Sabah erkenden kalktık. Otelin kahvaltısı zayıf olsa da papaya suyu denen nesnenin tadı anlatılamaz. Bugün kuzeye gideceğimizden mideyi riske atmamak için üç bardaktan fazla içmedim ama yarın sabah bu içeceği odadaki boş şişelere doldurma kararı aldım.
Kahvaltı sonrası, yanımızda dün akşamdan yaptığımız market alışverişten nevalelerle hemen yanı başımızdaki otobüs terminaline doğru yola çıkıyoruz. Filipinlilerin, Hintlilerin alışveriş yaptığı marketler çok ucuz. Tabii adamlar çuvallarla pirinç, bulgur vs alıyorlar. Tropikal meyveler ucuz. Ben enine, eşim ise boyuna bu insanlarla kıyaslandığında dev gibi kalıyoruz.
Dün anlattığım gibi eğer ülkenin ayrı köşelerine gitmek istiyorsanız terminale gelip 20 Dinarlık kartlardan almanız gerekecek. Biz de öyle yaptık. Hedefimiz fazla kuzeyde kalmayan Al Khor ‘a giderek deniz mevsimini açmak. Bunun için 102 numaralı otobüse atlıyoruz.
102 numaralı otobüs saat başı kalkıyor. Otobüsler buz gibi ve içlerinde in cin top oynuyor desek yalan olmaz. Yerliler üst düzey jipleri ile dolanırken diğer kesim ise çalışıyor. Otobüstekiler anladığımız kadarıyla merkezdeki işleri halledip alınacakların temini ile uğraşan işçiler.
Ufak tefek şoförümüz aracı olanca hızıyla kullanıyor. İlk başlardaki tepkim “bindik alamete gidiyoruz kıyamete” şeklinde. Sonrasında yavaşlıyoruz. Yavaşlamakla kalmıyoruz araç her sokağa her siteye uğruyor. Ben otobandan gideceğiz hayalleri ile planlarımı yaparken bir arpa boyu yol gidemememizin hayal kırıklığı ile kalakalıyorum. Çölün içinde çok sayıda site benzeri yerleşim yapılmış. Genelde sağlık merkezleri, kuaför ve güzellik salonları ilk göze çarpan unsurlar.
Kırk dakika kadar sonra Katar ‘ın meşhur kalelerinden Burzan Kuleleri’ni görüyoruz. Uzaktan görmek yeterliymiş.
Yine bitmek tükenmez yolculuğumuzun gereği Katar ‘ın tüm sitelerini dolanıp nihayetinde Al Khor ‘a geliyoruz. Eğer plajın fotoğraflarını önceden görmeseydim yanlış bir yere geldiğimizi iddia edebilirdim.
Sahil fena değil ama denizin sahille birleştiği noktaya bir bariyer yapılmış. Dolayısıyla yürüyerek suya girmek mümkün değil. Al Khor körfezimsi bir coğrafyanın içinde kaldığı için su da pürüz bile yok. Buna karşılık su o denli bulanık ki derinlik 20 cm mi yoksa 20 m mi bilebilmek mümkün değil. Açıkçası ıssız ufku gözlerimizle taradık, fotoğraf çektik ama yüzmeye yeltenmedik. Şehrin müzesi de yıllardır tadilatta nedeniyle kapalı tutulmakta olduğundan ilk otobüse – ki bizi Doha ‘dan getiren otobüs – kapağı atarak aynı bitmek tükenmez yolları aşarak Doha ‘ya döndük.
Açız. Bu kez Mc Donald’s kapağı atıyoruz. İlk defa kredi kartı geçmeyen bir Mc Donald ‘s görmüş olduk. Doymadıysak da açlığın verdiği burulma hissinden kurtulduk.
Alışveriş merkezi buz gibi. Bizim ülkedeki alışveriş merkezlerinden bir fark göremediğimiz gibi zaten alacağımız bir şey yok. Bir iki ilginç dükkana da girdik ama sarmadı. Kendimizi dışarı attık.
Gökdelenlerin gölgesinde ilerliyoruz.
Mevcut çok sayıdaki gökdelen yetmezmiş gibi daha pek çoğu da inşa edilmekte. Sahile kadar sağa sola bakına bakına ilerliyoruz yol boyu. Sahilde yer alan en ilginç yapı Sheraton Otelinin piramidimsi binası. Çok önceleri, 60 ‘lı yıllarda buralar kuş ötmez, kervan geçmez bir yerken ilk yapılan bina bu otelmiş. O fotoğrafı gördüğümde inanamamıştım. Buraya otel yapma fikri kimin aklından çıktı acaba? Fikrini yönetime karşı nasıl savundu, daha önemlisi dayanak noktaları neydi? Her neyse, Katar yönetimi otel zincirlerine sahilleri neredeyse yok pahasına vermiş ülkelerini cazip bir şekilde gösterebilmek için. Başarılı olmuşlar olmasına da Doha‘nın tüm güzel sahilleri bu otellerin oluvermiş. Eğer otel müşterisi değilseniz astronomik ücretler ödemeniz gerekiyor denize girebilmek için.
Kornişin başındaki parka kadar yürüyoruz ve dinlenmeye koyulup milleti gözlüyoruz. Muhtemelen İngiliz nüfus koşup vücudunu zinde tutmanın derdinde. Diğer milletler yan gelip yatıyor. Küçük Arap çocuklarının uzak doğulu bakıcıları çocukların başlarına bir şey gelir ve bunun sonucu başlarına patlar diye onları pek özgür bırakmıyor ama bunu yaparken de seslerini en tiz perdeden çıkarıyorlar. Batılıların çocukları ise başlarında herhangi bir denetim olmaksızın dolanıp duruyorlar çimlerin üzerinde.
Arkama bakıyorum gökdelenler. Bazıları oldukça enteresan. Hatta birinin tepesi adeta kurt başını andırıyor. İleri de üzerinde tek tük palmiye ağaçları nedeniyle Palmiye Adası olarak anılan ıssız ada ve daha da ötesinde, karşı kıyıda bir başka piramit, İslam Eserleri Müzesi. Tembel tembel oturduktan sonra geriye dönüp City Mall önündeki otobüs durağında işimize yarayan otobüse atlayarak merkeze dönüyoruz. Evet, iş çıkış saatine denk gelirseniz bizdeki metrobüs tadını, görünümünü yakalıyorsunuz.
Terminal çıkışındaki bir büfede akşam yemeğini aradan çıkarıyoruz. Bu uyduruk büfede yediklerimiz için Vakıf Pazarı ile aynı parayı vermiş olmamız şaşırtıcı. Paranın hakkını alamamış olmamız ise bir yıkım adeta.