Sabah erkenden kalktık. İyi uyumuşuz. Korktuğum gibi ne gürültü oldu ne de sivrisinek saldırılarına maruz kaldık. Anahtarları bıraktım. Bu sefer dünkü işletmeci yoktu ve gezi parkı olayları ile ilgili yüzlerce soruyu cevaplamaktan kurtulmuş oldum.
Annemle beraber sokak aralarını dolaştık. Belli başlı meydan, bina ve eserleri gösterip kentin dışına çıktık. Zaten Kotor dediğin ufacık bir yer. Ufacık bir yer ama boyunu aşan, katlayan oranda yolcu çekiyor bünyesine. Devasa bir cruise gemisi getirdiği yüzlerce İtalyanı şehrin sokaklarına salmış. Vakit geçiriyor ve terminale doğru gidip Metin Abilerin gelmesini bekliyoruz.
Araç geliyor. Türk malı bir minibüs ile Budva’ya ulaşıyoruz. Budva‘nın terminali kıyıdan uzak ama kısa sürede sahile varıyoruz. Saraybosna biletini hallediyoruz. Bildiğim saatte olması gereken otobüsün yerine daha geç bir saatte bir başka otobüs var. Bileti alıp çantaları emanete bırakıyor ve sahile doğru yolu adımlamaya başlıyoruz.
Ne yapılacak sorusu önemli. Eğer normal bir turistseniz Budva’nın pek bir atraksiyonu yok. Ama gece hayatından hoşlanan kişilerdenseniz en doğru yere geldiniz. Slav ırklarının en zengin erkekleri ve etraflarında en güzel hatunları görme şansınız var. Mekanlarda yüksek volumlü müzik normal.
Kıyıdaki plajlardan hemen birinin ardındaki restoranlardan birinden karnımızı doyuruyoruz. Ucuz ve leziz. Gerçekten Slav jet sosyetesini ağırlıyor olsa da Budva gene de hesaplı bir yerleşim.
Bizimkiler denize girecek bir yerler buluyorlar. Bense Sveti Stefan yollarına düşüyorum. Tüm gün yüzmekle uğraşacak halim yok. Hele yanımdaki LP ‘deki kapak fotoğrafını görmüşken.
Terminale yakın bir yerlere dek ilerliyorum. Burada minibüslerin kalktığı bir nokta var. Panoda kalkış saatleri ve fiyatları yazmakta. İsterseniz aynı noktadan ülkenin meşhur plajı Jaz ‘a da minibüslerle gidebiliyorsunuz.
Ulaşım ücreti sadece 1,5 euro. Sveti Stefan ‘ın civarı balıkçıların yaşadığı bir yerleşimmiş bir elli, altmış yıl öncesine kadar. Büyük şehirlere gitmişler umutlarının peşinde. Bir köprüyle ana karaya bağlı ada ise devlet işlemesi olmuş, dünya çağındaki starları misafir etmiş. Ama Yugoslavya’nın parçalanmasıyla beraber insanlar kendi geçim ve yaşam savaşını vermeye başlayınca unutulmuş.
Geçenlerde, Malezyalı yada Singapurlu bir zengin işadamı almış ve astronomik fiyatlarla hizmet veren bir komplekse dönüştürmüş.
Araçtan indim. Bir basilevs olarak zengin ortamlarda yer almam gayet doğal bir şey. Çam ve zeytin ağaçlarından oluşan bir ormanın içinden ilerleyerek kıyıya ulaştım. Biraz ciks bir havası var. Balina gibi, uzanmış oldukça uzun boylu, renkli gözlü kıza soruyorum bir ücret ödeyip ödemeyeceğimi. Meğer sahildeki şezlonglar 20, bir arka sırası ise 15 euro imiş. “Yüzmek ücretsizdir umarım” diyorum. Gülüyor, “ücretsiz” diyor.
İlerideki perde bozması çadırda üzerimi değiştiriyorum. Gözden uzak bir yerde havlumu yere atıp uzanıyorum. Bir kaç dakika sonra yanımdaki şezlonga bir çift geliyor. Onlardan para almaya gelen görevli beni de sepetliyor. Yaptığımız kısa konuşma sırasında adamın espriden anlamadığını ve beni
ısa sürede paket yapabileceğini anladım. Havlumu, pılımı pırtımı topladım ve adaya yakın yerde, çöp kutusunun dibindeki basamaklara yaydım tekrar. Önümde güneşlenene muazzam yaratıkta buranın ücretsiz olduğunu teyit edince iyice yayılıverdim.
Sahilden bahsedeyim. Karadağ’da kumsal yok denmekte. Burada da sanki inşaat artıkları bir makinadan geçirilip granülsel bir yapıya sokulup yayılmış gibi. Denizin içi de bu düşüncemi doğrular nitelikte. Hızlıca derinleşiyor burası da. Ama ilerledikçe üstüne bastığım ince taşların ayaklarımın altından benimle beraber aşağılara kaydığını hissediyorum. Açılıyorum biraz. Gözlerim ise eşyalarımın üzerinde. Adaya giden yolda ise görevliler gidip gelmekte. Parti gibi bir şey olacak sanırım. Zaten bugün Budva’da sezon açılış partisi var.
Burada birkaç saat daha geçiriyor ve bu zaman zarfında birkaç kez daha yüzüyorum. Köprünün öteki tarafında muhtemelen Rus olan hatunların sere serpe güneşlendiği, takıldığı bir kısım daha var ama elbette ki varsıl olmayan ölümlülere kapalı.
Geldiğim gibi dönüyorum. Bizimkiler denize girmiş. Eski kenti gezdiriyorum onlara. Şaşırtıcı derecede çok beğeniyorlar. Ana baba günü ortalık. Kılıklar çok uçuk. İnsanlar yaşıyor çılgınca.
Yol üzerindeki büyük ve şaşaalı alışveriş merkezindeki marketten alışveriş yaparak terminale geçiyoruz ve buradan kalkan otobüs ile hayatım boyunca adını duymadığım yerlere uğrayarak Saraybosna ‘ya doğru ilerliyoruz.