Sabah kahvaltı 8:30 gibi bitiyor. Sanki çok iyiymiş gibi bir beklenti ile Enis’le beraber kahvaltıya iniyoruz. Diğerleri bize haber vermeksizin daha önceden inmişler aşağıya.
Dehşet derecede kötü hissediyorum kendimi. Psikolojik midir, kısmen; ama adam gibi beslenememek de baş faktörlerden olmalı. Çantamı toparlıyorum. Çantayı en efektif hale getirdim.
Çağlar’a uğruyorum işim bitince. O da keyifsiz. “Haydi, çıkıp dolanalım” diyorum. “O zaman pastaneye uğrayalım, ben ısmarlarım” diyor. Hüsnü ve Enis epeyce önce para bozdurmak için şehre indiler.
Çıktık dışarı. Kashan ‘ın en güzel yanı pastanelerinin olması. İran’da gördüğümüz derli toplu, bizimkileri andıran pastaneler sadece burada karşımıza çıktı.
En yakındaki pastaneye girdik. Güzel görünen yada ilginç gelen ne varsa ikişer, üçer tane aldık. Otele dönüp lobide atıştırmaya başladık. Tatlı bir şeyin insanın midesine gitmesi ruhani bir doyum da sağlıyor dedikleri gibi. Geceye göre, sabaha göre daha iyiyim. Biz atıştırırken Enis ile Hüsnü de dönüyor. Para bozdurduklarını ve bu zaman zarfında kenti turladıklarını da söylüyorlar. Anlatılan devasa evlerde pek bir numara olmadığını ekliyorlar.
“Abyaneh ‘e gidelim” diyorum. Hoş, artık pek de bir artısı yok sözlerimin. Gerçi ödeyeceğimiz ücret 30 T. Pek bir şey değil. Otelciye arattırıyoruz numarayı.
Abyaneh yollarındayız. Gayet tek düze, sıkıntı veren bir yolculuk sırasında, aşağı yukarı yarı yolda bulunan Natanz ‘dan geçiyoruz. Natanz da İran‘ın meşhur nükleer tesisleri bulunmakta.
Toplamda yaklaşık bir saat kadar sonra Kashan ‘dan Abyaneh ‘e ulaşmış olduk.
LP ‘nin mutlaka görülmeli dediği diğer yerler gibi burada da bir şey yok. Farsçanın çok eski bir lehçesinin konuşulduğu, yaklaşık yüz küsur kişinin yaşadığı bir köy burası. Halk, genelde yaşlılardan oluşmakta. Buradakilerin çocukları dünyanın pek çok köşesine dağılmış ama gittikleri yerlerde had safhada başarılı olmuşlar. Köydeki yaşlılar zamanla ölüyor, emekli olan ve yurtdışında çalışan çocukları da köye dönüyor.
Yapacak daha fazla bir şey yok. Araca atlayıp dönüş yoluna geçiyoruz. Beni terminalde bırakıyorlar. Onlarda Kashan’da bir şeyler atıştırıp öyle Tahran ‘a geçecekler.
İlk iş, on dakika sonra kalkan İsfahan otobüsüne bir bilet almak oluyor. (3 T) Artık kullanıla kullanıla ezberlenen cümleler epey işe yarıyor. Basit cümlelerle alışveriş yapmak gayet eğlenceli oluyor.
Kave terminalinde indiriyorlar beni. Tek başınayım. Bu elbette güvenlik açısından bir problemse de hareket açısından avantaj. Standardım olduğu üzere, istediğim yerde indirilmediğim için okkalı bir küfürle yapıyorum açılışı. İstanbul’dan gelen bir otobüs var terminalde. “Allah’ım bu yol çekilir mi? Hiç biter mi o yol?” İçinden inen tiplere bakıyorum… İran’da olduğu söylenen ama pek göremediğim tipler bunlar. Ama İstanbul bu. Adını yazılı görmek bile beni kamçılıyor. Dikiliyorum olduğum yerde.
Yüce Tanrım! O denli rahatım ki. Vermiş olduğum bir kararın yada yapmış olduğum herhangi bir hareketin sonuçları direkt beni bağlıyor. Kimseyi düşünmeksizin rahat edebiliyorum. Önce çantayı bırakabilecek bir yer arıyorum ama sadece biletimin olduğu firmanın gişesine bırakabilirmişim. Gece kalıp kalmayacağımın yada bir iki saat sonra buraya dönmeyeceğimin bir garantisi yok. Ama her gün saat 10 ve 22’de İsfahan’dan Tahran Humeyni Havalimanı’na direkt otobüs olduğunu öğreniyorum.
Oh, ne zaman istersem sefer var. En azından öyle görünüyor. Konaklamayı da gerekirse Amir Kabir’de hallederim diye düşünüyorum. Harika. Hızlıca terminalden çıkıyorum. Yapışmaya çalışan taksicileri hak ettikleri şekilde tersleyerek ilk gelen 91 ‘e atıyorum kapağı.
Pek kalabalık yok. Ama sırt çantalı bir harici olarak epey dikkat çekiyorum. Kimi bakıp gülüyor ve Farsça bir şeyler söylüyor. Türkçedeki pek çok küfür Farsça kökenli olduğu için (sıfat şeklinde olanlar ama, fiiller bizden) anlayabileceğimi sanıyorum. Sanırım problem yok. Zaten insanlar nereye gideceğimi soruyorlar. Yardım etmeye istekli olanlarda var oturduğu yerden nefretle bakanlarda… Türk olduğumu söyleyince “Cengiz Cengiz” diyorlar bana bakıp bir ağızdan…
Tatil günü olsa da akşam trafiği oldukça kötü. Bunda İsfahanlıların hiç bitmeyeceğini düşündükleri metro çalışmalarının etkisi de çok. Zaten “metro” dediğinizde gülerek “inşaat” diyorlar. Bir de hiç görmediğimiz sayıda polise denk geliyorum bu kez.
Erkekler kısmı zamanla ana baba gününe döndü binen yolcular nedeniyle. O nedenle kadınlara ait orta kapıdan iniyorum. Arkamdan bir iki ses geliyor ama benim arkamdan başka erkeklerde aynı kapıyı kullanmaya başlayınca iş uzamıyor.
İki çocuk bana eşlik ediyor. İkisi de Antalya’ya gelmişler geçen sene. Her ne kadar zararsız görünseler de tek olmayı tercih ederim. Ne demişler, “önce tedbir sonra tevekkül”
Meydana varınca çantamı turizm polisine bırakıp öyle dolaşmayı düşünüyorum. Ama nafile. Polis yardımcı olmak için uğraşmıyor, bana eşlik eden çocukta dönüp yardımcı olmaya geliyor ama amir olduğunu sandığım adam “Nuh diyor peygamber demiyor”