Hava fena değil. Beklenildiği gibi yağış yok.Gerçi gece bir ara sağlam yağdı ama adamların şehir sistemi bu yağışı şehrin sulamasına bir katkı olarak algıladı. Çamur yok.
Kahvaltıyı otelde yapıyoruz. Türkçe bilen Kazak teyze bizimle muhabbet etti. Türkçe biliyor dediğime bakmayın, bildiği bazı kelimeler sadece ama yaklaşım yeterli.
Bugün hedefimiz belli. Park, hayvanat bahçesi ve vakit, enerji ve içimizde istek kalırsa Köktöbe. İlkin otobüse binip Merkez Park Park Gorkogo’ya gitmek. Önceden uygulama üzerinden rotaya göre gidebilecek otobüsleri belirlemiştim. Zaten Almatı’nın minibüs irisi otobüsleri her yere ulaştırıyor insanı. Cadde bitmek bilmezcesine devam ediyor. Yol üzerinde yok yok. Uzaktan Almatı Merkez Camii’ni görüp yanından geçiyoruz. Sarı kubbesiyle kendini belli eden bunun dışında da bir albenisi olmayan br yapı. İlerliyoruz. Şimdi ulaştığımız noktada güzel kafeler ve apartmanlar var. Ayrı bir gelir grubuna dahil oldukları her haliyle belli insanlar kafelerde bana yabancı ve yapay gelen ifadelerle işlerini yapıyorlar.
İniyoruz. Yol boyunca ilerliyoruz. Belirttiğim kafelerin önünden geçiyoruz. Lüks çağırıyor tüm işvesiyle, kendine doğru bizi çekiyor ama otantiklikle ilgisi olmadığı için aklımızı çelemiyor. Neyse ki park girişine geliyoruz. Zaten kendi başına bir park gibi olan şehrin en büyük parkı burası.
Giriyoruz. Bizi su oyunlarının yapıldığı bir alan karşılıyor. Daha da güzeli içerideki takvim on iki hayvanlı takvim. İçeride bir turist treni de işliyor ama pahalı deyip ilgilenmiyoruz. Çokta büyük olmamalı park.
Büyükmüş. Kendi içinde tekneyle gezilen gölünü hesaba katmayalım. İçerideki Dinopark
kısmını görmezden gelelim. Değişik atraksiyonlar ve survivor pistini yok sayalım. Restoranlar yokmuş diyelim. Artık insana gına getiren “ters ev” olayını saymayalım. Gene de büyük bir orman içerisindeyiz. Türlü kılıkta insan, genelinin İranlı olduğunu sandığımız çok sayıdaki turistle beraber geziniyorlar.
Park bitiyor ve yolu geçer geçmez hayvanat bahçesi başlıyor. Normalde pek aldırış etmediğim böyle yerlere vakit geçirmek için giriyoruz. Pek bir para ödemiyoruz. Oğlan için öğrenci indirim peşinde koşuyorum ama nafile. Kazakistan dışındaki öğrencileri öğrenci kabul etmiyorlarmış.
Girişin başlarının pek bir albenisi yok. Hatta gözümü korkutuyor bile. Pek bir şey yok gibi. Haşin bakışlı bir kartal ve tembelce yan yatan bir zebra ile başlıyoruz. Ta ki Altaylar yöresinin geyiğini görene dek fikrim değişmiyor. Geyik neden bizim kültür de derin bir yer tutuyor görünce gayet anlaşılır hale geliyor.
Çıktığımda bir aile anlayabileceğim bir Türkçe ile akvaryumu soruyor. “Tüz gitesin sola sapasın” diyorum. Kazakların teşekkür kelimesi “Rahmet” ile yanıtlıyor beni. Yanında kapalı eşi, takkeli orta yaştan bir arkadaş çocuklarını alıp gezdirmeye gelmiş. Bu tarz insanlar ata dilini, inancını elinden geldiğince korumakta. Hoşuma gidiyor. Flamingolara göz atıp diğer binadaki kemirgen, sürüngen ve böcü börtü tayfasını izlemeye gidiyoruz. Çekilmez bir ortam. Ama yılanlar öyle güzel kamufle olmuşlar ki.
Kurtlar esaret altında delirecekmiş gibi sinirli hareketlerle geziniyorlar. Tabiatlarına aykırı bir durumdalar. Aslanlar pinekliyor. Sibirya kaplanı ise adeta her şeyin bilincindeymiş gibi poz veriyor. Yok böyle bir hayvan.
Gergedanlar devasa hayvanlar. Hele hele ender olan beyaz gergedanlardan bir çift görmek bizi keyiflendiriyor. Rus hükümeti her yere masraftan kaçınmayarak hayvanat bahçeleri yapmış ve muhtemelen Afrika ve Güney Amerika’daki bağlantıları vasıtasıyla nadir hayvanlardan doldurabilmiş.
Çıkıyoruz. Büyük parka tekrar girerek yolumuza devam ediyoruz. Parkta bir velodrom ve bir de stadyum var. Kazakistan’ın bisiklet sporuna verdiği destek büyük ama Fransa Turu’nda da yarışan ekiplerini hatırlayınca şaşırtıcı gelmiyor.
Burada yürürken yağmur atıştırmaya başlıyor. Sıcakta ferahlatıyor. Devasa ağaçların kuytuluğunda şiddetlenen yağmurun dinmesini bekliyoruz.
Parktan çıkıyoruz. Herhangi bir otobüse binip nereye gideceğiz stresini yaşamamak yerien 1,5 km yolu yürüyelim diyoruz. Yol üzerinde büyük bir markete giriyoruz. Buz gibi. Bir saat önce sıcaktan şikayet ederken buradaki soğuktan dem vurmak insan doğasının olumsuz bir tezahürü. Fiyatlar uçuk. Avrupa malı çikolatalara bakarken buranın da bir çikolata firması olduğu aklıma geliyor.
Bununla beraber bizde alışveriş yapıyoruz bol miktarda. Gerçi otel odasında ürün bileşenlerini incelerken soya yazısını görünce gene panikliyorum. Cehalet gerçekten mutluluk. Ne diye bakıyorsam. Kasadaki kadın Türkçe biliyordu. Türkiye’de çalışmış.
Çıkıyoruz. Neşeli olduğu konusunda hem fikir olduğumuz kök bazar ‘a yöneliyoruz. Yolumuzun üstü. Fakat kapısındaki bekçi kılıklı adam “zaftra! Zaftra !”diye bağırıyor avazı çıktığı kadar. Adam Kazak. “Sutra mı diyorsun? Yarın mı diyorsun?” diyorum ama aldığım cevap sadece “zaftra” (Meğer yarın demekmiş) Herifin davranışı oğlanı geriyor, “bunu döveceğim” diyor. Muhtemelen tek olsaydım bende bunu yapardım ama hayat dersi fırsatını kaçırmıyor ve ”duyma” diyorum.
Otele dönüyoruz. Yarın çok büyük bir yağış bekleniyor.