Gün 1 – Parga
Şimdiye kadar adını duyduğum bir firma değildi. Gerçi son zamanlarda Selanik’te milleti bir gece konaklatıp 49 euroya getirip götürüyordu ama 99 euroya üç gün Parga konaklatmak “nasıl oluyor ya?” şeklinde soruları kendi kendime sordurmaya yetmişti. En sonunda, “her halde özel turlar ile yollarını buluyorlar” demiş Allah Baba’ya sığınıp turu almıştım. Tur konusunda verdikleri hizmet ve telefonda bile sorularımı seri bir şekilde yanıtlamış olmaları rahatlatmıştı. (Yazık ki adı geçen tatilstil firması bir müddet sonra iflas etti ve gerçekten de Türk turistler açısından çok büyük bir kayıp oldu)
Turun içeriği dolu. Parga var, isteyeni ekstradan Korfu’ya götürmek var. Yanya ve Meteora var ki bana en çok yeten bu ikisi. Tur tarihi olarak Tepedelenli Ali Paşa turu olarak da algılanabilir. Parga, Yanya bu adamla anılan yerler hep.
Zamanı geldi bizde atladık otobüse. Araçla karadan Selanik’ten ötesini görmemiş familya için şok edici oldu. Yol üzerinde mola verilen işletmelerin çalışanları Türkçeyi iyiden iyiye sökmüş. Özellikle Kavala girişindeki mekan pes dedirtti.
Bu kısım iyi kısmıydı. Tur otobüsünün neredeyse yarısı boş ve yolcular derli toplu tipler. Araç ve şoför de çok iyi. İlginç isimli rehberimiz Bilek Bey on numara. “Eee” diyeceksiniz “neresi kötüydü?” Akşam 10 gibi çıktığımız yolculuk saat 16 gibi bitince hoşafa döndük. Ne zamandır bu kadar uzun yolculuk yapmıyor olmamızda formdan düşmemizin bir başka sebebiydi.
Parga kısa bir süre öncesi Türk turistlerin listesinde mevcut olmayan bir yerdi. Ne zaman “Muhteşem Yüzyıl” oynamaya başladı o zaman Pargalı İbrahim ile beraber turlar konulmaya başlandı.
Otelden sonra rehberin eşliğinde ara sokaklardan ilerleyerek kısa sürede sahildeki Venedik Kalesi’ne geldik. Kale için Venedik Kalesi dense de çok öncesi var. Kapı girişinde belli belirsiz görünen Venedik aslanı, Ali Paşa’nın tuğrası bulunmakta. Dikkatli bakarsanız görürsünüz.
Sahildeki kale pek çok kez yerle bir edilmiş. Özellikle Barbaros Hayrettin Paşa burayı alırken kaleyi öyle bir yıkmış ki yabancı kaynaklarda yazılanın haddi hesabı yok. Şu an içindeki pek çok yıkıntı ve kenarından görünen harikulade Parga manzarası dışında bir şeyi yok.
Küçük bir koy. Tepeye yaslanmış bir kasaba ya da köy irisi burası. Koy içerisinde, kıyıdan az ilerideki iki büyük kayanın arasında ise bir küçük kilisecik.
Bir restorana giriyoruz. Normalde Parga’nın müdavimi İskandinavların ayağı kesilmiş. Kriz ilk çıktığında “gelenden gelmeyenin parasını alalım bari” zihniyeti ile fiyatları şişirmişti Yunan girişimciler. Şimdiyse bunun cezasını çekiyorlar. Restoranın garsonu ile konuşuyoruz. Herkese saydırıyor. Şimdiye kadar ki Yunan yönetimlerinin halkı soyduklarından bahsediyor. Çipras için ise “biraz da bu soysun doyunca defolup gider” diye ekliyor. Bizim insanımız Çipras’a alkış tutadursun Yunanlılar verdiği vaatleri çok çabuk yemesine bozulmuş durumda ama yapacak bir şey olmamasının verdiği moralsizlikle kabulleniş içindeler.
Yunanlılar balık işinden anlıyor. Beğendik yemeği. Zaten İstanbullu olduğumuzu söylediğimizde aşçı adam da İstanbulluya balık pişirdiği için zevk aldığını söyledi. Ağız tadından anlayan birileri gelmez olmuş dediğine göre. Beni mutfağa davet ettiler. Girişte Parga’nın eski resimleri. Eskiden cami varmış. Geçmişin izleri… “Yıllarca Türkler düşman dendi” diyor işletmenin patronu. “İnandık” diye de ekliyor. “Silah aldılar, alımlarda da komisyon aldılar. Onlar kazandı, Amerikalı kazandı.“ Sonra eliyle serseri mayın gibi dolanan Türk turistleri gösteriyor. “Herkes gitti, Türkler geldi. Onlar sayesinde çocuklarımızı okutabiliyoruz” dedi.
Şehrin üzerindeki tepede Ali Paşa’nın ikamet ettiği kale var. Yürüyecek gücüm yok. Vakitte yok aslında. Yaz zamanı çalışan bir turist treni varmış ama ara sokakların birinde onu da yazı beklerken buluyoruz.
Parga’nın sahilinde dolanıyoruz. Zaten ne alacaksak marketlerden almıştık.