Tel Aviv’den Kudüs’e geçiş günü. Tel Aviv ‘in kaotik, girişi oldukça sıkı olduğu söylenen otobüs terminaline gitmek için bir belediye otobüsüne atlıyoruz. Şehrin uğrayamadığım sokak ve caddelerinden geçerken orta doğunun meşhur umursamazlığı ile yüzleşiyorum tekrar. Yıkılmaya yüz tutmuş, derin yaralı tarihi binalar ve yanlarında yüksek betonarme ama ruhsuz yeni versiyonları; sokaklarda gelene geçene umarsızca bakınan evsizler ve onların yanından sanki onca evsiz insan hiç yokmuşçasına geçip giden bakımlı gençler… Orta doğunun en modern ülkesi bile anı, günü yaşıyor anlaşılan.
Nerede ineceğime internetten bakmış olmama rağmen defalarca şoföre durağı soruyorum. Adam en ufak bir olumsuz tepki vermeksizin bana haber vereceğini, rahat olmamı söylüyor. Devleti temsil eden her görevli – askerler hariç – vatandaşlarına ve turistlere oldukça yardımcı oluyor.
İniyoruz. Giriş sırasında sanki sıradan bir avm ‘ye girermişçesine aranıyoruz. Şaşırıyor ve çantamı gösteriyorum. Görevli umursamaz bir tavırla “eğer bomba olsa buradan girmezdin” diyerek beni yolcu ediyor. Terminalin içi ana baba günü. İsrail gibi ufak bir ülkeden beklenmeyecek şekilde pek çok milletten insan var. Kudüs otobüslerini sorduğum obez bir arkadaş bizle asansörlere gelip tuşlara da basarak bizi 5. kata çıkarıyor.
Görevliden bileti alıyoruz. Kudüs yaklaşık 1 saat kadar süre çekiyor. Bileti alıyor ve yiyecek bir şeyler alıyoruz. Yahudi şeriati de domuz etine karşı olduğu için gönül rahatlığı ile alış veriş yapıyoruz. (Gerçi güneyde bir domuz çiftliği açılmış ve tutucu Yahudiler delirmiş) Kapalı bir kepengin önünde insanlarla laflıyoruz . Bir sıra var ama sıra gücünüz, ataklığınız yada yüzsüzlüğünüz doğrultusunda değişimler geçirebiliyor. O kalabalığa bisikleti ile gelmiş geleneksel kıyafetli Yahudi genç şansını deniyor ve tüm sıra tarafından azarlanarak en arkaya sepetleniyor. Tel Aviv seküler bir kent ve dinci tipler pek sevilmiyor.
Az sonra kepenk benzeri kapı açılıyor ve morg soğukluğundaki otobüse biniyoruz. Bilette numaralar var ama numaralara oturmak diye bir şey yok. Biz bilette yazılan yerlere oturuyoruz. Anlaşılan şu ki, İsrail’de tek bir kişiyle bile konuşmadan bilet alır, ödeme yapar ve istediğiniz yere gidebilirsiniz; bunu sağlayacak mükemmel bir sistem oluşturulmuş. Buna karşın insan denilen canlının bu coğrafyada yaşayan hiç bir türü sistem kelimesiyle barışık değil.
Yol tekdüze bir şekilde geçiyor. Kudüs’ün terminali Tel Aviv ‘in küçük bir versiyonu. Dışarı çıkıyoruz beraber. Şok. Kudüs’te kimse tramvay bileti satmıyor, biletler otomatlardan alınmak zorunda. Kredi kartımla debelenmeme rağmen başarılı olamıyorum ve kıymetli banknotlarımdan bazıları ile vedalaşmak zorunda kalıyorum. (Kredi kartını makinede hızlı bir şekilde kullanmak gerekiyormuş. Yavaş davranılırsa güvenlik nedeniyle işlem iptal ediliyor) Epey vakit kaybediyorum, deliriyorum. Mete için Ortodoks Yahudilerin tipleri gerçekten ilginç. Yuvarlak, simsiyah şapkalar ve at kuyruğu yapılarak başın iki yanından sarkıtılan saçlar bizim için alışılmadık şeyler. Hatırı sayılır ölçüde de asker ve öğrenci sokaklarda.
Odaya giriyoruz. Gayet güzel. Tel Aviv’deki odadan sonra içinde kendi mutfağı da olan bu oda cennetten bir köşe adeta. Bir şeyler sormak için dışarı çıkmışken Yasin Amca’ya rastlıyorum. Cuma’ya yetişebileceğimizi söylüyor. Hemen bir koşu odaya dönüp baba oğul abdest işini halledip yola düzülüyoruz. Gene tramvaydayız. İki durak gideceğiz sadece ama bu kez bilet kontrole denk geliyoruz. Kadına biletleri gösteriyorum, kadınsa sinirli bir şekilde elimden kapıp register ediyor. Uzatmıyorum.
Son düzlükteyiz. Yolun sonu Mescid – i Aksa’nın girişi. Yol üzerinde oturan üniformalı askerler bizi durduruyor. Başta Filistinli polisler sanıyorum ama İsraillilermiş. Cuma’ya geldik diyorum onlarsa Mete ile bana hangi takımı tuttuğumuzu soruyorlar. Galatasaray burada da dünya markası. Oğlan Galatasaraylı olduğu için daha el üstünde tutuluyor. Oyalanmadan geçiyoruz. Ama namaza gidiş söz konusu olmasa, sabaha kadar maç muhabbeti dönecek gibiydi.
Kapıya ulaşıyoruz. Eşimin kılığını beğenmiyorlar. Görevli kılıklı adam, eşime elbisemsi bir şey satmaya çalışıyor. Biz ise bu durumlar için kendilerinin bir şey vermeleri gerektiğini söylüyorum. Duymazdan gelip ürünlerinden birisini otuz şekelden satmaya çalışıyor. Oğlum sinirleniyor, ben de saatimi gösterip “vakt-i salat” diyorum. Adam hızla dönüyor ve küçük kulübeden beyaz bir örtü alıp mırıldanarak eşime veriyor. Eşim aldığı örtüyü üstüne geçirince kapıyı aşıyoruz. Artık Mescid-i Aksa’dayız.
Seccademiz yok. Sağımızda solumuzda bize dönüp bakan insanlara selam veriyoruz. Mekandaki en açık tenli insanlarız. Gerekirse secde ederken taşı da kullanabileceğimizi söylüyorum. Oğlum heyecanlı. Beni taklit etmesini söylüyorum. Bunu söylerken oğlanın yanındaki adamın ayakkabılı olduğunu fark ediyorum. Yıllarca niyetin önemli olduğunu inandım dolayısıyla yadırgasam da garipsesem de bir şey diyemiyorum. O sırada yanımdaki genç kendi seccadesini bize veriyor.
Eşimi alıyoruz beklediği yerden. Kalabalıkların iyice dağılmasını bekliyor ve ardından ilkin Kubbetü-s Sahra ‘yı ziyaret etmek için merdivenlerden çıkıyoruz. Rotundalara rakip olması için inşa edilmiş yapının kubbesi Ürdün Kralının bağışı ile temin edilen altın levhalarla kaplanmış. On milyon dolar gibi bir rakam telaffuz ediliyor. Sekizken yapının dört kapısı var. Doğu, Batı ve Kıble kapılarının yanı sıra bizim de giriş yaptığımız Cennet Kapısı mevcut. Siz siz olun eğer burayı turist olarak dahi gezecekseniz Türkçe bir kaynak bulun. Lonely Planet Kudüs’te kendini aşmış durumda ve taraflı yaklaşım konusunda kendi rekorunu açık arayla kırmış durumda. Yeri geldiğince konuyu anlatacağım. Ama bilmeniz gereken bu alanın her bir noktasının kendini has bir anısının olduğudur. Örneğin genellikle insanların yanıldığı nokta, sarı kubbeli yapı bilinenin aksine Mescid-i Aksa değil Kubbetüs Sahra’dır. Mescid-i Aksa, Kubbetü’s Sahra ve şaşırtıcı derecede mütevazi bir yapı olan Aksa Camii’nin de yer aldığı devasa alandır.
Şanssızlık burada da peşimiz bırakmadı. Restorasyon kubbe ve muallak Kayası ‘nın olduğu yerlerde sürdürülmekte. Muallak kayası üç din içinde kutsal. Yahudiler bu taştan başlayarak evrenin yaratıldığını düşünüyorlar. Hristiyanlar kıyamet günü Hz İsa‘nın adalet mahkemesini bu taşın üzerine kuracaklarını düşünüyor. Biz ise Miraç gecesi Hz Muhammet göğe çıkarken onu takip etmeye çalışması ile biliyoruz.
Kayanın altındaki Ruhlar Mağarası denilen kısma iniyoruz. Ana baba günü. Çok bilinen yerlerin detayına girmiyorum ki mantığıma göre bunlar zaten bilinmesi gereken yerler. Bazı şeyleri temel olarak bilmezsek bunları değişik şekillerde, işlerine geldiği gibi bize öğretmeye kalkacak çok kişi ve kuruluş olduğuna dair bir düşüncem var zaten. Bununla beraber Türk geleneğine göre Ruhlar mağarası Muallak Kayası peygamberimizi izlemek için yerinden kalkınca oluşan boşluk olarak kabul edilmekte.
Doğu Kapısı’ndan çıkıyoruz. Karşımızda Zincir Kubbesi var. Burası eskiden yapının inşa ve tamirinde gerekli maddi unsurların tutulduğu kısım olarak biliniyor. Fotoğraf çelmek için ilerliyoruz. Oğlum bana sesleniyor “Gel baba ileride Çin Seddi gibi bir şey var”. Normalde bu tarafta sur dahi olmaması lazım. Ama gerçekten duvar gibi bir şey var ama yansıyan güneş nedeniyle ilk başta yanılmak olası. Karşımızda bizim Tur yada Zeytin Dağı olarak bildiğimiz alan var. Yahudiliğe göre gökyüzünde bir Kudüs daha var. Kıyamet sonrası gökyüzünden inip bizim gezegendeki Kudüs’ün üzerine konacak ve ölüler hayata dönerek her şeye yeniden başlayacak. İşte bu aşamada yeni kurulan Kudüs ‘e mezardan çıkıp da ilk sıralardan girebilmek bir mesele halini alacak. Ne kadar yakın olursanız o kadar çabuk davranırsınız kısmı ölümlü hayatta ne kadar çok para ödersen o kadar yakın bir yer alırsın olarak güncellenmiş. Yüzbinlerce dolar diye bir şeyler duydum.
İşte bu mezarlık alan tam bir mermer denizi. Hayal gücünüze yada görüşünüze göre bunu sur, dev bir duvar yada herhangi bir şey olarak görmeniz mümkün. Merdivenlerden iniyoruz. İleride doğu duvarında bir kapı daha var. Bu yöndeki kapılar genelde güvenlik amacıyla örülmüş. Müslümanların Altın Kapı yada Mesih Kapısı dediği bu kapı inanışa göre Hz. İsa ‘nın Kudüs’e giriş yapacağı kapı. Lonely Planet Müslümanların (Burada kastedilen Türkler elbette) Hz. İsa ‘nın girememesi için burayı ördüklerini söylese de asıl neden Hz. İsa ‘dan başka hiç bir kişinin bu kapıdan girmemesini sağlamak. Belki bunda özellikle bu kapıdan girip kendinin Mesih olduğunu iddia edecek kişilerin de engellenmesi amacı güdülmüştür, bilemem.
Aksa Camii’ne ilerliyoruz. Büyük, dikdörtgen planda bir yapı. Camlarından arkeolojik bölge denilen, kazılan alana bakıyorum. Müslümanlar Aksa Camii’nin yıkılması için temelin kazıldığını söylüyorlardı. İsrail hükümeti de bunun üzerine inceleme yapması için Türkiye’den arkeologlar davet etmişti. Türk olduğumuzu anlayan yaşlıca bir adam bizi Mısırlı bir bayan grubunu da peşine takarak aşağıya indiriyor. Dediğine göre caminin temellerine iniyormuşuz. Eyvallah deyip iniyoruz. İşin ilginci, kutsal binayı taşıyan yorgun kolonları da taşımakta olan başka duvarlar, kolonlar ve kirişler var altımızda. Yaşlı adam köşede bir kuyu gösteriyor. Aşağıya doğru kim bilir kaç kat daha var.
Adamla vedalaşıp ayrılıyoruz. İnsan doyamıyor gezmeye, bakınmaya. Bir daha gelmek kısmet olur mu bilinmez.
Labirentimsi sokaklara atıyoruz kendimizi. Tüm kültürler görünmez duvarlarla birbirinden ayrılmış bir şekilde bir aradalar. Anlatması çok güç.
Yarın tüm gün gayri müslüm Kudüs turlanacak. Şabat nedeni ile tüm planlar iptal. Ben halen küçükte olsa imkan vardır bir şeyler yapmaya diyorsam da göreceğiz.