Üç saat kadar süren uçuşun ardından Berlin semalarında bir iki tur atıp inişe geçtik. Manzara bilindik Almanya daha doğrusu Avrupa manzarası. Yeşillikler içinde kaybolmuş yerleşimler.
İnince hemen pasaport işlemlerini tamamladık. Soru soran yok, niye geldin diyen hiç yok. Eşyaları da alıp günlük kart almak için gişeye gidiyoruz. Neşeli bir görevli günlük kartımızı bize veriyor. (7,60 euro) Havalimanı kıl payıyla C zonunda olduğu için en pahalı kartı aldık. Havalimanından çıkıp sol taraftaki yaya yolundan S-Bahn ‘a yürüdük. Burada ilginç bir olay başımıza geldi. Biletleri register etmek için aşağıya indim ve trenin kapısı kapandı. Ben dışarıda Yıldız içeride. Paralar Yıldız’da ama biletler bende. Avrupalılardan hiç beklemediğim bir şey oldu ve herkes koşturup kapıyı açtırdı. Dakika bir gol bir olmadan topu çizgiden çıkardık anlayacağınız.
Ostkreuz Durağı’nda aktarma yapmak için S9’dan inip kolaylıkla bizi otele ulaştıracak olan başka bir s-Bahn ‘a S7’yedaha binip Zoologischergarten durağında indik. Zoologischergarten demek ne zormuş.
Duraktan yaklaşık bir km kadar yürüdükten sonra otelimize vardık. Sessiz, sakin bir yer. Gerçi dokuz ay önce rezervasyon yapmıştım ve otel hemen o gün, birkaç saat içinde konaklama bedelini tahsil etmişti. Manzara olarak otelin çöplerine bakmak pek hoşuma gitmedi doğrusu.
Berlinde iki gün geçireceğiz. İlk gün Berlin’deki bir değişik Türkiye olan Kreuzberg semtine geçeceğiz. Bunun için atladığımız U-Bahn yirmi dakika kadar bir sürede bizi Kreuzberg’e en yakın noktaya, Hallescher Tor istasyonuna bırakıverdi. Biraz yürüdük. Amacımız meşhur Mustafa’s Gemüsse Kebap ‘a gidip karnımızı doyurmak ve ardından Kreuzberg ‘i gezmek.
Kreuzberg ‘e girmeden bakındım. Özgünlüğü olmayan, farklı parçaların sadece konulmuş olmak için yerleştirildiği bir çatı katı gibi geliverdi gözüme. Şehrin hafif dışında kaldığı günlerde mahalle başta Türkler olmak üzere diğer göçmenlere de kucak açıvermiş. Zamanla Alman solcuları da katılmış buna. Alman kanunlarının koruması sayesinde ülkücüsünden, yobazına, komünistinden pkklısına, ibnesinden hapçısına türlü Türk, türlü millet bir arada ne Alman ne geldiği yerin insanı bence.
Güzel şeylerden bahsedeyim. Berlin ‘in döneri meşhur. Ama Berlinde de Mustafa’s Gemüsse Kebap en meşhur. Cadde üzerinde küçük bir kulübe ama darphane gibi para basıyor diyebilirim. Söylendiği gibi yılan kuyruğu gibi bir sıra oluyor. Biz de bir saatten fazla bekledik. Değdi mi derseniz evet.
Berlinde dönerlerde az miktarda hindi eti de oluyor. Bu hem değişik bir çeşni katıyor hem de daha az yağlı ve hafif olmasını sağlıyor. Maliyeti düşürüyor olması da cabası. Delft de birkaç sene önce yediğim dönerden kat be kat daha güzel. Porsiyonlar oldukça büyük.
Pek bilgi bulamadığım 9. Markthalle anladığım kadarıyla bir meyve-sebze yada balık hali. Sadece Perşembe akşamları Berlin’deki türlü milletten açıkgözlerin yerel yemeklerini sattıkları bir yer halini alıyor. Aklınıza gelebilecek türlü milletin hünerini döktüğü bir yer. Elbette ki bizimkilerde var ama şaşırtıcı olan sadece tek bir tezgahta olmaları. Berlin ‘in yerel kolasını da burada buldum ama şişesine 2 euro dedikleri için görmemiş gibi davrandım. Eşim tarçınlı limonatayı denedi. Tarçın oranı o kadar çoktu ki muhtemelen birkaç dakika burun deliklerimden her nefes alıp erdiğimde hava yerine tarçın çıkmış olmalı.
Çıkınca ara sokaklara bir göz attık. Söylemeliyim ki Berlin’de de binalar elden geçiriliyor ama bizdeki çılgınlık ve tutarsızlık bu adamların yaptığı binalarda görünmüyor. Sadece yeni olduğunu parlaklıktan anlıyorsunuz.
Almanya’da bu akşam yaşam durmuş durumda. Akşam Fransızlarla yarıfinal maçları var ve kafelerin önüne yerleştirdikleri televizyonların önü çoktan dolmuş. Mc Donald’s lar bile kapalı. Polisler bile dünyayı unutmuş maç seyretmeye koyulmuş durumdalar. Ben market ararken Almanlar ilk golü yedi. Sonrasında Almanlar yenilip elendi ama hiçbir taşkınlık yaşanmadı ve Almanlar kös kös o gelin gibi süsledikleri arabalarına binerek evlerine doğru yola koyuldular.