Değişik bir şeyler yapalım ama ne? Despotovaç ‘a gitmek zor, Davolja Varoş ise çokça uzak. Yakın bir yerlere gidip gezelim diyerek bizim Semendire ‘ye Sırpların Smederovo ‘suna gitmeye karar veriyoruz.
Otelden Laska terminaline gidip biletleri alıyoruz. Otobüs yok. Yani var da yok. Nedenini ise bilen yok. Bir saat kadar bekliyoruz. Nihayet dökülen, muhtemelen Yugoslavya döneminden kalma bir otobüs yanaşıyor. Biniyoruz çaresizce. Belgrad’dan çıkışımızla beraber yolun kalitesi de düşüyor. Polisler yolu kesiyor. Meğer her yerde afişlerini gördüğümüz Çin başbakanı mı, komünist parti genel sekreteri mi bir adam gelmiş ve bizim gibi Semendire’ye gidesi gelmiş. Güvenlik için yol kapatılınca bir saat kadar da burada bekledik. Ülkenin başkenti ile eski başkenti arasındaki yol bir gidiş ve bir dönüş yolundan ibaret bir asfalt.
Neyse, bir müddet sonra yolun açıldığı bilgisi geldi. Millet bir koşu araçlarına, otobüslerine zıpladı da yola koyulabildik.
Semendire, nasıl demeli; girişi itibariyle pek bir şey vaat edebilen bir yerleşim değil. Sanki ortaçağda daha gelişmiş bir yer gibi geliyor insana. Romalılar burada bir kale kurarak Tuna üzerindeki nehir nakliyatını güvence almak istemişler. Kale zamanla el değiştirmiş defalarca. Sonunda şehir de kale de Sırpların olmuş. Sırplar kaleyi yıkıp daha güçlüsünü inşa etmişler. Yıl 1430. Şehri de bu güçlü kalenin gölgesinde başkent ilan etmişler. (Belgrad o zamanlar bir Macar kenti, Sırp, mırp yok)
Bizimkiler de gelinceye dek kısa sürede olsa başkent kalmış. 1439 ‘da kale iki ayda düşmüş ama 1444 yılında Macarlarla yapılan bir anlaşma neticesinde kale Sırplara daha doğrusu Brankoviç ‘e geri verilmiş. Sonrasında, 1459 ‘da Bali Bey gelmiş fethetmiş bu diyarları uzun süreliğine. Sultan da vermiş buralara, sana mülk, ailene de tımar olsun demiş. Neredeyse 450 yıl bizde kalmış böylece…
Baktık yol üzerinde pek bir numara yok biz de direkt olarak kaleye gidiverdik.
Ana kale devasa bir alanı kaplamakta. Günümüzde boş denebilecek kadar atıl bir şekilde duruyor. Öte yandan iç kalenin etrafında suyu pislikten olabildiğince sararmış, ıhlamur rengini almış bir hendek var. Bu kısmı aşınca bakımlı bir yere geliyorsunuz. Zaten giriş ücreti de burada alınıyor bizlerden (100 RSD)
Aslında bu kısımda da çok görülecek bir şey yok. Bunun nedeni Nazi işgali sırasında burada bulunan cephanelik patlatılmış. Kale çok büyük hasar almış ve patlama neticesinde 3000 kişi kadar bir insan kaybı olmuş. Dolayısıyla restorasyonlarda bazı önemli Türk parçaları unutulmuş gibi. Surlar ve kuleler de daha ince ve daha alçak yapılmış. Örneğin kalenin camii ve olmazsa olmaz fırınına dair bir iz yok. Onu da geçtim despotların sarayından bile bir iz yok.
Burada çeşitli kuleler var. Örneğin Zindan Kulesi (Zindan Kula) bunların en güçlüsü olarak yapılmış. Sırpların son kalesi olması için dört metre kalınlığında taş bir duvar Türk akınlarına set çekmeye çalışmış. Buranın manzarası güzel. Gerçi şehrin pek bir görselliği kalmamış.
Bir sonraki kule “Yedi kardeşin kellesi kulesi” yada “Helena Kulesi” olarak biliniyor. Helena, Brankoviç ‘in Bizans sarayından gelen eşi. Kardeşi Ionnes Kantakuzenos kaleyi yaptırırken halktan zorla para ve işgücü toplamış. Sırplara göz açtırmamış. Helena da boş durmamış. Bu kuleden gözüne kestirdiği erkeklerin eşlerini, çocuklarını, sıkıldıktan sonra da bizzat kendilerini hatta hamilelikleri sonucu doğan çocukları bile attırmış. Öyle ki aradan yüzlerce yıl geçmiş ama Helena ‘nın adı kalmış.
Bu Helena kaleyi Bali Bey ‘e savaşmadan teslim etmiş.
Tuna ‘ya en yakın kule ise Köşe Kule olarak biliniyor. Günümüzün en yüksek kulesi burası. Buradan nehir manzarası çok hoş. Gerçi Tuna Nehri buraya dek yaptığı yolculuğun acısını burada dinlenerek geçiriyormuş gibi göründüğünden daha çok bir gölü andırıyor. Arada mavnalar, küçük tekneler gelip geçiyor aşağı yukarı.
Merkeze dönüp meydana saran restoranlardan birisine oturuyoruz. Beklemeye dayanamayınca meydanın ortasındaki katedrale giriyorum. Dışarıdan da aslında pek heybetli görünmüyordu ama içi iyice üzdü beni.
Meydanın etrafındaki meşhur dut ağacını ise bulamadım. 8 Kasım 1805 ‘de şehrin Türk valisi, şehrin anahtarını bu ağacın altında Karayorgi ‘ye vermiş. Adamlar için bir anıt ağaç bu.
Gitmeden önce şu web sitesini önerebilirim.
https://www.touristmap.smederevowelcome.com/#0
Özetle şehrin pek bir numarası yok. Ama Belgrad’da hep aynı şeyleri yapmaktansa 1,5 saat mesafedeki bu şehre gitmek bir tercih olabilir. Bununla beraber şehri de bizden bir şey yok. Bunun nedenlerinden birisi olarak Belgrad‘ı Avusturyalılara kaptırdığımız her seferinde Semendire’yi de yitirmemiz ve özellikle de ikinci seferinde Avusturyalıların şehri neredeyse kale hariç tamamen yıkmaları sayılabilir.