polis dolu. O nedenle sizi kimse rahatsız edemez. Polisler de işini yapan adamlar oldukları için size karışmak bir yana size doğru bakmıyorlar bile.
Parkın hemen bitiminde Avrupa Meydanı var. Meydanı boşverin. Yolu geçin. –Köprüyü değil. – Karşınızda küçük bir tepeceğin üzerinde yer alan ve mahalleye de adını veren Metekhi Kilisesi ve bahçesinde de Gürcü kralı Vakhtang Gorgasalinin bir heykelini göreceksiniz.
Kilisenin içi gene küçük. Komünist dönemde kapatılmış, aşağılayıcı işler için kullanılmışsa da Gürcüler komünizmden kurtulur kurtulmaz
tekrar kiliseyi onarıp ibadete açmışlar. Nehir kıyısına yürüyüp aşağıya bakarsanız eskilerde rahiplerin inzivaya çekildikleri küçük mağaraları da görebilirsiniz. Bahçenin arkasındaki yolun kenarındaki şarap dükkanlarının olduğu binalar da güzel bir yerel mimari örneği.
Bahçede biraz vakit geçirip karşı kıyıyı, tepedeki kaleyi izleyin. Ne zaman geldiysem her seferinde böyle yaptım. Karşı kıyıya aşağıda uzanan köprü ile ulaşabilirsiniz ama benim gibi tembellik yapın ve Avrupa Meydanı’na dönüp teleferiğe atlayıp direkt kaleye geçin. Hem nehri ve şehri tepeden görme imkanı yakalayacak hem de nasıl olsa çıkacağınız kaleye dek yokuş yukarı taban tepmek zorunda kalmayacaksınız.
Narikala Kalesinin hemen dışında bir yerlerde kısa teleferik turunuz bitmiş olacak. Burada kaleden daha çok ilginizi çekeceğini sandığım
devasa bir kadın heykeli var. Alüminyum olması muhtemel heykel Gürcülerin koruyucu annesi Kartlis Deda. Yerel kıyafetler içindeki heykel Gürcü halkının karakterini de sergilemekteymiş. Sağ eldeki kılıç düşmanca gelenlerle savaşacaklarının işaretiyken sol eldeki çanak ise dostça gelenlerle yemeklerini, şaraplarını paylaşacaklarının simgelemekteymiş.
Burada bir de Yunan hükümetine ait arazi var. Nedir çözemedim. Kalenin yer aldığı tepenin ardında ise Botanik Bahçesi var. Eğer bu
tip yerlere meraklıysanız uğrarsınız. Ama şahsi önerim Borjomi taraflarında yer alan doğal parka gitmeniz.
Gelelim kaleye. Gelmişken de az biraz Tiflis’in geçmişinden bahsedelim hızlıca. Şimdi tam karşınızda kalan Metheki Kilisesi’nin bahçesinde
yer alan kralın oğlu eski başkentten gelir ve burada, sıcak su kaynaklarının ısıttığı nispeten ılıman şehre yerleşme kararı alır 450 ‘li yıllarda. Tiflis sıcak yer gibi bir anlama gelmektedir. Şehrini kurar. Şehir sağlıklı bir şekilde, özellikle de kraliçe Tamar zamanında büyür. Ama…Kafkasya, Balkanlar ve Ortadoğu’da huzur kelimesi uzun süreli kullanılabilen bir kelime değildir. Önce Arap akınları şehri ele geçirir.
Moğollar, Selçuklular, Timur, Safeviler başta olmak üzere pek çok millet şehri büyük kayıplarla da olsa ele geçirir. Aralarda kısa dönemlerle Gürcüler bağımsızlık yaşasa da bir evvelkinin yerini bir sonraki alır kısa sürede. Her bir ulus kendi kültüründen izler bırakır.
Kale binası hoş. Türki izler olarak kabul edebileceğimiz mavi süsleme ve bezemeler kendisini göstermekte. Bunun dışında çok bir şey de kalmış değil.
Kaleden inerken geçilen sokaklar sayesinde Tiflis “Kafkasya’nın Kudüs’ü” ünvanını kazanmış. Kaleye yakın kısımlar genellikle Azeri ve Şii.
Konukseverlikleri ise anlatılamaz. Türk olduğunuzu söylemeniz ve selam vermeniz kafi. Daha aşağıda ise hristiyan mahalleleri ve şehrin çok az sayıda kalan Yahudi vatandaşına hizmet eden sinagogu var.
Kale arkanızda kalacak şekilde bu alandan sağa doğru dönüp ilerlerseniz ya da direkt kokuyu izlerseniz şehrin hamamlarına ulaşıyor
olacaksınız. Koku tipik termal kokusu olan kükürt kokusu. Tanımlamak gerekirse çürümüş yumurta kokusunu izleyin yeter.
Eski kent diyebileceğimiz bu kesimde konaklama imkanınız çok fazla. Herhangi bir otele vereceğiniz paranın çok daha azına onarılmış, otantik bir Tiflis evinde kalabilir ve istediğiniz zaman yeme, içme ve eğlence gibi aktivitelere gidebilirsiniz.