İstanbuldan Balkan topraklarına gece gece yol almaya alıştığımdan olsa gerek bu kez yadırgadım ortamı. Hele ilk kez çıkış yaptığım Dereköy kapısının sakinliği anlatılamaz. Ormanın içinde, tepelik bir alanda olduğundan epeyce serin bir yer. Ayak üstü konuştuğum kantinci kışın buranın buz kestiğinden bahsedip duruyor. O sırada şak diye yağmur atıştırıp geçiverdi ki anlamamıza yetti.
Bulgaristan’a giriyoruz. Aşağılara indik ve güneş çıkmaya başladı. Burgaz ‘a dek uzanan yol tekdüze bir şekilde ilerliyor. Kimi zaman denizi de görüyoruz. Deniz kıyısı eğlencelerine yönelik eşyaların satıldığı marketler kum gibi adeta. Ama geçtiğimiz yerleşimler pek iç açıcı değil. Bu da tuttuğum tesis konusunda beni huzursuz ediyor. Dokuz ay önce üç kişi, üç gece kahvaltı dahil 150 euro gibi bir fiyata tutmuştum.
Epey bir zaman sonra Burgaz ‘a giriş yaptık. Büyük tesisler görünüyor. Otoban kenarında rica minnet aracı durdurtup inebildik ve tesise kadar yürüdük. Büyük bir tesis burası. Burgaz ‘ın Sunny Beach (Güneşli plaj) kısmında kalıyoruz.
Tesis komünist dönemin büyük otellerinden biri. Muhtemelen de komünizm çöktüğünden beri ciddi bir bakım görmemiş. Ama kaldığım dokuzuncu kattaki odanın balkonundan harikulade bir deniz manzarası görünüyor. Yan dairelere geçmek de gayet kolay. Yandaki Makedon arkadaşlar ortamlara akmak için geldiklerinden bahsediyorlardı ama içmeye erken başladılar ve kaldıkları her akşam bir sonraki akşama tehir ettiler büyük seferlerini.
Biz hava kararmadan çıktık dışarı. Fiyatlar ülkemle kıyaslanmayacak kadar ucuz ama Bulgaristan’ın geri kalan kısımlarından da bir o kadar yüksek. Derli toplu bir mekanda uygun bir ücrete karnımızı doyurup restoranlar ve tipik deniz kıyısı manzaralarına sahip dükkanları dolaşarak geceyi tamamladık.
Yeni bir güne uyduruk bir kahvaltı ile başladık. İyi ki her şey dahil tutmamışım odayı. Burgaz merkeze giden otobüs durağına gitmek için otelin önünden geçen otobüslerden birine atladık. Taksiciler bizi direkt götüreceklerini söyledikleri uçuk meblağlara kulak asmıyorum bile. Demek ki bu paraları kaale almaksızın ödeyen insanlar var ortalıkta. Ryan Air ‘in getirdiği İngiliz ve İrlandalılar olmalı bunlar.
Neyse pek dağıtmadan Burgazdan bahsedeyim. Biz Burgaz desek de Bulgarlar için bu şehrin adı Burgas. Köken olarak Yunanca kule anlamına gelen “Pirgos” kelimesinden türeme.
Şehrin eski kent kısmında genelde iki yada üç katlı tarihi binalar var. Tarihi dediğime çokta takılmayın 1910 ‘lu yılların yapıları bunlar. Ülkenin en büyük dördüncü kenti olmasına rağmen bana pek iç açıcı geldiğini söyleyemeyeceğim. Sokaktaki restoranları hesaplı. Happy Grill ‘lerdeki hatunlar ise anlatıldığı kadar açık saçık vb kesinlikle değiller.
Bununla beraber şehrin küçük bir arkeoloji müzesi var. Girişi 5 euro. Sadece gezilebilir alanı giriş katından ibaret ve görülecek çokta bir şey bulunmuyor. Şehrin Trakyalı tarihini işaret eden türlü eşyanın yanı sıra üzerinde atletlerin koşturduğu bir vazo, bir Yunan savaş maskı ki elbette ki altın. Ayrıca bir ton altın takı sergilenmekte.
Bunun dışında bahçe kısmında yöresel mezar taşları ve bir de küçük dolmen bulunmakta. Kırsal alanda çok sayıda dolmen, menhirin yanı sıra mezar alanı bulunmakta.
Dönelim Sunny Beach ortamlarına… Kaldığımız üç gün boyunca da denizi süt liman görmek nasip olmadı. Buna bir üç gün de Varna sahillerinde geçen süreyi eklersek durumu özetlemiş oluruz. Buna karşın sahildeki ortam gayet sakin. Kimse ne size bir şey satmak için başınızda duruyor ne de bakıp rahatsız ediyor.
Burgaz belki şehir olarak pek göz doldurmadı ama denizi tüm dalgasına rağmen göz doldurucu idi.